Ahmed Kalkan
Tenkid
Tenkid
Arapçada ‘ne-qa-de’ (kaf harfi ile) fiili para v.b. şeylerin iyisini kötüsünden bilip ayırt/temyiz etmeye denir. İn-te-qa-de fiili bir şeyin kusurunu göstermek, ayıbını ortaya koymak demektir. Bir kelâmı tenkid etmek, içindeki kusurları ayıklayarak, sözdeki güzellikleri ortaya çıkartmak demektir. Tenkid edene münekkid denir. Türkçe’de tenkid yerine kullanılan ‘eleştiri’, bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadıyla incelemek şeklinde tanımlanmaktadır.
Görüldüğü gibi tenkid, kusurlu (ayıplı) olan bir şeye müdâhale edip, doğrusunun ve hatasız olanın ortaya çıkması yönünde bir düzeltme (tashih) çabasıdır. Tenkid deyince akla Kur’an’ın gelmemesi imkansızdır.
Kur’an mükemmel bir tenkid kitabıdır. O, yanlış olan her şeyi tenkid eder. Hatır gönül adına hiçbir yanlışa göz yummaz, savsaklamaz. Çünkü yanlış karşısında sessiz kalmak, yanlışa ortak olmak anlamına gelir. En azından yanlışın devam etmesine sebep olur. Hatta Peygamber (a.s) bu durumu ‘dilsiz şeytan’ olmak şeklinde tanımlamıştır.
Kur’an’ın yanlış bulduğu ve tenkid ettiği ilk ve en önemli şey, insanların, sonuçta kendi elleriyle yaptıkları, ürettikleri, kendilerinin eseri olan birtakım nesnelere (putlara) tapmalarıdır. Kur’an bunların kendilerinin hiçbir şey yaratamayan, bilakis yaratılmış varlıklar olduğunu hatırlatarak, bunlara tapmanın akıl dışılığını ortaya koyarak, putperestliği tenkid eder. (37/Saffât,95;16/Nahl,20; 25/Furkan, 3).
Tenkid her zaman ‘kavli leyyin’ ile olmayabilir. Bazen şok edici bir eylemle tenkid etmek gerekebilir. İbrâhîm Peygamber’in, elindeki balta ile puthâneye girmesi bunun tipik bir örneğidir. Putları kırdıktan sonra baltayı en büyüğünün boynuna asan İbrâhîm, bu hareketiyle kavminin, “bir heykel yerinden kalkıp da nasıl diğer heykelleri elindeki baltayı kullanarak kırar?” demesini hedeflemiştir. İbrâhîm’in beklediğini söyleyen kavim, kendi eliyle/diliyle kendini çürütmüş, yerinden kımıldaması söz konusu olmayan bu taş kütlelere tanrısal payenin verilmesindeki akıl dı-şılığı anlamış olmasına rağmen, iman etmemekte diretmişti. Bu da kuşkusuz İbrâhîm’in (münekkid’in) görev alanı dışında kalmaktadır.
İbrâhîm Peygamber, toplumun önderi Nemrut’la tartışırken bu sefer balta almamıştır. Onun yerine, tabiat kitabını (kevnî ayetleri) okuyarak Nemrut’un iddialarını çürütmek istemektedir. İbrâhîm’in, Allah’ın yaşatan (yaratan) ve öldüren olduğunu söylemesi üzerine, inkârcı, kendisinin de dirilten (yaratan) ve öldüren olduğunu ileri sürmüştür. Bunun üzerine İbrâhîm, “Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” demiş ve münkir, verecek bir cevap bulamamıştır. (2/Bakara, 258).
Kur’an, hem tenkid yapar, hem de, imansızlarla giriştiği tartışmada onlara, eğer Kur’an’ın ihtiva ettiği imanî gerçekleri eleştirmek istiyorlarsa bu konuda kendilerine yardımcı bile olabileceğini telkin ederek, nasıl eleştirebilecekleri konusunda kendilerine taktik öğretir. Yani Kur’an, kendi tezlerinden yüzde yüz emîn bir kelam sahibi rolüyle, îmandan kuşku du-yanlara, kendisini eleştirmenin yollarını öğretmektedir. Böyle bir metodu ancak, kendisine güveni tam olan birisi kullanabilir. Çünkü, istediği tartışma yapıldığı taktirde, onun tezi üzerinde ittifak etmek-ten başka bir sonuç ortaya çıkmayacaktır. Doğru düşünme yöntemi doğru bir sonuca götürür.
Buna bir örnek vermek gerekirse, Kur’an’ın Allah katından Muhammed (a.s)’a inzal edilmiş bir vahiy değil de, Muhammed’in kendisinin uydurduğu bir kitap olduğu iddiasını çürütmesi üzerinde durulabilir. Kur’an basitçe diyor ki: “Eğer kulumuza indirdi-ğimizden bir şüphe içindeyseniz, haydi onun benzeri bir sure de siz getirin. Eğer iddianızda samimi iseniz Allah’dan başka şahitlerinizi de çağırın!” (2/Bakara, 23). “… Eğer doğru söylüyorsanız Allah’dan başka çağırabildiklerinizi çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin!” (11/Hûd, 13).
Kur’an’ın bu çağrısı, bir doğrunun teslim edilmesi amacına yönelik, gayet gerçekçi bir çağrıdır; bir iddiada bulunandan, iddiasını ispatlama çağrısıdır. İddia edildiği gibi Kur’an Muhammed’in bir uydurması ise, bunu iddia edenler de birer insan olduklarına göre, Kur’an benzeri, en azından onun bir suresi kadar bir kitap yazmalarından daha doğal ne olabilir! Üstelik de Muhammed bir tek kişi iken, müşriklerden, bu işte yardımına baş vurabilecekleri bütün adamlarını da çağırmaları salık verilmektedir. Bu yapılamadığına göre, Kur’an’ın ilahî kaynaklı olduğunu kabul etmekten başka çıkar yol bulunmamaktadır. Kabul etmemek ise, bile bile bir gerçeğin inkarından başka bir şey değildir.
Kur’an tenkid usulü kabilinden son derece önemli ilkeler belirlemiştir. Kur’an’ın riayet edilmesini istediği bu ilkelere, başka herhangi bir ideolojinin ulaşmışlığı vâkî değildir. İlk olarak Kur’an, tenkidde bulunacak kimseye, haber kaynağını kontrol etmesini salık verir. Haber kaynağı sağlam olmayan kişinin tenkidi, hedefine ulaşmamaya mahkumdur. Kur’an şöyle der: “Ey iman edenler! Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse onu iyice araştırın. Aksi taktirde bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de yaptığınıza pişman olursunuz.” (49/Hucurât, 6).
Bir şeyi tenkid etmek için öncelikle o şeyi iyi anlamak gerekir. Tenkid ettiğimiz kişiye iftira atılmış, sözleri çarpıtılmış veya en azından, yanlış anlaşılmış olabilir. Dolayısıyla fâsık ve münâfık haber kaynaklarının haberlerine karşı son derece titiz olmalı, verdikleri haberlerde çarpıtmanın olabileceğini mutlaka hatırda tutmalıdır. Uluslararası büyük medya kanallarının haberleri nasıl da çarpıttıkları göz önüne alınırsa, Kur’an’ın bu ikazı daha iyi anlaşılır.
Öte yandan Kur’an, bir topluluğa duyduğumuz kin ve öfkenin, o topluma adaletli, insaflı ve ölçülü davranmamıza engel olmaması gerektiğini hatırlatır. (5/Mâide,