Sordum, Neden ?

Sordum, Neden ?

"İsmail'in kurban oluşundaki aşk bile seni battaniye ile ilgilenmekten alıkoymamıştır!"

HACC

Anne, baba!

Geçen sene sizinle hacca geldim ve sizin ne yaptığınızı gördüm! Boing 707 model bir uçakla Mekke'ye vardınız, kalabalık bir havaalanına indikten sonra kapağında pek çok dinî büyüğün isminin olduğu hac kitapçığını çıkarıp hac ahkâmını okudunuz. Baktım ki, hacca dair yapmanız gereken ilk iş şudur: "Ulaştıktan sonra 'deve'nizden inerken önce sağ ayağınızı yere koyun!" Senin hikâyeni, menasikini ve haccını sonuna kadar okudum.

Seni takip ettim ve Medine'ye gittiğini gördüm. Diğer Müslümanlarla birlikte, kutsadığın fakat kendilerini hiç tanımadığın kimselerin mezarlarını ziyaret etmek için ziyaretgâhlara gittin. O ziyaretgâhın içinde bir Müslüman'ın inanç ve duyarlılığına yakışmayacak bir şekilde yüksek sesle oradaki Müslümanlara kötü sözler söyledin. Oysa onlar da senin gibi Hz.Peygamber'i [s] ziyaret etmek için gelmişlerdi.

Namaz vakti geldiğinde Mescid-i Nebevî'de ezan sesi yükseldi. O vakit, Bilal'in ezanı, Peygamber'in [s] namazı ve ilk Müslümanların namazdaki saflarına dair hatıraların aklında tazelendiğini ve seni heyecanlandırdığını düşündüm. Esnaf, çöpçü, bakkal, beyaz, siyah, sarı, Arap, Türk, Tatar, Çinli, Hintli, Afgan, Filipinli, Endonezyalı, Sudanlı, Zengbarlı, Senegalli, Berber, Yugoslavyalı" Hepsi, tek bir emirle mescide akın ettiler ve tek bir sesle Peygamber'in [s] mescidinde saf tuttular. Bütün ırklardan oluşan beşer okyanusunun dalgaları mescidin kapılarından dışarı taştı ve bütün Medine'yi kapladı. Ansızın, senin de içinde bulunduğun dağınık bir grubun, cin görmüş gibi, uyumlu okyanus dalgalarını andıran o ahenkli namaz saflarını bir o taraftan bir bu taraftan yararak kaçıştığını gördüm!

Sordum, neden?

 

Dedin ki: "Biz, bunlarla namaz kılmayız. Hz. Peygamber'in [s] mescidinde Müslümanlarla birlikte namaza durmayız. Otelimize gider, orada kendi başımıza ve kendi imamızın arkasında namazımızı kılarız!"

 

Baktım, oradakiler de, size, Mescid-i Nebevî'de namaz kılmaya layık olmayan mezhep mensupları gözüyle bakıyorlar! Kendi kendilerine soruyorlardı: "Bunlar, niye geldiler? Acaba, Peygamber [s] mescidinin içinde yüksek sesle Peygamber'in [s] ashabına, hatta hatta namusuna dil uzatıp çirkin sözler söyleyerek ihtilaf tohumları ekmeye mi geldiler?"

 

Aranızdaki ihtilaf sonucunda ortaya çıkan sömürü, Samirî'nin buzağısı adına ikinizin da sorularına cevap vermekte ve sizi birbirinize tanıtmaktadır! O, size şöyle demektedir: "Bu Sünnîler, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in düşmanıdırlar!" Sünnîlere ise şunları söylemektedir: "Bu Şiîlerin tümü, Hz. Ali'yi tanrı olarak kabul eden müşrik ve mühürperest kimselerdir. Onlar, Filistin'e düşmanlık ediyor ve mevcut Kur'an'ı eksik görüyorlar. Kur'an'ın yerine Mefâtih'ul-Cinân'ı benimsiyorlar, Kâbe yerine ise mezarları tavaf ediyorlar""

 

Mekke'de çeşitli vesveselerin vardı. Sol omuzun, tam olarak Kâbe hizasında olmalıydı! Bir milimetre bile kayma olursa her şey boşuna gidebilirdi! Bu, o kadar önemli bir konu idi ki, erkeklerin çoğu, eşlerinin omzuna ellerini koyarak Kâbe'ye bakıyorlardı, tâ ki bu açıyı yakalayabilsinler! Sanki hac ibadeti, elektronik ve kompleks bir mekanik işlemdir, dolayısıyla da bütün aklı ve duyguları onun teknik ve fenni boyutuna vermek gerekirmiş gibi! Sanki bu formdan azıcık bir şaşma olursa her şey bitermiş gibi! Hâlbuki siz kendiniz "Peygamber [s], devenin üzerinde iken Kâbe'ye girdi ve o şekilde tavaf etti." demiyor musunuz?

 

Her zaman ve her yerde senin aklın ve hissiyatın teknik formalitelerde idi. Bin yıl 'nasıl' diye sordun ama bir defa 'niye' diye sormadın!

 

Mekke'de hep bu tür vesveselerle meşgul olduğun halde dört adım ötede Yahudiler, senin dindaşlarına katliam uyguluyor, onların evine tecavüz edip namussuzluklar yapıyor, çoluk çocukla birlikte evi havaya uçurup gidiyor fakat senin kılın bile kıpırdamıyor! Hatta bu konudaki haberleri bile dinlemeyip şöyle diyorsun: "Arkadaş, biz ne yapalım? Herkes kendisini kurtarsın! Zaten biz, uluslararası ilişkileri anlamayız! Ayrıca Filistinlilerin, Yahudilerden daha kötü olmadığı ne malum! Arap filmlerinin, ne kadar kötü olduğunu görmüyor musunuz? Onlar, bunu hak ediyorlar! Onlar, Şiî olmadıkları için Ehl-i Beyt'in âhını çekiyorlar! Bilin ki, her amelin bir karşılığı vardır!"

 

Aynı kafileden bir kişi şöyle diyordu: "Bir defasında battaniyemi kaybettim, ne kadar aradımsa bulamadım ve aramaktan vazgeçip yeni bir battaniye aldım, Arafat'a çıktım. Çaldırdığım battaniyemi orada buldum. Kenarlarından birine bir işaret koyduğum için benimki olduğunu anladım. Battaniyeyi alan adam, diğer tarafa dönük olduğu için iyice baktım gördüm ki, kenarlardaki bütün dikişleri açmış. Anladım ki ihram olarak kullanmak için öyle yapmış. Zira bilindiği gibi, ihramın dikişsiz olması dinî bir gerekliliktir. Baba, gördüm ki, bir cihad olan bu hac, mahşeri hatırlatan ihram ve İsmail'in kurban oluşundaki aşk bile seni battaniye ile ilgilenmekten alıkoymamıştır!"

 

Belki bunun, bir istisna olduğunu düşünüyor olabilirsin. Fakat sa'yda da benzer durumlarla karşılaştım. Sa'y mekânı ki, dinî duygulardan ziyade insanî duyguların öne çıktığı bir yerdir. Merhum Celal Âl-i Ahmed, bu yer hakkında şöyle demektedir: "İlk sa'yda herhangi bir şey hissetmedim. İkinci, üçüncü, derken yavaş yavaş tutuşmaya başladım. Daha sonra öyle bir heyecan, öyle bir duygulanma oldu ki, tahammül edemez duruma geldim ve bu halin benden gitmesi için başımı sa'yin duvarlarına vurmak istedim!" işte böyle bir yerde, sa'y halindeki iki müminin, şöyle konuştuklarına şahit oldum. Baktım hacı efendilerden biri, Hacer'in hatırasını yenilemek ve düşünmekle meşgul olması gerekirken arkadaşına şöyle diyor:

 

Hacı falan, ben yeni bir şey keşfettim.

Koşan arkadaşı ona:

Ne keşfettin?

Bizim yaptığımız tavafu'n-nisâyı yapmayan Sünnîlerin işi zordur. Zira bu tavafı yapmayanların hanımları onlardan boşanmış sayılır. Bunların babaları ve anneleri de tavafu'n-nisâyı yapmadığına göre" Anlıyor musun ne demek istiyorum, hacı?

Evet, aklınla bin yaşa! Yani diyorsun ki, bütün bunlar"! Ha ha ha"

 

Ben de sa'y yaptım. Orada benimle birlikte hacca gelen bilgili, sanattan anlayan ve hassas bir doktor, bana şöyle dedi: "Hacda nasıl bir derinliğin olduğunu ve İslam'ın, bu düşünce ve manalardan meydana geldiğini yeni anladım! Şimdiye değin, dinde bu seviyede bir tefekkür, hikmet, derinlik ve kültürün mevcut olduğunu anlamamıştım!"  Bütün bu maneviyat, duygusallık, düşünce ve derinlikten şiddetli bir şekilde etkilenen bu doktor, haccın, insanın tabiatı ve yaşamı üzerinde etkili olduğunu düşünerek ciddi bir mesuliyet hissine kapıldı. Bundan dolayı da, her şeyi derin bir şekilde tefekkür etti, her ameli sordu ve haccın her boyutunun derin manalarla dolu olduğunu anladı.

 

Benim yakınımda sa'y yapıyordu. Derin düşünceler ve ince duygulara gark olmuştu. Çok ince ruhlu biriydi. Hac menasiki, duaları ve ziyaretleriyle ilgili olan bir kitapçığı açmış okuyordu. Ansızın hayretler içinde bana sordu: "Birileri buraya bir şey yazmış, tam olarak anlayamadım, acaba ne demek istiyor?"

 

"Ne yazmış?" diye sordum.

 

Dedi ki, şöyle deniyor: "Dördüncü sa'yda Safa Tepesi'nin dördüncü basamağına gidip şu duayı okusan zengin olursun!"

 

İnsanî değerler, ruhî güzellikler, bilgi, bilinç, sanat, iman ve aşktan anlayan özellikle de İslâm ve hac konularında henüz yeni güzellikler, derinlikler ve ilmî boyutlar keşfetmiş olan aydın, bilgili ve hassas bir gencin, paraperest, beceriksiz ve aciz kimselere mahsus olan para için dua etmek gibi bir durumla burada karşılaşmasından utandım.

 

Konuyu açıklama sadedinde: "Bu ifadeleri, hac mevsimine yakın bir zamanda kitabı yayınlayan yayıncılar yazmışlardır." dedim. Adam, bana kitabın kapağını ve oradaki yazarın adını göstermesin mi? Şok içinde yola koyuldum ve sa'yime devam ettim. Hem de ne hızla! Verdiğim tek cevap, bu oldu!

 

Diyorum ki, böyle bir yöntemden ve zengin olma yolundan söz edilebilir. Fakat burada mı ey Allah'a inananlar?! Burası, insanın, aşktan eridiği; İbrahim'in yaptıklarından, İsmail'in kurban olmasından ve yapayalnız Hacer'in sa'yinden heyecanlandığı; Peygamber'in [s] hatırasından, Allah, insan ve kıyamet düşüncesinden yanıp tutuştuğu bir yerdir. Düşünün, adam, böyle bir yerde zengin olma arayışı içindedir!

 

Ya sen, ey bu kitabı yazan âlim efendi! Acaba sen kendin hiç kimseden para almıyor musun? Zengin olmak için hiçbir şey yapmıyor musun? Sadece yılda bir defa hacca gidip dördüncü sa'yda o duayı okuyup zengin mi oluyorsun? Peki, neden paran yoktur? Paran varsa bile, onu sa'ydaki duadan kazanmadığın açık bir gerçektir! Hayır değerli âlim, bunu, ne dördüncü basamak ne de Safa Tepesi yapar! Zira sa'yin yapıldığı yer, İtalya ve Amerika tarzı modern bir tüneldir. Senin duyguların nerede? Kendin haccı görmediğin halde zavallı insanlar için hac rehberi hazırlıyorsun. Artık eskidiği için hacılar, dört motorlu uçaklara bile binmezken sen, deveden, Safa Tepesi'ndeki dördüncü basamaktan, güzel kokunun satıldığı çarşıdan v.s.den söz ediyorsun.

 

İşte sen busun ve şunu söylüyorsun: "Eğer falan duayı, Kâbe'nin altınoluğunun altında okursan düşmanın hamam böceğine dönüşür. Falan dua, seni zengin eder. Kur'an'ın falan suresi, seni hastalıktan kurtarır"" İnsanlar, senin söylediklerini dinî esaslar olarak kabul edip uyguluyorlar. Herhangi bir sonuç alamayınca da dinden, inançlarından, Kâbe'den, duadan ve Kur'an'dan şüphelenmeye ve yüz çevirmeye başlıyorlar.

 

Anne, baba! Biliyorum ki bu yolla para kazanılmaz! Sizi iki durumdan birine yönlendiriyorlar: Ya Peygamber'e [s] isnat edilen "Fakirlikle gurur duyarım!" sözüne dayanarak hayatı/parayı küçümsemenizi ve fakirliği övüp onunla gurur duymanızı sağlamak ya da zengin olmak, mutluluk, maddi servet, hayır ve bereket için sizi virde ve duaya davet etmek. Olmazsa, acziyet, yakarış ve gözyaşlarıyla imamların ve onların soyundan gelenlerin türbelerinden isteyin! Fakat bakıyorum ki, sizin, toplumunuzun ve bütün İslâm dünyasının servetleri, kaynakları ve birikimlerini götürüyorlar ama sen, onlara kıymetsiz dünyalık gözüyle bakıp şöyle diyorsun: "Bunlar, kıymeti olmayan murdar şeylerdir! Dünya nimetleri, ahiretten nasibi olmayan ve bize özlemle bakan biçare kâfirler içindir! Nasıl olsa bu dünyada yediklerinin tümünü, öbür dünyada geri verecekler; öyleyse bırakın götürsünler!" Bilmiyorum ne diyeyim? Sen bile ne dediğini bilmiyorsun!                 

 

Hâlbuki dinsiz biri olarak bana göre benim ve toplumumun zenginleşme yolu, sahip olduğumuz paraları ve servetleri korumak ve düşmana kaptırmamaktan geçer. Zengin olmak için bilim, teknik, bilinç ve mantık gerekir. Görmüyor musun, duacı müminler fakir ve geri kaldıkları halde namazsız kâfirler, ilerlemiş olup yeryüzünün bütün nimetlerine hükmediyorlar?

 

tevhidhaber

Ali Şeriati / Anne Baba Biz Suçluyuz Kitabından Alıntılanmıştır