'Siyonist Rejim'in ortadan kalkması İslam Devrimi'nin varlık sebebidir'
Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni Nurettin Şirin, "Siyonist Rejim'in ortadan kalkması İslam Devrimi'nin varlık sebebidir. Bu devrim, Siyonist Rejim'in tarihin çöplügüne atılması için gerçekleştirilmiş bir devrimdir" dedi.
İran'da 1979'da gerçekleştirilen İslam Devrimi 43. yılına girdi. Bu özel gün her sene olduğu gibi ülke genelinde coşkulu şekilde kutlanıyor.
İran Devriminin gerçekleşmesiyle birlikte egemenlik ve bağımsızlık konusunda büyük kazanımlar elde eden İran halkı, her zaman İslam dünyası ve özellikle Filistin halkının yanında olmaya çaba sarfetmiştir.
Mehr Haber Ajansı muhabiri İran İslam Devrimi zaferinin 43. yıldönümü münasebetiyle Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni "Nurettin Şirin" ile bir röportaj gerçekleştirdi. Aşağıdaki yazıda bu röportajı okuyabilirsiniz:
1- İran İslam Cumhuriyeti’nin sunduğu İslam modeli ile bölgede Amerika’nın desteklediği İslam modeli arasındaki fark nedir?
Merhum İmam Humeyni önderliğinde 11 Şubat 1979’da İran’da İslam devrimi gerçekleştiğinde, bu devrim sadece İran’daki şahlık düzeninin yıkılması anlamına gelmiyordu. Bu devrim sadece siyasal bir değişikliğin de adı değildi.
Bu devrim, küresel düzlemde şirk ve zulüm üzerine kurulu düzenlerin, egemen emperyalist güçlerin ve gayri meşru saltanatların karşısında, hak, adalet ve onur adına bir kurtuluşun fermanı anlamına geliyordu. Bu devrim zalimler karşısında bir tufan, bir volkan gibiydi. Bu devrim mazlumlar için bir dağ bir hisar gibiydi.
Zaten İslam devrimi önderi İmam Humeyni, bu devrimin varlık sebeplerini ve evrensel hedeflerini beyan ederken devrimin bu yönlerine her zaman dikkat çekmiş, bütün dünya mustazafları kurtuluncaya, siyonist İsrail rejimi ortadan kalkıncaya kadar devrimin süreciğini beyan etmiştir. Nitekim bu inkılabın 43 yıl boyunca içinde olduğu savaşın sebebi de budur.
Eğer tüm küresel haydutlar ve bölgesel müttefikleri dört bir yandan İslam devrimine karşı saldırılarını sürdürüyorlarsa ve bu devrim tarihin en ağır abluka ve ambargolarıyla karşı karşıya kalıyorsa, bu özelliklerini koruduğu içindir.
Amerikan emperyalizmi devrimin başında ABD Başkanı Jimmy Carter ağzından şöyle bir ifade kullanmıştı: “Biz İslam’a karşı değiliz. Bizim karşı olduğumuz Humeyni İslamı’dır.”
Bu küresel firavun düzeni kendi literatüründe “iki İslam” tanımı yapmış oldu. Daha sonra ise Jimmy Carter’in Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, “Yeşil Kuşak Projesi” adı altında şu tanımı yapmıştır: “Dost İslam – Düşman İslam”… Ve devamla şunu söylemiştir: “Dost İslam’ı güçlendirmeli, düşman İslam’ı ise bastırmalıyız.”
İşte burada Amerikan sofrasından kalkmayan ve emrinden hiç dışı çıkmayan, başta Suud rejimi olmak üzere tüm bölgesel işbirlikçilerinin üzerlerine giydiği İslam kisvesinin adı “Amerikancı İSlam”dır.
Amerikancı İslam’ın başta gelen özelliği emperyalizmin İslam dünyasındaki sömürge ve sulta siyasetine hizmet etmek, onların önünü açmak ve onlara payanda olmaktır.
Amerikancı İslam demek, küresel firavun sistemine boyun eğmek ve onun emrinde bir jandarma olmaktır. Nitekim İslam devrimi ile tarihin çöplüğüne atılan Şah Rıza Pehlevi de “Amerikancı İslam”ın bölgedeki bir jandarması idi. Dolayısıyla bu devrim “Muhammedi İslam’ın Amerikancı İslam’a karşı bir zaferi” idi.
Amerikancı İslam, siyonizmin Filistin üzerindeki işgalini, gayri meşru varlığını ve yayılmacılığını onaylayan, gizlide açıkta onunla işbirliği yapan derin bir ihanetin adıdır. Bu ihanetin başını dün olduğu gibi bugün de Al-i Suud rejimi çekmektedir. Çünkü Al-i Suud rejimini hicaz topraklarında, siyonist İsrail rejimini de Filistin topraklarında ortaya çıkartan İngiliz emperyalizmi olmuştur. Bu Suud rejimi de, İsrail rejimi de İngiliz emperyalizminin sülbünden gelmiştir. Kökleri aynıdır, anaları da, babaları da aynıdır.
Muhammedi İslam “direniş cephesi” olarak emperyalizm ve siyonist rejime karşı destansı bir direniş sürdürürken, “Amerikancı İslam” ekseni de, adına “Yüzyılın Anlaşması” “Normalleşma” denilen oyunlarla siyonist rejimin ömrünü uzatmak için çırpınıp durmaktadır.
Bugün bölgemizde iki bayrak dikilmiştir: Muhammedi İslam “direniş cephesi” olarak emperyalizm ve siyonist rejime karşı destansı bir direniş sürdürürken, “Amerikancı İslam” ekseni de, adına “Yüzyılın Anlaşması” “Normalleşma” denilen oyunlarla siyonist rejimin ömrünü uzatmak için çırpınıp durmaktadır. Zaten Siyonizm ile Amerikancı İslam’ın kaderi birdir, güvenlikleri birbirine bağlı, geleceği de birbirine bağlıdır. Siyonist rejimin kısalan ömrü, bu işbirlikçi hain rejimlerin de sonunu getirmekte, onun için her geçen zaman birbirlerine daha çok sarılmaktadırlar.
Amerikancı İslam, firavun düzenin ellerini öpüp onun önünde secede ederken, Muhammedi İslam bu firavun düzeninin ellerini kesmekte ve ayaklarını kırmaktadır. Amerikancı İslam zamanın putlarına muhafızlık yaparken, Muhammedi İslam ise bu putları yıkmaktadır.
Muhammedi İslam “putkıran İslam”dır. Amerikancı İslam ise “Putları kollayan İslam”dır.
Amerikancı İslam, küresel ve yerel soyguncuların İslam dünyasını talan siyasetlerine lojistik destek verirken, Muhammedi İslam ise bu soyguncu düzenin ve şebekenin direklerini yıkmaktadır.
Muhammedi İslam özgürlük, adalet ve onurun sancağı, Amerikancı İslam ise zulüm, esaret ve zilletin menbaıdır.
2. İran İslam Devrimi'nin direniş ekseni ile Filistin'e verdiği desteğin bölge için bir fırsat olduğu; ancak Katar ve Türkiye gibi ülkelerin verdiği desteklerin çok farklı olduğu değerlendiriliyor. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunun altına çizmek gerekir: bir kanser uru olan siyonist rejimin ortadan kalkması İslam Devriminin varlık sebebidir. İmam humeyni devrimin zaferinden yıllar önce bu hedefi her zaman vurgulamış, siyonist rejimin mutlaka ortadan kalkacağına dikkat çekmiştir. Bu cihetten diyebeliriz ki bu devrim aynı zamanda Siyonist Rejimin tarihin çöplügüne atılması için gerçekleştirilmiş bir devrimdir.
Dolayısıyla devrimin zafere ulaşmasından bu güne kadar İslam Devrimi bu siyonist varlığın yok edilmesi için bütün gücünü ortaya koymuş, imkanlarını ve kaynaklarını seferber etmiş ve bu uğurda hayal bile edilemeyecek fedakarlıkları göstermiştir. Öyle ki, bu devrim Filistin ve Kudüs’ün kurtuluşunu İslami İran’ın yol haritasının birinci maddesi yapmıştır.
İslam devrimi bu yönde askeri, siyasi, ekonomik tüm kanalları seferber etmiş, Kudüs’ü özgürleştirecek bir direniş projesi için gereken tüm hazırlıkları yapmış, gereken donanımı sağlamış ve desteklerini hep sürdürmüştür. Çünkü İslam devrimi bir Kudüs devrimidir. İslam devrimi bir Filistin devrimidir.
Elbette ki Türkiye’nin Filistin’in savunulması yönünde ortaya koyduğu çabalar ile İslam devriminin ortaya koyduğu çabalar kıyas edilemez. Çünkü her ikisinin bağlamları farklıdır. Türkiye ile siyonist rejim arasındaki ilişki köken itibarıyla varoluşsal bir ilişkidir. Türkiye ile siyonist rejim birbirlerine dayalı olarak yürümüşlerdir.
Ancak Türkiye’deki mevcut hükümet, bunun aksine elinden geldiğince Filistin davasına yardımcı olmakta ve Kudüs’ü savunmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin Filistin davası için yaptıkları, daha doğrusu yapabildikleri, elbetteki yeterli değildir. Bizim istediğimiz ve beklediğimiz bunun çok ötesidir ve öncelikli olarak bu siyonist reijimle her türlü ilişkilerin tamamen kesilmesini istiyoruz.
Bu ülkede siyonist rejimin bayrağının dalgalanmamasını, siyonist rejim adına elçilik ve konsoolosluklarının olmamasını istiyoruz.
Emperyalizm ve siyonizm ne kadar tuzaklar kursa da, ne kadar oyunlar oynasa da İnşaallah Türkiye bu noktalara da erişecek, Türkiye siyonist rejme tüm kapıları kapatacak ve inşaallah Türkiye, İslami İran’ın yaptığı gibi Filistin direnişinin bir üssü haline de gelecektir.
Bizler Türkiye’nin tarihine ve Osmanlı dönemine baktığımızda Filistin toprakları üzerindeki dörtyüz yıllık bir egemenliği, Filistin’in esenliğini görürüz. Yine Filistin topraklarına baktığımızda bu toprakların bağrında binlerce Osmanlı akıncısının şehit olarak yattığını görürüz. Türkiye olarak bizim Filistinle bağımız hem akide bağıdır, hem de tarih bağıdır. Bizim Filistinle bağımız hem vicdan bağıdır, hem de kan bağıdır.
Dolayısıyla elbette ki Filistin savunulması ve Kudüs’ün özgürleşmesi için Türkiye’nin yapması gereken çok daha fazla şey vardır. Bu bir taraftan imkan ve şartlara bağlı iken, bir taraftan da iradeye bağlıdır.
Türkiye başbakanlarından Merhum Necmeddin Erbakan bu ülkede siyonizmle mücadele bayrağını diken, bu bilinç ve sorumluluğun tohumlarını eken dirayet ve izzet dolu bir lider olmuştur. Onun en büyük davası Filistin’in tamamen kurtuluşu davası idi. Onun en büyük hedefi siyonizm mikrobunun bütün yeryüzünden temizlenmesi idi.
Bizler de Türkiyeli bir müslüman olarak onun bu izzet ve azamet dolu mücadelesinden aldığımız dersler ile yolumuzu çizdik. Bizi bu kutlu yola katan ve bizi Kudüs’ün özgürlük davasına bağlayan Merhum Necmeddin Erbakan hocamız olmuştur...
Şubat ayı hocamızın rıhlet yıldönümüdür. Bu vesileyle merhum Erbakan hocamızı rahmet ve minnetle anarken, onun bizlere miras bıraktığı siyonizmle mücadele bayrağını Kudüs’te dalgalandıracağımız günlerin yakın olmasını Allah Tebareke ve Teala’dan niyaz ediyoruz.
Nitekim Erbakan Hocanın hem İslam devrimine, hem de İmam Humeyni’ye karşı duyduğu derin sevginin en büyük sebebi de siyonizmle mücadele konusu olmuştur. Bizlerin de dünden bugüne İslam devrimi ile olan bağımızın en büyük sebebi de yine Kudüs davasıdır.
Son olarak, kutlu İslam devriminin yıldönümü bütün İslam ümmetine ve yeryüzünün tüm özgür halklarına mübarek olsun. Bu devrimin yıldönümü Kudüs’e ve direniş cephesine mübarek olsun. Böyle bir devrime önderlik eden asrımızın putkıranı İmam Humeyni’ye ve onun bereket dolu hatıratına selamlar olsun. (Mehr)