Abdurrahman Dilipak
“Toplumsal cinsiyet” üzerine..
“Toplumsal cinsiyet” tartışması, iki kelimeden ibaret her hangi bir kavram değil.
“Toplum” ve “cinsiyet” tek tek meşru ve masum kavramlar olmakla birlikte telaffuzu “CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarotte” çerçevesinde farklı ve yeni bir anlam kazanmaktadır.
Burada “varoluş” ve “yaratılış” kavramlarında olduğu iki farklı birbirine zıt anlamlar söz konusudur.
Düz, basit, kelimelerin sözlük anlamlarından yola çıkarak, “Toplumun farklı cinslere yüklediği roller” üzerinden bir okuma yapılarak, bunların eşitliği temelinde değildir, ilişkilerin temel dayanağının adalet olması gerektiği tezi” masum ve kabul edilebilir gibi görünen bir yaklaşım olsa da, burada belli çevrelerin anladığı, yasa, yönetmelik gibi mevzuat, tatbikat ve uluslararası sözleşmede kasdedilen “biyolojik cinsiyetin resetlenerek sonlandırılması” temelinde bir anlayıştır. Bu fıtrata meydan okuyan Şeytani, din dışı bir anlayıştır.
Zaten bu akım aynı zamanda bu dinin de ve dayandığı “Allah ve ahiret günü inancını” da tedavülden kaldırma iddiasındadır.
“Meta Verse”, “öteki dünya/ahiret” yerine ikame edilmeye çalışılan bir kavramdır. Bunun sonucu Şeytani bir anlayışla “Yeryüzünde bir cennet” vaad ediyorlar.
Hırsızların çaldıkları malı, adaletle mi, yoksa eşit bir şekilde paylaşacakları “meşru bir aklın meselesi” değildir ve olamaz. Uyuşturucu baronlarının ya da fuhuş sektörünün aralarını bulmak, soygun ve sömürülerinin adaletle paylaşılmasını temin de adalet anlayışındaki insanların sorunu değildir. Bu anlamda LGBTIQ+ topluluğunun ilişkiler ağı içinde eşitli ya da adalet olup olmayacağı sorunu meşru bir anlayışın ürünü değildir.
“Toplumun cinsiyetler”e yüklediği roller, zaman, mekan, inanç, ihtiyaç, ideolojik ve politik şartlara bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Bu da o zamanda yaşayan insanların sorunu olarak ortaya çıkar ve çözümlenir. Bunu din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir şekilde, “toplumsal” bir sorun olarak görmek mümkün değildir.
İslam geleneğinde, her zaman ve herkes için adalet esastır, ancak adalet, pratik hayatta din, ahlak ve gelenekten soyutlanamaz. İslam geleneğinde bu “5 temel emniyet” çerçevesinde “edille-i şeriyye” içinde çözümlenir ve “ahvali şahsiye’ye müteallik meseleler” olarak kendi içinde farklılar arz edebilir.
Bir Müslüman, bir Mormon, bir Hindu, bir Yahudi, ya da Katolik ahlakı ile Ortodoks veya Protestan hukuku ve ahlakı aynı olmayabilir. Bunu görmezden gelerek mücerret bir “adalet ve eşitlik tartışması”, edeple iştigal konusu değildir.
GENDER, GECOM, NeuraLink, SİBORG, AVATAR, KLONOİD KİMERA deyip geçmeyin, cinsiyet değil, İNSAN sorun bu Global Deccaliyet topluluğu için. Burada temel sorun, cinsiyetin ve rollerin toplum tarafından belirlenebileceği iddiasıdır. Toplumu oluşturan unsurlar, kendi cemaati içinde sorunu inanç, uzlaşı, hukuk ve gelenek içinde MEŞRU zeminde oluşturabilirler.
Biz aklımızı başımıza alalım. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmeyecek! “İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helak eder misin Allahım” diye düşünelim!
İmam-ı Şafiye göre, ilk evliliklerinde, nikahta kız ve erkek tarafın anne-babasının rızası aranır. Anne-baba şununla evleneceksin diyemez ama gençlerin tercihlerini veto hakkına sahiptir.
Birileri kendi aralarında bir araya gelerek toplum adına İmam-ı Şafi’yi mi tartışacaklar. Bunu içtihad kabul eden eder etmeyen etmez. Kaldı ki, bu konular sadece içtihad ile sınırlı da değildir.
Kadın-erkek, gelin-kaynana ikilemi üzerinden siyaset, adalete karşı suikasttır.
Bir taraf “Kadın cinayetleri”nden söz ediyor, öbür taraf “2 milyon mağdur erkek”. Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, bu meseleye kadın-erkek diye bakmazlar.
Haksızlığa uğrayan kadınsa erkekler de o kadının hakkını savunmalı, erkek ise kadınlar da o erkeğin hakkını savunmalı. Çoğu kez, trafik kazasında olduğu gibi her iki tarafta da haksızlık olabilir, o zaman hak üzere hakemlik yapıp arayı bulmamız gerekir. İster kadın, ister erkek haklı ya da haksız olsun, onların kızları ve oğulları, anneleri babaları, kız kardeşleri ve erkek kardeşleri var. Onlar da madden ve manen zarar görüyorlar. Kızı zarar gören baba da ağlar, oğlu zarar gören anne de. Bu fitneyi aramıza sokanların Allah belasını versin.
Türkiye’de erkekler 2021’de 793 kadına şiddet uygulamış, yaralamış. Fransa’da, bakanlık verilerine göre, her yıl 220 bin kadın aile içi şiddete maruz kalıyor!. Türkiye’de erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı, İstanbul Sözleşmesi sonrası artmış. Bu işe destek verenler başarıları ile övünebilirler!?. Bu sonuçtan onlar da sorumludur.
Aman dikkat: “Ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağıdır”. “Biz ıslah edicileriz” diyen “bozguncular”a dikkat.
Fransa’da eşleri veya erkek arkadaşları tarafından öldürülen kadınlar konusu da tartışılıyor. Tabii batıda cinayetlerin ve şiddetin büyük bir çoğunluğu, alkol ve uyuşturucu halısının altına süprülüyor. Buna rağmen sayı yüzlerle ifade ediliyor. Bir araştırmaya göre ise, 18 yaş ve üzeri Fransız kadınların yüzde 12’si hayatlarında en az bir kez rıza dışı tecavüze uğramış. Tabii rızaya dayalı ilişkiler zaten hesabta yok. Biz de emin adımlarla batılıların açtığı yoldan ilerlemeye devam ediyoruz.
12-13 Mayıs’ta, “İstanbul sözleşmesi”ne adı veren şehirde KADEM’in öncülüğünde, FSM (Fatih Sultan Mehmet) Üni., İbni Haldun Üni., İstanbul Ticaret Üni., İstanbul Üni, Medeniyet Üni. Marmara Üni. desteğinde MEKAN teması üzerinden “Toplumsal Cinsiyet Adaleti” Kongresi düzenleniyor.
“Toplumsal Cinsiyet” fitnesi hakkında konuşulanları not edeceğiz. 8’incisi düzenlenen bu kongre, aslında İstanbul sözleşmesinden çekilme kararına rağmen, başka bir kararlılığın da ifadesi olarak ayrı ve özel bir anlam taşıyor. Asra ve Arşa / zaman’a ve mekan’a yemin olsun ki, bizi bir GENOM olarak gören, GENDER bir BİREY’e dönüştürmek isteyen, BİYOLOJİK İNSAN TÜRÜnü YOK ETME planları yapanların ve CİNSEL KİMLİĞİ, YÖNELİM, DENEYİM ve TERCİH’e göre AKIŞKAN ve DEĞİŞKEN olarak tanımlayan, İNSANIN Grobal Reset sonrası İNSANIN TANRI OLMA SÜRECİnde TANRISEKSÜL saçmalığına uzanan absürtlüklere zemin hazırlayan her girişimi, her kişi ve kurumdan, olan ve olacak olan fitnelerden beriyiz ve planlara “LA” demeye devam edeceğiz ve susmayacağız.
Her akıl sahibi insanı bu ve diğer haksızlıklara karşı çıkmaya çağırmak bize Allah’ın emridir.
Zira haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. Zalimlere gelince HABİTAT AĞMALİKUM! Ve vay onların haline!. Sonuçta, bir işin evvelini, ahirini, zahirini, batınını, gören, duyan, kapalı kapılar arkasında konuşulanları, kişilerin akıllarından ve kalplerinden geçirdiklerini bilen, hüküm sahibi, eşi, benzeri, ortağı olmayan bir Allah var ve hüküm Allah’ındır! Ne gam!
Dün, Türkiye Aile Meclisi ve Bileşenleri adına Doç. Dr. Şemseddin KIRIŞ, AİLEM Genel Başkan Yardımcısı sıfatı ile KADEM Başkanı Saliha Okur GÜMRÜKÇÜOĞLU ve KADEM Başkanvekili Sümeyye Erdoğan BAYRAKTAR’ın şahsında tüm KADEM yetkililerine bir mektup gönderdi. Umarım dikkate alırlar. Yarın din gününde bizler birbirimizden, yapıp-yapmadıklarımızdan, söyleyip söylemediklerimizden hesaba çekileceğiz. Korkarım eğer endişeler giderilmezse, bunun hem ahiret hem de dünyamız için, siyasi, iktisadi ve içtimai sonuçları olacak. Selâm ve dua ile..