Abdurrahman Dilipak
Siyasetin şirazesi
Tek başına “yalnızlık”, ya da azınlık olmak, ya da “çoğunluk”ta olmak erdem ifade etmeyebilir. Önemli olan haklı olmaktır. Belki “orta hal” en iyisidir.
İslam “Çoklukla övünmeyi yasaklar! Tekasür suresinde bu konu ele alınır: “Onları girdikleri çokluk yarışı oyaladı ve kandırdı. (…) İş sizin bildiğiniz / zannettiğiniz gibi değil. Ne olurdu biraz düşünseydiniz? Ne olurdu sizi kandırmayacak olan gerçek bir bilgiyle ilim sahibi olsaydınız? And olsun ki size cehennemi göstereceğiz. Çokluk yarışında olanlar cehennemi apaçık bir şekilde görecekler. Din günü, onların her birini verdiğimiz nimetlerden sorguya çekeceğiz.”
Biz her şeyin hayırlısını isteyelim, bereketlisini isteyelim, servetin de, ömrün de, ölümün de! Hem zaten değil mi ki, “Allah (cc) bizleri, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir”. Kur’an bize Tekasür suresinde, tarih ve atalarımızın güç, servet ve çoklukları ile övünmeyi yasaklar ve müşriklerin bir adeti olarak böyle yapanları kınar. Ne yazık ki, bizler bugün “Muhafazakarlık” adına, filmler, diziler, nutuklar ve törenlerde, Kur’an’ın yasakladığı şeyle övünüyoruz!
Şeytan insanlar için bir tuzak kurdu ve onu “daha fazla mal, daha fazla para, daha fazla oy, daha fazla güç ve daha fazla şöhret”le gizledi. Şükretmeden, bedel de ödemeden daha fazlasını istemek aslında bir tuzaktır. İhtirasla istediğimiz ve sahip olduğumuz her şey bir imtihan vesilesidir. Mal, can ve sevdiğimiz o her ne ise, haksız elde edilmiş, israf edilen ya da sorumluluk noktasında gereği yapılmayan her şey bir fitneye dönüşür.
Siyasetin şirazesi “çoğunluk”tur. Çoğunluksa her zaman hidayet üzere değildir.
Mesela insanların çoğu inkarcıdır (İsra 89) / Kafirdir (Nahl 83), İnsanların çoğu Müşriktir (Rum 42), Fasık’tır (Maide 49). Çoğu gafildir (Yunus 92), Çoğu Yalancıdır ( Şuara 223), Çoğu zanna uyar (Yunus 36), Çoğu nankördür (Furkan 50), Çoğu şükretmez (Bakara 243), Çoğu iman etmez (Bakara 100), Çoğu Hak’tan hoşlanmaz (Zuhruf 78), Çoğu Allah’a ortak koşar (Yusuf 106), Çoğu Kur’an’dan yüz çevirdi (Fussilet 4), Çoğu akletmez (Maide 103).
Çoğunluğu yönetmek istiyorsanız, bunlarla başetmek zorundasınız. Onların istediklerini yapmazsanız, onlar sizden razı olmayacaklar.
Geri kalan herkes de sırat’ı müstakim üzere değildir. Bir kısmı korkularından, onların şerrinden emin olmak için onların yaptıkları karşısında sessiz kalmaktadırlar, bir kısmı da onların sahip oldukları imkanlar sebebi ile onlardan nemalanmak için onlara yakın durmaktadırlar.
Allah böyle bir topluluğa yardım etmez, onların işlerini sarp dağlara sardırır ve onların üstlerine pislik yağdırır. Hal böyle iken, toplumun liyakati belli iken, ona saadet vaad ediyorsa, o sizin için olmayacak duasına amin demenizi istiyordur.
Allah onları birbirine düşürecek, ki onlar birbiri ile uğraşsınlar da başkalarına zarar vermesinler. Bize düşen görev ise, insanları Hakka ve hayra çağırmaktır.
Meşhur bir söz vardır: “Celladına aşık olmuşsa bir millet, Ona ister ezan dinlet, ister çan dinlet, koyun gibi dinliyor itiraz etmiyorsa sürüleşmişse millet, Müstahaktır ona her türlü zillet”.
Siyaset o kadar çok irtifa kaybetti ki, yerde sürükleniyor. Siyaset meydanında kaht-ı rical dönemi yaşanıyor.
Bir yandan övünürken, vaad ederken mangalda kül bırakmayan partilerin hemen hepsi bölünme, dağılma korkusu yaşıyor. Övünmeleri korkuları kadar büyük. Gelecek tasavvurları, kendi becerileri değil, ötekilerin zaafları üzerine kurulu.
İslam bize “insan merkezli bir dünya” vaad etmez. Biz “Mücerret” anlamda “İnsancı” da değiliz. İnsan “Belhum adal” yani “hayvandan da aşağı” olabileceği gibi, “ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat” da olabilir. İslam “Hak merkezli” bir insan, toplum ve siyaset ön görür.
Biz siyaset yapamayız değil.. Adalet temelli bir siyaset, toplumun farklı kesimlerinin birbirlerine güvensizlikleri sebebi ile bizim adaletimize güvendikleri için bize vekalet verebilirler.
Şunu unutmayalım, siyaset “velayet” müessesesi değil, “vekalet” müessesedir. Bizim bu anlamda “el emin” bir kişiliğe sahip olmamız gerek. Kesinlikle siyasetin kapsama alanını daraltmamız gerek. Aslolan “mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyeti”nin korunmasıdır. İslam temelli siyasette “Maslahatın temeli”ni, “adalet, barış ve hürriyet”in oluşturması gerekir. Maslahat “sulhetmek” anlamına gelir. Önce insanın aklı ile vijdanını barıştırmak gerekir. Bu kapıdan geçmeden insanı insanla barıştırmak mümkün değildir. İnsan insanla barışmışsa, sıra insanın fıtratla, tabiatla barışmasına gelmiştir. Bu “3 barış” bizi Allah’la barışa götürecektir. Değilse insan Allah’la savaştadır.
İslam “slm” kökünden “barışa giden yol” demektir. Allah’ın (cc) bir diğer adı da “Selam: Barış”tır.
Bu anlamda dünyada siyasetin şirazesi koptu. Siyasetçiler adeta İlahlık ve Rablik taslıyorlar. “Tek adam” olma çabasındalar, çok kibirliler. Bugün gelinen noktada “İnsanlığın fıtratına müdahale”den söz ediyorlar. TransHumanizm dedikleri şey, aslında insanın mental ve biyolojik olarak yeniden tanımlanması iradesini içeriyor.
Geldiğimiz noktada, SART hikayesinde çok kötü bir sınav verdik. Şimdi daha beteri geliyor, 5G, İklim belası, dünün yanlışlarından ders çıkarmadan, daha şimdiden iklim belası için kolları sıvamış gözüküyoruz. Birileri kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar, yokuş aşağı koşar gibi.
Allah’ım sen bu fitneden mazlumları, akıl sahiplerini, iman sahiplerini, çocukları ve yaşlıları koru. Bizi düşmanlarımızın ve onların yerli işbirlikçilerinin eline bırakma. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Selâm ve dua ile.