"Sorgulamayan Müslüman Bünye"
Üstad Atasoy Müftüoğlu’nun Yeni Şafak Gazetesi’nde yayımlanan 22 Ocak tarihli yazısını iktibas ediyoruz:
Daha çok bilincin, daha çok kalbin bir araya gelmesi gerekiyor
İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat çevreleri, yaşamadıkları, nasıl yaşanacağını bilmedikleri, tecrübe etmedikleri, nasıl tecrübe edebilecekleri konusunda çözümlemeler yapmadıkları İslam’ı tarif etmeye ve araştırmaya devam ediyor. Bugün aziz İslam’ın ve aziz Kur’an’ın niçin yalnızca “araştırma” konusu olarak sınırlandırıldığının hiç bir ikna edici açıklaması yoktur.
İslami varoluş, insanlığa ve İslami bütüne ilişkin sorumluluk almakla başlar. İslami bütünü en güzel şekilde temsil kaygısı taşıyan Müslümanlar, etnik köken ya da mezhep kaygısı taşımazlar. Günümüz dünyasında Müslümanlar kendilerini etnik aidiyet ve mezhep aidiyeti temelinde tanımladıkları için, İslami bütünden, bütünlükten söz edemiyoruz. Bu durum, İslami bütünün, emperyalist-sömürgeci-Haçlı saldırılarından çok, içeriden gelen saldırılarla parçalandığına işaret ediyor.
İslami/tevhidi bütünlük parçalandığı, hayatımızı belirleme, biçimlendirme ve yönetme iradesini kaybettiği için, bugün hayatımızı sahte mutlaklar, sahte mutlaklara dayalı dünya görüşü ve hayat tarzı belirliyor. Sahte mutlaklar, bütün kavram ve kurumlarıyla, hayatın tam merkezinde belirleyici iken, İslami mutlaklar hayatın kıyısında bile yer alamıyor, hayatın dışında tutunmaya çalışıyor. Hayatın dışında konumlandırılan İslam’ın, hayata yönelik iddialara sahip olamayacağı açıktır. Bugün, Müslümanlar olarak, İslami anlamda sahip olduğumuz düşünceler, hayatın kendisi olan düşünceler değildir.
SORGULAMAYAN MÜSLÜMAN BÜNYE
Zamana yenik düşen, zamana niçin/neden yenik düştüğünü sorgulayamayan, bu doğrultuda büyük sorular sorması gerektiği halde, bu soruları hiç bir zaman soramayan, bu durumda ne yapılması gerektiği konusunu tartışmaya açmayan Müslüman bünye, geçmişten intikal eden kalıplara, çerçevelere bağımlı bir toplum ve kültür oluşturduğu için, yeni seçenekler üzerinde düşünemiyor, yeni seçenekler üretme ihtiyacı duymuyor. Hangi toplumda ve kültürde yaşıyor olursak olalım, yeni seçenekler üretmek çok yoğun entelektüel çaba ve birikim ister. Statükonun sürdürülmesinden yana olanların, yeni seçenek üretmek gibi bir meselesi olamaz.
Statükoya mahkûm olmak, yeni hiç bir şeyi tecrübe edememek, yeni hiç bir şeyi tahayyül ve tasavvur edememek, hiç bir şey hakkında yeni bir şey söyleyememek demektir. Bu durum, vahim bir durumdur; zihinsel ve ruhsal bir taşlaşmaya işaret eder.
Statükonun belirleyici ve tayin edici etkisini özümseyen geleneklerde/kültürlerde, zihinsel özgürlük diye bir şeye ihtiyaç yoktur. Statüko ile bütünleşen bir bünye, bugün İslam toplumlarında görülebileceği üzere, her tür farkındalığa, her tür hayati soruna yabancılaşır. Statüko ile bütünleşmek, farklı, yeni ve özgün bir dünyanın tahayyül edilemeyeceğine inanmaktır. Pek çok yetersizlikle, kültürsüzlükle malûl olan, üzerinde düşünülmemiş şeyler hakkında konuşan/tartışan toplumlar üzerinde hamaset her zaman çok etkili olur, olmuştur. Hamasete ihtiyaç duyan hareketler, akımlar, yapılar, içerisinde yaşadıkları toplumun yetersizliklerini istismar ederek ayakta kalmaya çalışırlar. Kültürel niteliklere sahip olan toplumlarda, hamasi sloganların/klişelerin hiç bir zaman karşılığı olamaz. Bugün çok derin bir kültürsüzlükle malûl bulunduğumuz için, bugünün dünyasına hitap eden tek bir filozofumuz yoktur. Toplumlarımız, filozoflara/düşünürlere/entelektüellere sahip olsaydılar, toplumsal bilinci mitolojik unsurlarla tahkim etmeye çalışmayacaktık; milliyet ve mezhep tartışmalarının/rekabetlerinin faşizan bir kültüre işaret ettiğini görebilecektik.Müslümanlar olarak, İslami tahayyül ve tasavvurlarımızı toplumsallaştırdığımız takdirde, onları gerçeğe dönüştürebiliriz. Burada, tabii ki, sayısal anlamda bir toplumsallaşmadan söz etmiyoruz. Daha çok bilincin, daha çok kalbin, daha çok içtenliğin/samimiyetin, daha çok sorumluluğun ve kaygının, daha çok dayanışma ve duygudaşlığın bir araya geldiği, niteliksel bir toplumsallaşmadan söz ediyoruz.
İSLAMİ ÖLÇÜTLERİMİZİ HAYATA GEÇİRMELİYİZ
İslam dünyası toplumlarında halen tayin edici etkisini sürdüren dini ve politik popülizm uyuşturucuları, ne yazık ki insanımızı ve toplumlarımızı görme ve algılama özürlü toplumlara dönüştürüyor. Görme ve algılama özürlü olmak, bir toplumun ömrünü hayati önemi olmayan ilgilerle, çabalarla, sorunlarla israf etmesi anlamına gelir. Herhangi bir şeyin idrakine varabilmek için, onu bütün boyutlarıyla özümsemek gerekir. Taklit yoluyla özümseme mümkün olamaz. Tek akla, tek yoruma, tek boyuta kendini kapatmak, varolmaktan vazgeçmek demektir. Kendi irademizle yapmadığımız tercihlerle hiç bir mücadeleyi yürütemez, hiç bir mücadeleye bir anlam kazandıramayız.
Gerçek bir zihinsel mücadele, güçlü temeller üzerinde yeniden inşa, popülizmler yoluyla insanlarımızı/toplumlarımızı kişiliksizleştiren, itibarsızlaştıran sorunlu bir gelenek algısının sorgulanmasıyla başlatılabilir. Geleneğe, geleneksel yapılara/kişilere körü körüne itaat eden insanlar için bağımsız karar alma, tercihte bulunma ve muhakeme etme yetisine hiç bir şekilde ihtiyaç yoktur. Popülizme, hamasete başvurmak, her şeyi kendi sıradanlığına çağırmakla ilgilidir. Kendi İslami ölçütlerimizi hayata geçirme iradesine ve özgürlüğüne sahip olabilseydik, başkalarının belirlediği ölçütlere mecbur olmasaydık, popülizmlere ihtiyacımız olmayacaktı.
Günümüzde otoritelerini, meşruiyetlerini sorgulayamadığımız, sorgulamayı düşünmediğimiz sahte mutlaklar tarafından belirleniyor olmak, biz Müslümanlar için dayanılmaz bir trajedidir. Bu trajediyi fark edememek, hissedememek, algılayamamak, bu nedenle de sömürgeci mevcudiyetin/sistemin, paradigmaların müsamahasına sığınarak, İslami bir aidiyetten, varoluştan, İslami iddialardan söz etmek, İslami bütün melekelerimizin dumura uğradığını gösterir.
Sahte mutlaklar tarafından belirlenen sahte hayatlar yaşamaya devam edemeyiz.
DÜŞÜNCE BİÇİMLERİMİZ KÖKTEN DEĞİŞMELİ
İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat çevreleri, yaşamadıkları, nasıl yaşanacağını bilmedikleri, tecrübe etmedikleri, nasıl tecrübe edebilecekleri konusunda çözümlemeler yapmadıkları İslam’ı tarif etmeye ve araştırmaya devam ediyor. Bugün aziz İslam’ın ve aziz Kur’an’ın niçin yalnızca “araştırma” konusu olarak sınırlandırıldığının hiç bir ikna edici açıklaması yoktur.
Sahip olduğumuz İslami düşünceleri nasıl yaşayacağımıza dair somut önerilerimiz yok. İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat çevrelerinin modern entelektüel hurafelerle hesaplaşmak yerine, bu hurafelerin himayesinde İslami bir konumu meşrulaştırmaya çalışmaları, entelektüel kötürümlükle ilgilidir. Müslümanlar olarak bugünün tarihinde bağımsız bir sayfa açabilmek için, düşünce biçimlerimizi kökten değiştirmekten başka bir yol görünmüyor. Bu doğrultuda kolektif bir sorumluluk iradesi gösteremeyen bir bünye için, sürüklenmekten başka bir seçenek yoktur. Sorumluluktan kaçmak, hem bireyleri hem de toplumları, büyük sürünün fark edilmeyen küçük parçalarına dönüştürür. Bugün, İslami temel farkındalıkları, temel ve vazgeçilemez ilkeleri unuttuğumuz için sahte mutlaklara boyun eğiyoruz. İslami düşünce/kültür/ilahiyat/edebiyat çevreleri temel farkındalıkları kaybettikleri için milliyetçi, mezhepçi üstadları, Hitler hayranı düşünürleri, dünyayı şeyhlerinin yönettiğine inanan yazarları/şairleri genç kuşaklar için örnek isimler olarak gündemde tutuyor ve ödüllendiriyor.
‘RASYONEL EGOİZM’DEN KURTULMALIYIZ
Hangi kültür ve toplumda olursa olsun, bağımlılıkla malûl olan bir bünyenin, sorumluluk almak gibi bir meselesi olamaz. Bağımlı bir bünye, kendisiyle ilgili bir sorumluluk alamaz. Bağımlı bir bünyeye, kendisini bağımlı hale getiren irade sorumluluk yükler. Popülizme, statükoya bağımlılık, ilgili bireyleri ve toplumları, taşıdıkları zincire sımsıkı sarılmaya sevkeder. Bugün bizler, Müslümanlar olarak zincirlerimize sımsıkı tutunduğumuz için, nihai-belirleyici tercihler yapmak istemiyoruz. Dini ve politik popülizmler de, halkların bu zincirleri kırmalarını asla istemezler; zira zincirlerin kırılması durumunda sorgulanamayan iktidarlarını sürdüremezler. Toplumlarımızda, hayatlarımızı sıkı sıkıya tutunduğumuz zincirlerle mi, yoksa bu zincirleri kırarak mı sürdürmemiz gerektiğine, bizim için neyin iyi neyin kötü olduğuna, neyle ilgilenmemiz gerektiğine bizim adımıza popülist liderler karar veriyor.
Dünyada hiç bir şey, öteki’ne karşı sorumsuzluğun meşrulaştırılması kadar korkunç olamaz. Hangi ülkede yaşıyor olursa olsun, bütün Müslümanların, “bizim çıkarlarımız çok önemli iken neden komşularımızın çıkarlarının hiç bir önemi yok?” sorusunu sorabilecek bir İslami derinliğe sahip olabilmeleri gerekir. Sonuçlara giden yolda her yöntemi kullanabilen, böylelikle de meşru olmayan yöntemleri de meşrulaştıran bir dünya, umuda yer bırakmayan bir dünyadır. Hangi nedenle olursa olsun, farklı’yı, kendi içimizde ötekileştirdiklerimizi, kendi tahayyüllerimize indirgememeliyiz. Günümüz dünyasında, İslam toplumlarında da, “rasyonel egoizm” bir put haline gelmiştir. Bu durum, insanların, toplumların, tüm ilgilerinin merkezinde, bütün dikkatlerin ve yoğunlukların merkezinde çıkar mülahazalarının yer aldığını, ahlaka hiç bir surette yer verilmediğini gösteriyor.
ELEŞTİREL YAKLAŞIM BENİMSENMELİ
Rasyonel egoizmlerin belirleyici olduğu bir dünya, hiç bir bilgeliğe, derinliğe ve niteliğe ihtiyaç duymuyor. Medya dünyasının, politik dünyanın, temel/varoluşsal insanlık sorunlarıyla ilgisi olmayan gündemi, bütün toplumlarda olduğu gibi bizim toplumlarımızda da, gündelik dehşetin, gündelik bayağılıkların, düzeysizliklerin somut ifadesi haline gelmiştir. Politik mücadelenin gündelik dili, fikir mücadelelerine hayat hakkı tanımıyor.
Taklit’e dayalı bir gelenek ve kültürle yönlendirilmeye, biçimlendirilmeye çalışılan genç kuşakların, bu taklit olgusu sebebiyle kendi düşüncelerini geliştiremeyecekleri, kendi dönemlerini gereği gibi algılayamayacakları, kendi dönemlerine hitap edemeyecekleri, şeylere yeni bir gözle bakamayacakları, klişe ve genelgeçer düşüncelerle günü kurtarmaya devam edecekleri aşikardır. Bu tablo, günümüzün en önemli ve öncelikli sorunudur. Genç kuşakların, geleneği taklit etmek suretiyle sürdürmeleri yerine, hem geleneğe yönelik olarak, hem de bir bütün olarak geçmişe yönelik olarak, eleştirel bir tarih disiplinine ve yaklaşımına yönelmeleri gerekir.