Suriye, Yaşasın mı Kahrolsun mu?
Nisan ayının ilk günlerinde İngiliz konsolosluk heyeti Hatay'a giderek olası bir iç savaş sırasında kendi vatandaşlarının...
ABD ve Avrupa ülkelerinin Libya'ya dönük planları sonrasında İngiliz heyetinin bu fizibilite çalışması, aynı müdahale planlarının Suriye'ye de uygulanması gibi bir durumu akıllara getirmişti.
Bu hafta içerisinde Amerikan konsolosluk heyetinin de aynı amaç için Hatay'a giderek yine olası bir çatışma ortamının oluşması ihtimaline karşı Amerikan vatandaşlarının tahliye edilebilmelerine dönük çalışmalar yürütmesi, ister istemez iç karışıklıklarla boğuşan Suriye'ye dönük çatışma ve müdahale planlarını bir kez daha gündeme getirdi.
Suriye'nin Dera kentinde başlayan protestolar haftalardır sürerken, Amerikan hükümeti olası bir iç savaş durumunda bu ülkedeki vatandaşlarının tahliyesi için nasıl bir yol izleneceğine dair çalışma başlattı. Bu kapsamda ABD'nin Ankara konsolosunun da aralarında bulunduğu bir heyet Hatay'da incelemelerde bulundu. ABD heyeti, Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki Yayladağı Gümrük Kapısı'nda ve Reyhanlı ilçesindeki Cilvegözü Gümrük Kapısı'nda çeşitli incelemeler yaptı.
Arap ülkelerini etkisi altına alan değişim rüzgârları ve halkın sokaklara dökülmesi, bir yandan diktatörlüklere karşı halkın doğal tepkisine dönüşürken, bir yandan da değişime dışarıdan yapılan müdahaleler ister istemez karışık bir tablonun ortaya çıkmasına sebep oluyor. Ayaklanmaların ilk merkezlerini oluşturan Tunus ve Mısır'da diktatörlerin gitmesinden sonra halkın taleplerinin karşılanması bağlamında ne tür işlevselliklerin ortaya çıkacağı henüz tam belli değilken buralardaki değişimin diğer ülkelerdeki ayaklanmalar için oluşturduğu motivasyonun etkisi ortadadır. Elbette Bin Ali ya da Mübarek'in gidip gitmemesi Batı için çok da önemli değildi. Ancak mutlak değişim istedikleri başka yerler için bunların koltuklarından edilmesi, hedef ülkelerdeki yönetimlerin gitmesine dönük ciddi bir motivasyon oluşturdu. Libya'daki iç çatışma süreci ve yapılan dış müdahale, motivasyonu kısmen akamete uğratsa da değişimden bekledikleri asıl kar, iç isyan ve çatışmaların İran ve Suriye yönetimlerini etkilemesiydi.
Nitekim ilk günlerde İran muhalefeti oldukça pohpohlanmasına rağmen ciddi bir karşılık alamadılar. Ancak Suriye'de son zamanlarda başlayan ve giderek yayılan isyan dalgası, Suriye halkı için haklı bir özgürlük mücadelesi ise de dış faktörlerin aslında yaşanan kargaşalar üzerinden ciddi bir bölgesel planlama harekatı yürüttükleri de inkar edilemez.
Batı'nın yeni bir dizayn porejesi ile İslam dünyasının kapılarına dayandığı bu günlerde elbette diktatör rejimler bugüne kadar uyguladıkları baskıcı uygulamaların hesabını vermek zorunda bırakılırken Batılı aktörlerin de diktatörler arasında bariz bir ayırımcı faktör olarak belirmesi, haklı talepler ile bu haklı taleplerin planlayıcı aktörler tarafından manipüle edilmesi gibi karmaşık bir ortamın oluşmasına sebep olmaktadır.
Batılı güçler, haklı halk isyanları karşısında iki çeşit politika uygulayacaklarını, Bahreyn ve Libya örnekleriyle ortaya koydular. Kalmasında fayda gördükleri diktatörler, tıpkı Bahreyn'de olduğu gibi bölgesel unsurlarla korunma yoluna gidilirken, istenmeyen diktatörlerin ayak diremeleri halinde karşılaşacakları muhtemel muamele de Kaddafi rejiminin şahsında ortaya konmuştur.
Dolayısıyla Suriye rejimi, oluşan bölge denklemi içerisindeki konumu itibariyle müdahaleci güçlerce tardedilmesi gereken bir rejim konumundadır. Çünkü siyonist rejim karşıtı cephenin önemli kavşak noktalarındandır. İngiliz ve Amerikan heyetlerinin Hatay'da fizibilite çalışmalarına yönelmesi, alevlenecek çatışmalar ve peşinden geleceği kuvvetle muhtemel dış müdahalenin habercisi gibidir. Müdahale olmasa bile Suriye'nin bünyesinde barındırdığı çok değişik dini, mezhebi, siyasi akımlar arasında bir çekişme ve çatışma alanının oluşması, güvenli kavşak olma rolünü de yitirecektir.
Şimdi asıl tartışılması gereken durum şu: Her halükarda baskıcı bir diktatörlük olan mevcut rejimin lağvedilmesinin doğuracağı sonuç ne olacaktır?
Diktatörlükten azade olmuş bir ülke mi meydana gelecek? Yoksa israil karşıtı cephede geniş bir gedik oluşturacak bir yönetim mi işbaşına gelecek? Aslında her iki durumun da garantisi şimdilik yok gibi görünmektedir. Ama bir gerçek vardır ki rejim diktatörlüğün en has timsalini oluşturmakta ve her başkaldırıya karşı yeni Hamalar oluşturmaya hazır gibi görünmektedir. Bir başka gerçek ise, siyonist rejimle dostane ilişki kuracak bir rejimin dış faktörlerce arzu ediliyor olmasıdır.
Hüseyin Sağlam / Doğruhaber
--------------------------------------------------------------------------------