"Suud Ne Zamandan Beri Sünni Sayılmaya Başlandı"
Yeni Şafak yazarı Akif Emre, İran’la Suudi Arabistan arasındaki gerginliği ele aldığı yazısında, meselenin mezhepsel bir gerilimden ziyade, stratejik bir rekabetten kaynaklandığını ifade etti.
Akif Emre / Yenişafak
Mezhep görünümlü stratejik rekabet
Önce bir yanlışa dikkat çekelim. Lokal düzlemde Suriye'de yaşanan sekter çatışmanın tüm Ortadoğu'yu tam ortadan bölecek şekilde bölgesel çatışmaya dönüştüğü yönünde bir algı var. Bölgede Sünni-Şii eksenli ikili büyük güç ve onun etrafındaki blok karşı karşıya geldi. Bu resme göre Sünni kanadı temsil eden Suudi Arabistan bölgede Şii eksenli bir yayılma stratejisi izleyen İran'ı durdurmaya çalışıyor.
Ortadoğu'da tansiyonun birden bire yükselmesine neden olan Suud vatandaşı Şii din adamının idamı, buna İran'ın ve bölgedeki Şiilerin tepkisi mezhep eksenli bir çatışmasının artık lokal düzlemden çıktığı intibaını veriyor. Görünüşte tehlikeli bir ateş yalımı bizi de etkileyecek şekilde yükseliyor. Önce şunu sormak gerekiyor: Suud ne zamandan beri Sünni sayılmaya başlandı? Suud ideolojisi kendi dışındaki Müslümanlara hangi gözle bakıyor? Bütün bunlar yeni keşfedilen bilinmezler değilken nasıl oldu da birden Sünni dünyanın yani Müslümanların ezici çoğunluğunun temsilcisi haline gelebiliyor? Hicaz'ın Suud eline düştüğünde İslam dünyasının tepkisini biraz hafızası olan devletler, aydınlar bilir.
Diğer tarafta bir Şii âlim asılınca yeri yerinden oynatan İran neden Sünni ya da Şii olmayan bir âlim asıldığında aynı tepkiyi göstermiyor? Ümmetin ittihadı sloganıyla ortaya çıkan bir devrimin gelip tıkandığı yer dini kavramlara yaslanmış bir ulus-devletin sekter tepkilerinden ibaret.
Bu nedenle olur olmaz yerde mezhep savaşından bahsetmek çok tutarsız görünüyor. Ancak sekter temelden kendini meşrulaştıran bir stratejik hesaplaşmadan söz edebiliriz.
Bugün ortaya çıkan manzara mezhep eksenli görüntü veren bölgesel güç savaşının yeni boyutlar kazanmasından ibaret. Tırmanan krizi sadece sonuçları üzerinden, krize yol açan hesaplaşmaları görmezden gelerek durum değerlendirmesi yapmak, kritik etmeye çalışmak, bizzat gelişmeleri ve muhtemel sonuçlarını yanlış okumaya neden olur.
Öncelikle İran, Irak işgalinden beri bölgedeki nüfuz imkânlarını kullanarak, yeri geldiğinde pragmatist işbirlikleri yaparak etki alanını genişletti. Mesela Suriye'deki Esad yanlısı tavrı yeni bir durum olmadığı gibi bu desteği sadece mezhep dayanışması olarak da okumak yanlış. İran devrimden bu yana Suriye ile stratejik ortak olarak ve dış dünyaya açıldığı kapı olması nedeniyle bu ilişkiyi kaybetme niyetinde değil.
Suud desteği ile Suriye'de başlayan ayaklanma bu iki gücü karşı karşıya getirdi. IŞİD ortaya çıkmadan da çok önce Suud bağlantılı propaganda makinesi Şii düşmanlığı üzerine kuruluydu. Diğer tarafta Irak merkezi hükümetinin Sünni Arap ahaliyi etkisizleştirmesi, dışlaması IŞİD gibi oluşumların işini kolaylaştırdı. Bu arada lokal düzlemde Kürt faktörü ve bölgesel düzlemde İran faktörü öne çıkmaya başladı. Ve artık yeni dengeleri, bu faktörleri yok sayarak okumak imkânsız.
Son kertede İran'ın dünya sistemi ile nükleer anlaşma yaparak ilişkileri normalleştirecek olması iki devleti son derece rahatsız etti: İsrail ve Suud.
Suud'un gerçekte ideolojik yaklaşımının doğal sonucu olan IŞİD'e karşı terörle mücadele koalisyonu kurması da stratejik ironi gibiydi. Muhtemelen karşı denge oluşturmak, bölgedeki etkinliğini kaptırmamaya yönelik bir hamle olarak okunabilir. Yemen'de denediği askeri ittifakı İslam konferansı içinde daha geniş çevreye taşıdı.
İsrail açısından, bölgede hem tek nükleer güç olma avantajını koruma refleksi, hem de İran'ın sisteme kabul edilerek bölgede etkinliğini arttırması hayli tedirgin edici idi… Bu tedirginlikler İsrail-Suud eksenini birbirine daha da yaklaştırmış bulunuyor.
Suud'un son idamlarla yaptığı hamle ise kontrollü gerginlik olarak okunabilir. Eğer kontrol etmeyi başarabilirse İran'ın enerjisini ölü bir alana yöneltip etkisizleştirmek istediği açıktır. Bir bakıma İran içi dengeleri de tahrik ederek mezhepçi reflekslerin öne çıkmasını sağlamak ve sonuçsuz bir gerilimle Şii olmayan Müslümanları İran karşısında tek blok haline getirmek… Böylece Suud, hem zayıflayan gücünü sahada devşirdiği destekle öne çıkmak hem de İsrail ittifakı ile uluslararası dengelerde rakipsizliğini korumak niyetinde. Tehlikeli bir oyun ama Suud gibi siyaset derinliğinden yoksun bir anlayışın İran gibi siyaset ustası devlete karşı parasal gücünden başka fazlaca kullanabileceği kozu pek yok.
Bu durumda pratikte ortaya çıkan sonuç Suud - İsrail hattını gittikçe pekişmekte olduğudur. Bu sayede Amerika'nın desteğini almayı planlayan Suud ile bölgesel dengelerde etkinliğini yeniden kurmak isteyen İsrail aynı çizgide buluşmuş oldu. İsrail'in ABD ile ayrıcalıklı ilişkileri devam etmekle birlikte, artık her isteğinin yerine getirildiği dönemde değil. Bu durum İsrail'i hep tepeden baktığı bölge içi dengelere yöneltecektir. Pratikte Suud ve müttefikleriyle kurduğu yakın temasın anlamı budur.
Türkiye ise özellikle güneyinde yaşadığı sıkışmışlık ve reelpolitik gerekçelerle meşrulaştırılmaya çalışan bu ittifakın kucağına düşmemelidir. Hem S.Arabistan-İran rekabetinde taraf olmak, hem İsrail üzerinden Amerika'yla ilişkileri geliştirmeyi düşünmek tehlikeli bir tuzağa dönüşebilir.