Selâhaddin Çakırgil
Soykırım değil, ‘tehcîr’in acı neticeleri ve ‘muqatele’..
‘Jenosid / Genocide’, sırf inancından, ırkından, etnik kökeninden, kan soyu veya aid olduğu coğrafyadan, sosyal sınıfından, dilinden, cinsiyetinden vs. dolayı insanların kitlevî olarak öldürülmeleri cinayetine uluslararası hukuk dilinde verilen isim.. İngilizce bir kelime.. Soykırım, herhalde, tercümede kullanılan en yakın kelimelerden birisi.. Ve insanlık aleyhine işlenen suçlar denilmekte..
Beşer tarihi, bu açıdan büyük katliâm ve soykırım örnekleriyle doludur..
250 yıl öncelerdeki fr. düşünürlerinden François-Marie A. Voltaire, Amerika kıt’asınıa giden Avrupalı ‘beyaz’ yağmacı ve istilacıların, orada 12 milyon yerli insanı toptan yokettiklerini yazmıştır. Uzak bir zaman dilimi değil.. Amerika’nın keşfi üzerinden bugün, sadece 525 sene geçmektedir..
Daha sonraki asırlarda, hele de Afrika’nın derinliklerine giren Avrupalıların, oradaki siyah ırktan insanlara, insan olarak bile bakmadıkları, onları kitleler halinde öldürdükleri, onları avlamak için özel ‘safarî’ gezileri bile tertibledikleri ve de bu ‘siyah’ insanlardan genç ve kuvvetli olanlarını da ‘insan şeklindeki akıllı hayvanlar’ olarak niteleyip, zincirlere vurarak sürüler halinde, köle ticareti yoluyla Amerika ve diğer coğrafyalara gönderildikleri bilinmiyor değil..
Yine, 500 yıl önce bu günlerde, Avrupa’nın, katolik/ proteston mezhebleri arası ve 30 yıl süren nasıl korkunç savaşlara giriftar olduğunu da hatırlayabiliriz. Öyle ki, onbinler, yüzbinler, sırf kendi mezheblerinden çıkıp karşı mezhebe girdiği veya karşı mezhebde kaldığı için, kitleler halinde yok ediliyor ve hattâ, bedenlerine demir çatallar batırılan ‘zındık’lar kilise duvarlarının mazgal deliklerinden, aşağıda kilise duvarlarının dibinde yakılan ateşlerin alevleri üzerinde canlı canlı yakılıyor, ya da daha az masraflı olsun diye, dev sandıklara diklemesine yerleştirilen insanlar suyun dibine gönderiliyorlardı. Bu korkunç örnekler, kendi kitablarında yazılıdır.
Kezâ, yahudilerin Avrupa şehirlerinde yaşadıkları ‘getto’larda, asırlar boyu, topluca yakıldığı veya katledildiğinin hikayeleri..
Birinci Dünya Savaşı’nda ve sonrasında da, Avrupa vandalizminin etkisiyle, bırakalım, başka ırk ve dinlerden insanları, sadece kavmî farklılıktan dolayı bile birlerini nasıl boğazladıkları da biliniyor.
Düşünelim ki, Rusya’da henüz 98 sene önce 1917’de gerçekleşen komünist ihtilal sonrasında öldürülenlerin sayısını, ünlü Rus yazarı Alexander Soljenitsin 60 milyon olarak zikrederdi. Rusya’nın ünlü nükleer fizikçişi Andrei Sakharof ise, ’60 milyon olmasa bile en azından 20 milyon insanın öldürüldüğünü’ söyler..
Fransan’nın Cezayir’de 130 yıl süren işgal ve tahakkümünde değil, sadece 1954-61 arasındaki 7 yıl içinde bile 1,5 milyon müslümanı katlettiği de ortada.. Ki, 7-8 yıl önce, dönemin Fransa C. Başkanı Nikolai Sarkozy , Cezayir’deki soykırımları hatırlatıldığında, ‘Babaların suç ve cinayetlerinden dolayı çocuklar suçlanamaz ve cezalandırılamaz..’ diyerek, uluslararası bir hukuk kuralına sığınıyordu.. Ama, aynı kişi, Ermeni Mes’elesi’ne gelince.. Türkiye’yi suçluyordu.
İngiltere’nin Avustralya ve Hindistan başta olmak üzere, bütün sömürgelerinde yüzbinleri, milyonları öldürdükleri de ortada..
1994 yılında, Afrika ülkelerinden Ruanda’da, Hutu ve Tutsi kabileleri arasında, Fransa’nın ve Katolik Kilisesinin tahrikleriyle meydana geldiği reddedilemiyen korkunç boğuşmada, bir ay gibi kısa bir sürede 850 bin insanın katledildiğini de biliniyor.
Yine aynı dönemde, Bosna’da, sırf müslüman olduklarından dolayı, 250 bine yakın müslümanın, sırb ve hırvat çetelerince ve BM. güçlerinin gözleri önünde, nasıl korkunç şekilde katledildiklerini de gördük..
Aynı şekilde Filistin’de, bir sionist haydutlar çetesi olan İsrail rejiminin hele de 1948’lerden sonra giriştiği korkunç katliamlarda binlerce, onbinlerce savunmasız sivil insanı dünyanın bütün emperyalist ve şeytanî güçlerinin gözleri önünde nasıl katlettiğini ve bu cinayetlerin sırf, İsrail’in hayatta kalmak hakkı adına nasıl anlayışla karşılandığını da hatırlayabiliriz.
*
Uzak geçmişe değil, günümüze baktığımızda da, bugün, dünyanın çeşitli yerlerinde jenosid suçları ve cinayetleri yaygın şekilde işlenmekte.. Sadece isimler değişik..
Amerikan emperyalizmi, dönemin Amerikan Başkanı George W. Bush’un net ifadesiyle, ‘Tanrı bana ‘git, Irak’ı özgürleştir..’ dedi, ben de gittim, özgürleştirdim..’ diyerek geldiği ve askerlerini aç kurtlar gibi, Irak ve Afganistan halklarının üzerine saldığı sırada, elbette bir müslüman katliâmından, müslümanlara bir soykırım uygulamak fikrinde olduklarından elbette sözetmiyor; ‘Savaşımız müslümanlarla değil, diktatör ve teröristlerle..’ diyerek, müslüman halktan onbinlercesini, yüzbinlercesini de katlediyordu. Bu durum hâlâ da devam ediyor.
*
Şimdi, bunlar ermenilerin bir halk olarak topyekun maruz kaldığı ağır ve kabul edilemez durumları mâzur göstermek adına değil; ellerinden asırlardır mazlum kanı damlayan emperyalist güçlerin, başkalarını da kendileri gibi sanmalarına karşı söyleniyor.
1915 yılında baaşta Rusya ile sınır olunan bölgelerdekiler başta olmak üzere, Osmanlı ülkesinin her bir yanından ermeniler de toplanıp uzak yerlere, Suriye, Lübnan ve sair Osmanlı hakimiyetindeki yerlere nakledilmişlerdi. Çünkü, Ermenilere ayrı bir devlet kurdurma fikrini kendilerine bayrak edinen Daşnatsutyun ve Hinçak gibi ermeni nasyonalistlerin, silahlı mücadeleleri giderek güçleniyordu ve Rusya ve Fransa başta olmak üzere, hristiyan dünyası onları her şekilde destekliyorlardı.. Osmanlı ise, Anadolu’da nüfusun neredeyse onda birini oluşturan ermeniler içinden bir takım silahlı güç örgütlerinin Rusya ile 1877-78 (Hicrî- qamerî 1293) Harbi sırasında olduğu gibi bir işbirliğinin tekrarlanmaması için ermeni halklarını yerlerinden yurtlarından koparıyor, bir tedbir olarak tehcîr /zorla göçettirme, sürgün operasyonu uyguluyordu.
Ermeniler ki, qavm-i necîb olarak isimlendilir, asla ihanet etmeyen gayrimuslim unsurlar olarak bilinirlerdi ve bu, aşağı yukarı 800 yıl da böyle olmuştu. Öyle ki Osmanlı ordusunun mutfağına gayrimuslimlerden sadece ermeniler girebilirdi.
Yani onlara güven bu derecede idi.
Ama, silahlı ermeni teşkilatlarının ateşinde ermeni halkı da yandı..
Ermeniler asırlardır yaşadıkları yerlerden uzak diyarlara ‘tehcîr’ edilirken, büyük kayıplara ve zulümlere de maruz kaldılar. Sadece onlar mı? Devletin kontrol gücünün iyice zayıfladığı o savaş şartlarında kim rahat idi ki.. Üstelik, tren veya otobüsle değil, kışta-kıyamette veya yazın kavurucu sıcaklığında yaya veya kağnı arabalarıyla yapılan yüzlerce km.lik yollarda çekilen perişanlıklar, hastalıklar ve eşqıya saldırıları ya da, resmî güvenlik güçleri içinden bile kötü niyetli kimselerin zulümleri ve ahlâksız tasallutları elbette olmuştur.
Ama, unutulmasın ki, 6 asırlık bir imparatorluk çökerken, öldürülen müslümanların sayısı da, 5 milyondan az değildi.. Bütün müslüman coğrafyaları bir viraneye dönmüştü. Onların öldürülmeleri görülmeyip ya da hak sayılır da, sadece ermenilere yazık denilirse.. İşte o zaman. zulüm içinde zulüm tablosu çıkar ortaya..
Evet, o sırada Anadolu’daki nüfus 13 milyon kadardı ve bunların 1 milyon 200 bin kadarı ermeni idi. Yani, yaklaşık onda biri.. Bugün ülke nüfusu 80 milyona yakın.. Ermeni vatandaşların sayısı ise, sadece 40 bin civarında.. Bu acıyı anlamak gerekir..
Ama, gerisi hep mi öldüler veya öldürüldüler? Hayır, kaçtılar, dağıldılar.. Suriye ve Lübnan’da kalanlardan ayrı olarak, Rusya, Fransa, Arjantin, B. Amerika başta olmak üzere birçok ülkelere gittiler ve oralarda iç siyasetleri etkileyecek güçlü lobiler oluşturdular ve bugün de Türkiye’yi diplomatik baskılar altına almaya çalışıyorlar.
Herkes biribirin öldürdü, devlet zayıflayınca ve otorite ortadan kalkınca bu tablo kaçınılmazdı. Bunun içindir ki, bir jenosid / soykırım sözdeğildi, ama, bir katliâm oldu ve daha doğrusu bir ‘muqatele’, /iki veya çok taraflı bir karşılıklı öldürüşme.. Herkesin herkesi binler halinde öldürdüğü bir boğuşma.. Ve devlet güçleriyle değil, halklar içinden çıkmış silahlı grupların boğuşması..
İlginç olan şu ki, 50 yıl öncelerde, 1965’lerde, ‘tehcîr’in 50. Yılı dolayısıyla, ölen ve öldürülen ermenilerin sayısı 500 bin olarak zikredilirken, bu rakam sonra 1 milyona, şimdi ise, 1.5 milyona çıktı.. Halbuki, o zaman bütün ermenilerin sayısıyı 1 milyon 200 bin civarında idi.. Yani, ölenleri bile çoğaltan bir güçlü propaganda..
*
Tamam, savunmasız, sivil , ermeni kitlelerinin maruz kaldığı o acılar her müslümanın yüreğinde de olmalıdır.
Şimdi 100 yıl geçiyor, o büyük faciadan..
Bu yılki gösteriler her 24 Nisan’da olduğundan daha güçlü ..
Ermenistan, Türkiye’ye dünya çapındaki baskılarla soykırım iddiasını bir kez kabul ettirebilse, sonrası gelecek.. Tazminat ve toprak talebi gibi.. Tıpkı, İsrail’in, Almanya’dan, Nazi ;Almanyası’nda yapılanlardan dolayı yüzmilyarlarca dolar tazminat almasında olduğu gibi..
Ermenistan devleti de, soykırımı ve de Doğu Anadolu’yu Batı Ermenistan diye anayasasına almış, nesiller boyu bu konuyu takib edeceğini gösteriyor.. Ama bu yol, yeni acıları ortaya koymaktan başka bir netice meydana getirmez. Ve bu taleblere, savaşsız olarak da kimse pabuç bırakamaz. Bu talebler, ermenilerle Anadolu müslümanlarının asırlarca olduğu yine barış içinde yaşamasına asla hizmet etmez..
Halbuki, Müslümanlar Anadolu’da hâkim olduktan sonraki 800 yılı aşkın bir süre boyunca, gayrimuslim halklardan en fazla da ermenilerle ülfet ve ünsiyet peyda ettiler, âdetâ kaynaştılar..
Bir devlet yıkılırken, altta kalanlardan sadece bir kesiminin acı faturasını bugünkü nesillere ödettirmeye çalışanlar geçmişteki acıları kendilerinde veya başkalarında tekrar yaşamayı göze alan çılgınlar durumuna düşerler ve kendilerine de, başkalarına da, insanlık tarihine de kara bir dönemi daha sırf intikam duygusuyla yaşatmanın ağır yükünü yüklenirler..
*
dirilişpostası