Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Tarih tekerrür etmesin diye

Şaire göre “Tarih tekerrür etmesin diye ders almak gerek”. Yoksa gider, yine “akılsızca” aynı çukura düşeriz.

Şeytan tuzaklarını hep güncellediği, bilim ve teknoloji, media gibi unsurları da kullanarak; DeepFake, artırılmış gerçeklerle geldiği için, özü bir olsa da aynı hilesini yeni bir ambalajla sunmaya devam ediyor aslında. Özü sabit kalsa da, sunumu yenileniyor.

Evet, dün kaldığımız yerden devam edeceksek, Abdulhamid’in çok başarılı olduğu alanlar da vardı.

Dindar ve merhametli biriydi. Birçok konuda iftiraya uğradı. Özellikle, Müslümanların halifesinin Terakkiciler tarafından görevden alınıp, Selanik’e Şemsi Efendi mektebinin kurucusu Yahudi işadamı Alatini Efendi’nin evinde mecburi iskana tabi tutulması kabul edilecek bir şey değildir.

Abdulhamid’e yapılan bazı eleştiriler gerçeği yansıtmaz ve kabul edilemez. Bunlar ayrı şeyler.

Olayı kendi zamanı ve şartları içinde değerlendirmek gerekir. Abdulmecid b. (2.) Abdulhamid, 2. Mahmud’un torunlarındandır ve türbesi 2. Mahmut türbesinin içindedir. Abdulhamid dönemini anlamadan Osmanlının yıkılışı, cumhuriyetin kuruluşunu anlamak mümkün değildir.

Devlet-i Ali, Alman, İngiliz ve Fransızların oyuncağı olmuştur. Yavuz ve Midilli komplosu ile Osmanlı savaşa sokulmuştur. Çanakkale savaşı öncesi vardır bir de. Ayastefanos Antlaşması, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı), Balkanlar, Kafkaslar, Çanakkale, 31 Mart, 1. Meşrutiyet, 2. Meşrutiyet, Hicaz, Filistin, Şam ve Irak’ın elden çıkışı. Adaları o dönemde kaybettik. Yani cumhuriyetçiler vermedi, geri almak için bir girişimde bulunmadı. Herkes yendik, denize döktük filan diyoruz da, Meis bile Yunanistan’da kaldı. Daha doğrusu İtalya’da kalan adaları “denize döktük diye övündüğümüz” Yunanistan işgal etti.

1912’de “Uşi Anlaşması” ile 12 Adaları geçici olarak İtalya’ya bırakan Osmanlıdır. Daha sonra anlaşma olursa iade edilecekti. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti’ne geri verilecek.

Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. 1915’te Londra Paktında anlaşma olmayınca adalar İtalya’ya bırakılıyor. Bu anlaşmayı imzalayan da Osmanlı devletini temsilen Fahreddin beydir. Bu kişi Damat Ferit’in adamıdır ve Kuvvai Milliyeye karşı Damat Ferit’in yanında Kuvayı İnzibatiye’de yer almıştır.

Bazan gelecek hayali ile geçmiş gerçeklerin önünü değiştiriyoruz. Bazan basiret bağlanıyor, aşk ve öfke sarmalında gözler kör olur. İhtirasla istenen şeyler ve korkular aklı zail ediyor Geçmişi çarpıtarak gelecek hayalini meşrulaştırma çabası tehlikeli bir girişimdir. Biz sadece kendi sorumluluklarının gereğini yerine getirmekten mesulüz..

Haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen parasına para, yetmeyen aklına akıl yetirecek Göklerin ordularının ve hazinelerinin komutası ve anahtarı bizde değildir. Peygamberlerde de değil.

Şu yaşasaydı böyle olmazdı, o giderse böyle olur demek fıkhi açıdan bir kıymeti harbiyesi olmayan bir iddia. Sahi babam kız olsaydı ben kim olurdum! Kader, rızık ve ecel neyse o gerçekleşecek. Elbette bu süreçte herkes yaptığından, yapması gerekirken yapmadığından, söylediğinden ve söylemesi gerekirken söylemediğinden sorumlu olacak.

Halife Mansur, Ebu Hanife’yi neden, nasıl katletti!. Siyaseten katli açıklayıcı bir örnek! Bu örneklerden ders alalım. Bu örnek olayda kimi suçlayacaksınız!

Abdulhamid’in kayınbiraderi ve yeğeni sarayda İngiliz ajanı. Sarayda başkaları da var. Abdulhamid herkesle konuşuyor, ama kendini eleştiren Said Nursi ve Akif’le konuşmuyor. Neden!

Bakın birileri gitti ya da geldi diye biz kurtulacak ya da helak olacak değiliz. Kim ne yaptı ise karşılığını göreceğiz. Bütün dünya batsa biz 40 kişi isek yine kurtulacağız.

Bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerek. Mustafa Kemal Sıvas dönüşü heyeti temsiliye adına İstanbul’a gönderdiği mektubunun sonunu “Kullarınız” diye bağlar. Bir kişi, o kim olursa olsun, birilerine “Kullarınız” demeye mecbur bırakılıyorsa, orada temel bir sorun vardır. Ben, bana dayatılana nasıl karşı isem, bana bazı şeyleri dayatana da karşı çıkıyorsam, bana dayatana yapılan bu dayatmaya da karşı çıkarım.

Kula kulluk yoktur!. Kimse zıllullah olarak görülmemeli. Bu İlahlık ve Rablik iddiasıdır. “Kapı kulu” ne oluyor: Kapıkulu, Osmanlı da muvazzaf, maaşlı ordusunu oluşturan, padişaha bağlı olan, aynı zamanda hazarda muhafız birliği olarak görev yapan, yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır”.. “Kulun kölen olayım” gibi şarkı sözleri, bu anlamda şirk kokan ifadelerdir. Kölelik, asıl olarak savaşta esir alınan kişi ile ilgili bir tanımdır.

Din büyüklerine olduğu gibi devlet büyüklerine itaat konusunda haddi aşanlar onu İlahlık ve Rablik makamına yükseltirler. Bir devlet büyüğünün gelmesi ya da gitmesi üzerine kendi kaderlerinde değişiklik beklentisi de salim bir aklın ürünü değildir.

“İçlerinden bir önder” bekliyor olacaklarsa, önce kendi haklarındaki hükmü değiştirmek için kendilerini değiştirmeleri gerekir.

Bakın Allah (cc) iradesini gerçekleştirmek için kimseye muhtaç değil. O’nun kimseye ihtiyacı yok. O her şeyi, görür, duyar, bilir ve hüküm sahibidir! Rızasına uygun davrananları yeryüzünün varisi kılmak ister, yeryüzünü onlara mescid kılmak ister, ipini bırakan cahiller ve zalimleri ise, veli edindikleri zalimlerin eline verir, onları yakacak ateş, onlara da dokunur. Onların işlerini sarp dağlara sardırır ve üstlerine pislik yağdırır. Biz hepimiz mesulüz bu süreçten ve sonuçtan aslında.

Ya da, daha kötüsüne karşı birine razı olacaksanız, bu kötülerden daha az kötüyü seçmek anlamına gelir ki, bu da gönülden bir destek değil, “Kerhen” destek anlamına gelecektir. Bunu kabul etmek ise zillettir. Müslüman bir toplumda, ehliyet ve liyakat noktasında seçim, kabilecilik ya da dünya menfaatini esas alan bir taraftarlık yapmadan, daha doğrusu HAK’tan yana taraf olarak, iyilerden en iyisini seçmektir.

İyi bir tercih yoksa o tercihi ortaya koymak ve ikame etmektir. O da yoksa, işte o zaman KERHEN, yani “Kerih” görerek, daha kötüsüne karşı, daha az kötüyü tercihtir. Burada kural, onu eleştirmeye devam etmek, onlara meyletmemek, muhabbet göstermemektir. Bu anlamda “birisi gelmesin diye buna razı olun” demek, savundukları değere de zarar veren bir yaklaşımdır. Her şeyin bir fıkhı olmalı, ahlakı, hukuku olmalı siyasetin de, ticaretin de, tıbbın da, emniyetin de, istihbaratın da, gazeteciliğinde de, gıdanın da, teknolojinin de, hayata dair ne varsa onun.

Fıkıh, muamelatın temel kaidesidir. Fıkhı olmayan hiçbir işin temeli yoktur ve bizi rızaya götürmez. Fıkhını bilmediğiniz bir işi yapmayın, hem kendinize ve hem de çevrenize zarar verirsiniz. Din, seremoniden, ritüellerden, üretilen ikonolardan ibaret değildir. Hayatın her anında yapılan her işi kapsar. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Bazı şeyler Allah’ın gücüne gider. Gazab sebebi olur. Hayat içinde üstlendiğimiz ya da şahid olduğumuz izler toplumsal hafıza, bir şuuraltı oluşturur. Onun için yapılan her işe, söylenen her söze dikkat etmemiz gerekir. Her işe başlarken Euzü besmele çekmemizdeki hikmet ve sebeb burada gizlidir.

Bilmem derdimi anlatabildim mi! Boşuna “kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyoruz” demiyorum. Ya Rab bize Hakkı Hak, batılı batıl göster. Hak’ta toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 391 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar