Ahmet Taşgetiren
Uludere'de 35 kuzu parçalanınca...
Hani şu, Akif'in mısralarına yansıyan işi yapmak...
"Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilahi Ömer'den sorar onu"
denen şeyi yapmak zor iş.
Hazreti Ömer, bir kocakarının serzenişleri karşısında "Ömer, Ömer, nasıl aldın bu barı sırtına sen" der. "Bar" yük demektir. Yani "Nasıl aldın bu yükü sırtına sen" diye dövünür.
Vefatı sırasında oğlunu halifeliğe aday göstermek isteyenlere ise "Bir evden bir kurban yeter" diye itiraz eder.
Böyle bir devlet başkanı ya da yöneticisi olmak, gerçekten tahammül ötesi bir meseledir.
Açı duyacaksınız, açıkta kalanı göreceksiniz, üşüyenle üşüyeceksiniz...
Aslında ben Başbakan Erdoğan'ın bu yapıda bir insan olduğunu düşünmüşümdür.
Memlekette çok büyük çapta insan topluluğunun da aynı tarzda düşündüğünü sanıyorum.
İnsanlarımız Cumhurbaşkanı Gül'ü de büyük ölçüde böyle görürler.
Onun için de Erdoğan'dan ya da Gül'den çok şey beklerler.
Başı sıkışanın onlara yönelmesi bu yüzdendir.
Ve bu yüzden, şu veya bu sebeple azıcık ihmal gibi bir durum olsa, insanlar sızlanmaya başlıyorlar.
Deprem gecesi Başbakan Erdoğan'ı Van'da, insanlarla kucaklaşırken görmek şaşırtıcı olmamıştır. Beklenendir.
Daha sonra çadır vs. işinde ortaya çıkan aksaklıklara insanların gönül koyması da çok şey beklendiği içindir.
Asıl beklenmese korkmak lazımdır.
Bakanların ziyareti kesmedi
O yüzden, Başbakan'ın ya da onun her alandaki yardımcılarının, onu temsil edenlerin, çok hassas davranmaları gerekiyor. İnsanların gözlerinden, sözlerinden duygu dünyasına girmek, kırgınlığını, serzenişini, yakınmasını anlamak ve çare olmak gerekiyor.
Ülkemiz ezilmişlerin milyon milyon olduğu bir ülke. Evet, hükümet yara sarararak geliyor ama sarılacak daha o kadar çok yara var ki... Onların ağıtları yetiyor afakı doldurmaya...
Daha duyarlı olmak gerekiyor, evet...
Aklıma gelen soru şu:
Acaba hükümet, Başbakan ve arkadaşları, Uludere olayında beklenen hassasiyeti gösterdiler mi?
Oraya bakanlar gitti, kaymakam gitti, müftü evet, onlar da hükümeti, devleti temsilen gittiler...
Ama belli ki kesmedi.
35 canın devletin bombaları altında, yanlışlık, kaza ne olursa olsun, paramparça edilmesi karşısında, gencecik çocukların dizi dizi cenazeleri karşısında, devlet yüreğinin tepkisi yeterli bulunmadı.
Vardır eminim, Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın ajandasında Uludere ziyareti veya özrü ama şu ana kadar, yani acının en katmerli olduğu şu günlerde beklenirdi, birkaç sıcak söz, sıcak bir kucaklaşma, anaların yüreğini dindirme...
Yaralar başka türlü sarılmayacak
Yazılar yazılıyor.
Çok acı yazılar.
"Bir özrü bile çok gördüler" diye yazılıyor kaç zamandır.
Şu satırlar Orhan Miroğlu'na ait.
"O yoksul köylüleri, özür dilememekle bir değil iki kez öldürdünüz!
"Kürt halkının vicdanını, onurunu yaraladınız!"
Ben Orhan Miroğlu'nu itidalli, sağduyulu bir Kürt aydını olarak bilirim.
O ki, terör örgütünün tehdit ettiği insanlardandır.
Evet, onun kaleminden çıkmış o feveran yüklü kelimeler.
Bence önemsemek lazım bu duyguları...
Eminim bu ifadeler Cumhurbaşkanı'nın da Başbakan'ın da içini acıtacaktır.
Ama Uludere'de insanların yüreğinde hangi yangının depreştiğini de dikkate almak gerekiyor.
Başbakan olmuşsanız, hastalık sayrılık düşünmeyecek, tütmeyen ocakları görecek, sönmeyen yürek yangınlarına deva olacaksınız.
Bir insanın taşıyacağından daha fazladır belki bu yük. Ama bekler insanlar, yaralarını sizin sarmanızı beklerler.
Onun için özür çağrısını da yadırgamamalı Tayyip Bey veya Abdullah Bey, gidip Uludere'nin yarasını sarma talebini de...
Bunu acilen yapmalı üstelik. Yaralar başka türlü sarılmayacak çünkü...
bugün