İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Türkiye'yi alkışlamak!

Şaka değil; onlarca yıldır sadece kendi sorunlarına çözüm arayan, dayatılan "çözüm modelleri"ne direnen Türkiye, artık dünyanın en büyük sorunlarına çözüm üretir hale geldi. Yıllardır dünyanın en önemli krizi özelliğini koruyan, yer yer bölgesel savaşlara kapı aralayan, "askeri seçenek masada" ve İsrail'den her gün "saldırı hazırlığını tamamladık" tehditleriyle izlediğimiz, Batı başkentlerinin çözüm yolunda hiçbir formül önermeyip sadece çatışmayı teşvik eden politikalarıyla içinden çıkılmaz hale getirdiği krize yönelik ilk somut anlaşmaya Türkiye'nin ısrarlı çabalarıyla ulaşıldı.

Önceki gün Tahran'da Türkiye, İran ve Brezilya dışişleri bakanlarının imzaladığı dokuz maddelik "takas" anlaşması, belki çözümsüzlüğe odaklanan bazı ülkeler için "şok edici"ydi ama Türkiye'nin bölgesel ve küresel diplomaside gösterdiği başarının da zirvesiydi.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanı Muhammed El Baradey'in önerdiği ancak ABD ve Avrupa ülkelerinin; "İran'ın elinde bulunan uranyumun tamamını önce alalım, takası, zenginleştirilmiş uranyum vermeyi sonra düşünürüz" tarzı uyanıklığı yüzünden nedeniyle boşa çıkan öneri, Türkiye'nin yürüttüğü daha sonra Brezilya'nın da katıldığı yoğun pazarlıklar sonucu kesinleşti, anlaşmaya dönüştü.

Anlaşma metnine göre, İran bin 200 kilogramlık az zenginleştirilmiş uranyumun Türkiye'de muhafazasına onay verdi. ABD, Rusya, Fransa ve UAEA'dan oluşan Viyana Grubu, 120 kilogramlık zenginleştirilmiş uranyumu İran'a verme konusunda anlaşmaya razı olursa takas gerçekleşecek. Tahran, ilk kez uzun zamandır gündemde olan taleplere "evet" dedi. Türkiye'ye duyulan güven ilk kez bu kadar ciddi bir uluslararası sorunda çözümün kapılarını araladı.

Şimdi cevap sırası Batılı ülkelerde. Bakalım ne diyecekler? Ama bizim tahminlerimize göre, bu başarıyı gölgeleyecek, anlaşmayı sulandıracak adımlar gecikmeyecek. İran'a, nükleer krize büyük oranda İsrail'in önceliklerine göre bakanların çözüm isteyip istemedikleri aslında şimdi netleşecek. Belki de ibretlik bir durum söz konusu olacak.

Son müzakerenin on sekiz saat sürdüğünü ifade eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, sürecin ayrıntılarını anlattı dün. Davutoğlu; bunun, İran'ın otuz yıldır Batı'ya yaptığı ilk dolaylı anlaşma olduğuna dikkat çekerken, İran'ın önüne bir kağıt götürmediklerini, ABD'den de bir teklif götürmediklerini, İran'ın beklenmedik bir tavır gösterdiğini, Batılı ülkelerin bunu tahmin edemediğini, artık yaptırımları konuşma günü olmadığını, sürecin uygulanmasına yoğunlaşmak gerektiğini söyledi.

İsrail'in "İran'ı felç edecek" yaptırım istemesi konusunda ise Davutoğlu; "siyasi ve ahlaki olarak böyle bir hakkı yok" diyerek İsrail'in Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına taraf olmadığını, hiçbir ülkenin kendini istisna sayamayacağını dolayısıyla İsrail'in bu konuda konuşma hakkı bulunmadığını söyledi.

Davutoğlu'nun söylediği gibi, softpower ve ekonomiyi merkez alarak etki alanını genişleten, çevresindeki her ülkeyle serbest ticaret anlaşmaları imzalayan, dış ticaretini artık trilyon dolarla konuşabilen, bu yüzden de ambargoya kesin karşı duran Türkiye, gerçekten de son dönemde küresel diplomasinin merkezlerinden biri haline geldi. Üstelik Türkiye'nin diğer merkezlerden farkı, sürekli çözüm üretmesi, proje geliştirmesi oldu. Ürettiği projelerin giderek daha çok taraftar kazanırken, çatışma ve krize yönelik bazı merkezlerin tavırlarında da aynı oranda sertleşme görülecek gibi.

İran konusundaki başarıya ABD'nin, İsrail'in, Fransa'nın cevaplarında bunu göreceğiz, görmeye de başladık. Anlaşmayı boşa çıkarma, sulandırma girişimleri şimdiden başladı. Ancak iklimin değişmeye başladığı, bu merkezlerin etkisinin zayıflama eğilimine girdiği bir dönemdeyiz. Bu dönem Türkiye gibi ülkelerin önünü daha da açacak.

Son birkaç hafta içinde Balkanlar'da düşman ülke liderlerini bir araya getiren, Rusya ile vizelerin kaldırılması ve nükleer teknoloji işbirliği dahil, yüz milyar dolarlık ticaret hacminin konuşulduğu anlaşmalar yapan, Yunanistan'la ortaklıklara girişen Türkiye'nin, İran konusundaki başarısı şüphesiz dünya başkentlerinde konuşulan tek konu oldu.

Türkiye'nin Balkanlarda nüfuzunun arttığını, AB'ye rakip hale geldiğini, bölgede son derece aktif bir politika izlemeye başladığını söyleyen İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini'nin; "Türkiye Balkanlar'da Avrupa Birliği'nin rakibi haline geldi. Balkan ülkeleri Avrupa Birliği'yle bütünleştirilemezse, başka eksenlere kayabilir. Türkiye'nin bu bölgedeki mevcudiyeti ve faaliyetleri gözden uzak tutulmamalıdır" cümlelerini andıran daha çok açıklama duyacağız.

Pekin'den Moskova'ya, Cakarta'dan Yeni Delhi'ye, Ankara'dan Brasilia'ya uzanan "yeni ekonomik çevre"de küresel ekonomiyi canlandıracak, bu yüzyılı şekillendirecek, yeni siyasi ve ekonomik bloklar oluşturacak bir kuşağın şekillendiğini, çok yaygın ortaklık alanlarına yatırımlar yapıldığını, küresel politikalara yaklaşımların benzeşmeye başladığını bunun da insanlığın ortak iyiliği için büyük umut vadettiğini görüyoruz. İşte Türkiye, bu yeni dalganın en hareketli, en başarılı ülkelerinden biri. Türkiye'nin sadece Nisan-Mayıs ayında attığı adımları koca Avrupa Birliği'nin bir yılda hatta birkaç yılda atamadığını artık biliyoruz.

Alkışlayanlar kadar belki ondan daha çok rahatsızlık duyanların olacağını bilmek zorundayız. Ama alkışlamayı da öğrenmek zorundayız...

yenişafak

Bu yazı toplam 1734 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar