Abdurrahman Dilipak
Siyaset dua ile istenen bela mı?
Derin Gerçekler
Adaylar bilmedikleri bir işe mi talepte bulundular acaba? Hiç düşündüler mi bunu acaba.? Allah öyle buyurdu; “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin'' Öyle yaparsanız hem kendinize hem de halkınıza zarar verirsiniz. Ahiretinizi de kaybederseniz. Kendi ailesini bile yönetmekten aciz insanların ülkeyi yönetmeye talip olması ne garip bir tezat değil mi? Bilmedikleri bir şeye talip oluyorlar. Kimileri kendileri milletin kesesinden, sırtından kazanmak için, aklınca kendini korumak ve milletin öfkesinden kurtulmak için bir zırh olarak gördüğü o işe soyunuyor. Oysa o zırh bir paratoner gibidir. Bunların pek çoğu, bana sorarsanız kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar.
Neden mi bunları yazıyorum? Siyaset vebali olan bir iştir. Kul hakkı ile ilgili bir meseledir. Başkalarının sorumluluğunu üstleniyorsunuz. Unutmayın, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan da hesaba çekileceksiniz. Eflatun kişinin, kendinin devlet görevine, siyaseten ve bürokrat olarak talip olmasının akıl karı olmadığını söyler. Talip olan kişi ya o işi bilmemektedir, ya da iyi niyetli, dürüst biri değildir.
Siyaset sadece bilgi işi değil, sabır gerektirir, cesaret gerektirir. Mal ve makam tamahı olmaması gerekir. Benim gördüğüm bunların çoğu Allah’tan başka hemen herkesten korkuyorlar. Liderlerine karşı ağızlarını açmaya korkan insanlar bunlar. Çünkü onu oraya getiren odur onlara göre. Ondan sadakat istenir. Halk seçmez onları, Halk seçileni seçer. Artık ön seçim bile yok, bırakın tercihli oy’u. Sonunda parayı veren düdüğü çalıyor.
Bakın bu şekil bir siyaset maslahat üretmez. O siyaset çözüm üretmez, sulh etmez, çatışma üretir. Bugünkü siyaset toplumsal anlamda bir kanserleşmeye benziyor. Siyasetin objesi olan partiler, bir bütünün parçaları gibi davranmıyor. Birbirini yiyen hücrelere dönüşüyor. Ve Toplumu da dini, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarına dayalı ayrışma ve çatışmaya kışkırtabiliyor.
Şimdi bizim sufi geçinen softalar siyasete destursuz dalıyorlar. Tasavvuf ahlakında, kişi kendi nefsinin şerrinden bile Allah'a sığınırken, başka nefislerin sorumluluğunu almaktan korktukları, edep ettikleri için uzak durulardı. Şimdi uzak durmak şöyle dursun içeriden çıkmıyorlar. Saflarını o kadar sık ve eğri tutuyorlar ki, başkalarının araya girmesine bile razı olmuyorlar. Halkın hukukunu koruması gerekenler, halka karşı siyasileri koruyorlar adeta, fetvaları, vaaz ve nasihatleri ile. Saltanat dönemlerinden menkıbeler anlatarak, Asr-ı Saadet ve 4 halife dönemini unutup.
Vay o gariplerin, dul ve yetimlerin, yurtlarından çıkartılanların, mustazafların hamiliğini üslenmeyi bırakıp, makam ve servet sahiplerinin yanında saf tutanlar yok mu, onların namazları da kabul olmayacak. Bizim geleneğimizde birinin siyaset ve bürokrasi konusunda kendi adına talepte bulunması edeben uygun bulunmaz. Ehli hal ve akt ehlinden, ayandan birileri birilerini davet eder, seçimi ise halkın yapması gerekir. Yani devlet başkanı için sanki intihab-ı sani denilen seçicilerin seçmesi daha uygun gibi.
Biz “Raina demeyin, unzurna deyin” diye emredildi. Ama modern devlet çok buyurgan, karşı çıkanı cezalandırıyor. Kendi saltanatı için beşikteki bebeği bile katledebiliyor. Devlet, adına eğitim dediği metotla, aslında kendine göre, bir reaya ve teb’a (Riayet eden ve tabi olan) ahali, modern köleler üretiyor. Resmi din, resmi ideoloji, Media, sürekli olarak taraflı bilgi bombardımanına tabi tutuyor insanları. Farklı merkezlerin propagandaları sonunda toplum ayrıştırılıyor ve sonrada din, mezhep, ideolojik, politik, etnik olarak ayrıştırılıp, sonra da çatıştırılıyor. Ve birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretiyorlar.
Muhsin Yazıcıoğlu’nu hatırlayın, Eşref Bitlis’i, Uğur Mumcu’yu, Necip Hablemitoğlu’nu ya da Özal’ı hatırlayın. Daha bir çok isim yazabiliriz, dün yaşananlarla ilgili ve bugün de aynen devam ediyor. Sahi, Sinan Ateş’i kim, niçin öldürdü? CoVİD yalanı arkasına saklanıp mRNA üzerinden aşı bahanesi ile şifa vereceğiz diye tüm dünyada milyonlarca insanı katlettiler, Aileyi ıslah edeceğiz diye aileyi bitirdiler, İklim yalanının arkasına saklanıp karbon senaryosu ile başka bir fitneyi örgütlüyorlar bugün, Gıda-Tarım-Hayvancılık üzerinden aylı lanetli senaryo siyaset üzerinden yeryüzünü fesada vermeye devam ediyor. Ve tabi her şey “sizin iyiliğiniz için” ve “bilimsel”..
Osmanlı nasıl yıkıldı ise, benzer bir yolda ilerliyor olmaktan sakınalım. Bugün seçime katılan partilere bakın! Tartışılan konulara bakın: Türkleşmek, İslamlaşmak, Çağdaşlaşmak (Muasırlaşmak, batılılaşmak).. İşin kötü yanı bu 3. Sınıf, diğer iki sınıfın içine sızıp merkeze yerleşmiş durumda. CoVID sürecinde gördünüz cemaat dediğiniz yapıların “gık”ı çıkmadı. Kimileri bu konuda “nas hükmündedir” demedi mi? “Ulul emr” ya da ”ilim” demedi mi!
Evet, Şeytan her nefiste kendine bir yer bulmuştur, ama insanların çoğunluğu bu ifsada razı oldukları için, her kesimde bilim ve siyaset dünyasında da İnsin Şeytan’ları bu işin taşeronluğuna soyundular.
Şimdi birileri, Osmanlı'nın yıkılışına benzer bir sonucu tekrar yaşanmasından korkuyorlar. Ben de korkuyorum, aynı yanlışı tekrarlayarak yine aynı sonuca hizmet ediyor birileri. Yani kaçtıklarını zannettikleri şeye doğru koşuyorlar. Ötekiler gelir korkusu yayarak, kendilerini değiştirme konusundaki asli görevlerini görmezden geliyorlar. Şeytan da onları böyle kandırıyor. Kendi hata ve günahlarını, başkalarının eski günah ve hataları ile perdelemeye çalışıyorlar. Aslında bu Şeytani bir tuzaktan başka bir şey değil. Aslında bizim onları Hakk'a, hakikate çağırmamız gerekmez mi idi? Tabi önce bizim bu anlamda elimiz ve dilimizin temiz olması gerekirdi. Kendi nefsimizi arındırmamız ve tevbe etmemiz gerekirdi. Abdulhamid de aynı yanlışa düşmedi mi, yan odada Kayın biraderi ve yeğeni İngilizlere çalışırken, kendi yanındakileri görmedi, göremedi, görmek mi istemedi? Şikayet ettiklerini getiren kendi değil mi idi? Kendini eleştirenleri yanından uzaklaştırmadı mı? Tabi yakına topladığı jurnalcileri yanlış jurnallerle onu da aldattılar. Ama yakınları kendi seçmedi mi? Ve tabi sonuç mukadder oldu. Yola çıktıklarını bir kenara bırakır yolda bulduklarınızla yola devam etmek isterseniz varacağınız yer, kaderine ağladıklarınızın vardığı yer olacaktır.
Sağı, solu, milliyetçisi, ötekisi-berikisinin aslında hepsinin temel yanlışı bu. Allah’ın ipini bırakanların Allah'ta ipini bırakır. O zaman birbirimiz için rahmet vesilesi değil, gazab vesilesi oluruz. Şunu bir anlayabilsek, akıl ve hikmet sahibi, dürüst ve cesur insanlar, birbirimize karşı kazanacak bir zaferimiz yok, tek bir zaferimiz var, o da birlikte kazanacağımız bir zafer olacak.
Birbirimize dünyayı cehenneme çevirmek zor değil. Eğer lider ve örgütlerinizin emir komutasında, uluslararası sistemin gösterdiği yönde ilerlemeye devam edecekseniz birlikte ağlayacağımız günler uzak değil.
Şunu kafamıza sokalım: Asıl değişmesi gereken biziz biz!
Bu kadro ile, bu inatla gidilen yolun sonu hüsran olacaktık, mediası, sermayesi, siyaseti ile.
İtiraf edelim “Biz zalimlerden olduk''
Tevbe edelim.
Allah’ın yardımının şartı bu. Yoksa halimiz yaman.
Selam ve dua ile.