Suriye Barış İstiyor mu ?
ABD ve siyonist rejimin Suriye ile planların ilki, Suriye'yi direniş ekseninden koparma planı idi.
Siyonist rejim savaş bakanlığı danışmanı ve istihbarat subayı Dr. Ely Karmon, Amerika'da düzenlenen Annaplolis konferansına Suriye'nin katılması ile ilgili yazdığı 25 Kasım 2007 tarihli "Does Syria want peace?" (Suriye Barış İstiyor mu?) başlıklı raporda, öncelikli hedefin, Suriye'nin direniş ekseninden koparılması olmasının gerekliliğini belirterek, Suriye'nin etkisizleştirilmeden, İran, Lübnan ve Filistin noktasındaki çabaların başarısız kalacağını söylüyor.
VELFECR ÖZEL DOSYA 3
SURİYE BARIŞ İSTİYOR MU?
Dr. Ely Karmon
Suriyenin Annapolis konferansına davet edilmesinin ve Suriye'nin katılımını ısrarla destekleyen polikacılar ve savunma kurumunun arka planı olmasına rağmen, biz Suriye'nin İsraille olan karşılıklı stratejik barış sürecini analiz etmeye çalışacağız.
Ben, istikrarlı ve barışçı bir Lübnan, silahsız ''siyasi'' bir Hizbullah için Suriye'yi bir anahtar olarak görmüşümdür. Çünkü Suriye, kuzeyden İsrail'e karşı terörist ve gerilla eylemleri düzenleyen Hizbullah'a en önemli yardımı yapan İran gibi değildir. Suriye'nin Hizbullah üzerindeki genel stratejik şemsiyesi, askeri -siyasi bağları ve örgütün Güney Lübnan'da hareket kabiliyetini kolaylaştırmak için Beyrut üzerindeki baskısı olmasaydı, Hizbullah mevcut statüsüne asla ulaşamazdı. Suriyenin ağır silah yardımları ve bunun yanında İranın yaptığı yardımlar Hizbullahı stratejik bir ortağa hatta Suriye ordusunun operasyon yapan eline dönüştürdü.
Suriye aynı zamanda Filistinli radikal örgüt ve hiziplere ciddi yardımlar yapmış, Filistin ve Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki barış sürecini rayından çıkarma noktasında aktif rol almıştır. Fakat aynı zamanda, Tahran rejimini yok sayıp, İranı bölgede izole etmek adına çok önemlidir Suriye.
İranın, Arap ülkeleri arasında Filistinli radikal örgütlerle Şam üzerinden askeri bağı bulunan tek dost ülkedir. Bu bağ olmadan İranın Filisitin arenasınki ve barış sürecindeki olumsuz etkisi ciddi anlamda kayıba uğrayacaktır.
Avrupa Birliği liderleri, Bush yönetimi ve İsrailin ortak girişimleriyle, yapılacak anlaşmada Şamın Golon Tepelerinin iadesi talebine cevap verilerek ve cömert ekonomik teşviklerle Suriyeli liderleri ikna etmek mümkün.
Yine de, kişisel düşüncem Beşar Esad rejiminin potansiyel Batı ve İsrail teşviklerine ağır basan başka önceliklerinin olduğu yönünde.
Rejimin Düşme Korkusu
Söz konusu barış sürecinin başarıya ulaşması, Şamın ciddi manada istikrarsızlaştıracağını söyleyebiliriz. Bu yüzden barış sürecinde oluşabilicek değilikliklerin,süreci yürütenlerin üzerinde nekadar etki edeceğini hesaba katmak gerekir.
Ulusun farklı topluluklardan oluşması ve rejimi belli bir azınlığın yönetmesi gibi sebeplerden dolayı Şam ülke içi istikrardan yoksundur. Bu yüzden rejim ülke içindeki bu istikrarı sağlamak için Arapcılık sloganına sarılıyor, ayrıca radikalizmi ve farklı unsurlar arasındaki ayrılığı içerdeki kontrolu sağlamak adına bir araç olarak kullanıyor.
Şam, bölgedeki Amerikan etkisinin artmasını kendi çıkarlarına aykırı görmektedir, bu yüzden Arap ülkeleri arasındaki en sistematik anti- Amerikan bir ülke olması tesadüf değildir. Amerikan baskısına direnme ve hatta meydan okuma, Beşar Esadın Suriye kamuoyunun hatta Arap Dünyasının destek vermesine neden oluyor ve böylece de rejimin yıllardır ayakta durması sağlanıyor.
Suriye için Lübnanın önemi, Golon Tepelerinden daha fazladır. Bush yönetimi Suriye işgalini yavaş yavaş azaltılması gerekilen bir zorunluluk olarak değerlendirirken, Clinton yönetimi, Suriye'yi İsraille 350.000 Lübnanlı artı Filistinli mülteciye '' geri dönüş hakkı'' tanıyacak, uzun sürecek bir anlaşmanın içine çekmeye çalıştı.
Amerikalı pilitikacılar kendi kamuoyunda Birleşik Devletlerin ''Lübnanı yabancı güvenlik güçlerinden arındıracağını'' dillendirirken, eş zamanlı olarak Şama aynı mesajları gönderdiler. Ama Amerikanlı politikacılın anlamakta başarız olduğu şey, Beşar Esadın barış anlaşmasınıı, beklenen kazanımların, Lübnanın işgalinde garanti edilen politik, siyasi ve ekonomik getirilere ağır basarsa imzalayacak olmasıydı.
Tabii ki, Lübnan askeri ve siyasi nedenlerden dolayı Suriye için önemlidir, ama bu durum Suriye ve Lübnan arasındaki ekonomik ilişkileri arka planda bırakmaktadır.Halbuki Lübnandaki Suriye varlığının, bu ülkenin ekonomisine direk ve dolaylı olarak ciddi kazanımlar sağlar.
Irak'taki çalışma grupları Baker ve Hamilyon Irakın istikrarı için Suriye ile işbirliği önermişti. Fakat Beşar Esad ne istedi? Öldürülen eski Lübnan başbakanı Refik Haririnin cinayet soruşturmasının durdurulması, doğal olarakta Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen bir mahkemenin atanması, Golan Tepelerinin şartsız geri verilmesi. Bunlar kabul edilebilir koşullar mı?
Suriye ile İsrailin yapacağı bir barış anlaşması İsrail ile Lübnanın yapacağı barış anlaşmasının habercisidir ki buda Lübnanın Suriye gibi bir hamiyi sonsuza kadar kaybetmesi anlamına gelir.
Filistin, Büyük Suriye'nin Bir Parçası mı?
Filistin topraklarında, meşru ''yayılımcı'' bir İsrail devletine, ne pahasına olursa olsun karşı çıkan Suriye, aynı zamanda, bütün Arap sorunları için İsraille mücadele etme noktasında önemli bir strateji geliştirmiştir. Suriyenin eski Doğu Akdeniz Ülkeleri (Bilad al Şam) olan; Ürdün, Filistin özelliklede Lübnanla olan ilişkileri Suriyenin o topraklar üzerinde hak ve sorumluluk almasında etkili olmuştur. Önemli bir Ortadoğu uzmanı olan İngiliz Patrick Seale göre; ''Büyük Suriye'' ve ''Büyük İsrail'' çekişmesinde, Suriye bütün Doğu Akdeniz Ülkeleri arasında kendisini İsraille mücadelede merkezde konumlandırmıştı.
Mevcut Suriye rejimi, ulusal Filistin hareketini hala, 1920-30 lardaki gibi, '' Büyük Suriye'' nin bir parçası hayalini görüyor.
İranın nükleer koruma kalkanını bekleyiş.
İranın nükleer çalışmaları başarıyla sonuçlanıp, elinde nükleer silahlar olduğunu deklare ettiğinde Suriye çelişkili bir durumla karşı karşıya kalmış olacak. Bir taraftan Arap davasına olan bağlılığının yerini endişe alırken, öbür taraftan, diğer Arap ülkelerine göre, İranla stratejik ortak olduğu için kendisini daha rahat hissedecek.Çünkü Suriye, İranın nükleer bombalarını İsraile karşı caydırıcı bir araç, Irak için yeni bir savunma, kendine güven ve Birleşik Devletleri'nin de bölgede hareket kabiliyetinin kısıtlanması olarak algılamaktadır.
Dini Lider Hamaney'e yakın Kayhan gazetesindeki bir baş yazıya göre; ''Nükleer güce ulaşan bir İran, nükleer güce sahip İsrailin prestijini ortadan kaldırır''. İşte Suriye'nin sarılmaya çalıştığı yükselen yıldız budur.
Bütün Pan-Arap forumlarında ve uluslar arası anlaşmalarda İsrail ya da Batı karşıtı davranışlar içinde olan Şam'ın, Annapolis konferansına katılması yıkıcı olabilir. Özellikle, Mart 2002'de Arap Ligi planının sunulduğu ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkınıda kapsayan zirvede, Suud planınındaki olumsuz değişikliklerin sorumlusu Suriyedir.
Bizim görüşümüz, Suriyenin bölgedeki stratejisini değiştirmesi, ancak Amerika'nın ya da İsrail'in Amerika desteğinde, İran'ın nükleer tesislerine yapacağı saldırılarla mümkün olacağı ve bu saldırı sonucu ayrıca Orta Doğu'daki diğer başıboş unsurlara da baskı yapacağıdır.
Muhtemelen, 6 Eylül'deki ''nükleer'' olduğu tahmin edilen tesislere yapılan İsrail saldırısı Şamlı liderleri, İranın nükleer cepede yenilemeyeceği düşüncesini sarstı ve böylece bu konferansı, Amerika'nın gelecekteki planlarını ve nabzını yoklamak için bir araç olarak kullanmak istiyorlar.
Annapolis'e katılan Amerika, Avrupa ve diğer güçler, Suriye'nin konferansa katılımında, Refik Hariri suikastinin kapatılmayacağını, Golon tepelerinin Suriye rejimine hediye etmeyeceğini ve Lübnanda istediği rolü özgürce oynayamayacağını garanti etmelidirler.
Şam rejimi, konferansta, karşısındaki birleşik cephenin her şeyden önce Hizbullah ve Filistinli radikallere yardım etmeyeceğine dair ve İran'la stratejik ittifaktan ayrılması için yapılan ciddi baskıyı görmelidir.
DR. ELY KARMON KİMDİR
Dr. Ely Karmon, Interdisciplinary Center'da (Herzliya, İsrail) Politika ve Strateji Enstitüsünde bir asistan araştırma görevlisi ve yine aynı kurumdaki Uluslar arası karşı-terör enstitüsünde bir üstdüzey araştırma görevlisidir. Interdisciplinary Center'da, İsrail harb okulunda ve Galillee Okulunun Milli Güvenlik Seminerinde 'Modern Çağlarda Terörizm ve Gerilla' üzerine ders verdi. Dr. Karmon'un araştırma alanı, uluslar arası terörizm, kitle imha silahları ve terörizm, siyasi şiddet ve aşırılık ve terörizm ve tahribin Orta Doğu ve dünyadaki stratejik etkisi konularını içeriyor. Uluslar arası terör üzerine geniş kapsamlı yazılar yazdı ve birçok uluslar arası konferansa katıldı.
Dr. Karmon, İsrail Savunma Bakanlığında danışman olarak görev yaptı; bunun yanında İsrail Atlantik Forum'unun da bir üyesidir. Ayrıca, NATO'nun, terörizm ve Akdeniz diyalogu üzerine yaptığı çalışmalara da katıldı. İtalya'daki BM Uluslar arası Suç ve Adalet araştırmaları enstitüsünde, Olağanüstü Durumlarda Güvenlik Tedbirleri üzerine Uluslar arası Daimi Gözlemevinin de bir üyesidir.
ABD'deki Amerikan Harp Okulunun, Stratejik Liderlik merkezindeki Proteus İdare Grubunda da asistandır. İtalya'daki CeAS'ın Bilim Kurulunun bir üyesidir. İsrail Hükümet Sekreterliğinin Anti-semitizm Denetleme Forumunda danışman olarak hizmet verdi. Washington Orta Doğu Politikası Enstitüsünde 2002 yılında ziyaretçi asistan olarak çalışırken Tüm cephelerde Savaşmak? Hizbullah, Terörle Savaş ve Irak Savaşı isimli politik yazıları yayınlandı.
Dr. Karmon, Kudüs'teki Hebrew Üniversitesinde İngiliz ve Fransız kültürü üzerine lisans eğitimi, Institut d'Etudes Politiques'de Uluslar arası İlişkiler eğitimi ve Paris'teki Ecole de Langues Orientales'de Bantu dilleri eğitimi aldı. Haifa üniversitesinde doktorasını tamamladı. "Terör Grupları arasındaki Koalisyonlar: Devrimciler, Milliyetçiler ve İslamcılar" isimli kitabı 2005 Mayıs'ında Brill Academic Publishers tarafından basıldı.