Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Uluslararası dayatmalar, ‘Ermeni Mes’elesi’ne hayır getirir mi?

‘Ermeni Mes’elesi’, kelimenin tam mânâsıyla, bir mes’ele olarak Türkiye’nin karşısında.. Hele de, 24 Nisan 1915’de, (yani Birinci Dünya Savaşı’na Osmanlı’nın girmesinden 7 ay kadar sonra..) İstanbul dışındaki ermenilerin, ‘tehcîr’i- (zorla göçettirilmesi) için İttihad -Terakkî Cemiyeti’nin Dahiliye Nâzırı / İçişleri Bakanı Tal’at Paşa tarafından verilen emrin 100. yılındaki anma törenleri dolayısiyle bu yıl, daha bir çarpıcı şekilde.. Bu mes’eleyi daha iyi anlamak için, bazı kilometre taşlarını bir kez daha gözönünde bulundurmak gerekiyor.

Hatırda tutulması gereken ilk husus, İttihad-Terakkî Cemiyeti / partisi’nin devletin idaresine, Osmanlı Devleti’nin kaderine entrika ve zor yoluyla el koymuş olduğudur.

28 Haziran 1914’de Saraybosna’da, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu Veliahdi Franz Ferdinand ve eşinin bir sırb genci tarafından bir suikasdde öldürülmesinden hemen sonra, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a savaş açması ve Rusya Çarlığı’nın Sırbistan’ın yardımına koşup savaşa girmesi; bunu Almanya’nın Avusturya -Macaristan İmparatorluğu’nun yanında; İngiltere, Fransa ve İtalya’nın da Almanya ve Avusturya Macaristan imparatorluğu’na karşı Rusya’yla birlikte hareket etmesiyle bütün Avrupa bir yangın yerine dönüşmüştür.

Osmanlı Devleti’nin yönetiminde bulunan İttihad-Terakki Cemiyeti liderleri, giderek yayılmakta olan Birinci Dünya Savaşı’na girmekten kaçınılamıyacağını düşünmektedirler. Ama, kimin tarafında girmesi gerektiği konusunda aylarca süren tereddüdler içindedir.

1909’daki 31 Mart Hadisesi’nden sonra tahtından indirilen ve Selanik’de sürgünde bulunan ve diplomasi ve siyaset dehâsı denilebilecek üstün niteliklere sahib 33 yıllık eski sultan 2. Abdulhamid ise, savaştan kesinlikle uzak durulmasını istemekte ve bunu sorumlulara duyurmaya çalışmaktadır.

O sırada, Saray’ın damadı olması dolayısiyle Osmanlı’nın Sultan Reşad’dan sonraki en güçlü adamı durumunda olan Başkumandan Vekili Enver Paşa, Londra’ya yaptığı, İngiltere’nin soğuk davranmasından dolayı, eli boş döndüğü 20 günlük bir ziyaretten sonra.. Tereddütler daha bir artar.. (Bu arada, İngiliz Hükûmeti, Osmanlı’nın, daha önce İngiltere’ye sipariş ettiği ve yapımı tamamlanmış ve bedelleri ödenmiş olan iki savaş gemisini vermiyeceğini de açıklamıştır.. Ki, bu mes’ele, hâlâ da halledilmemiştir.)

Bu durumdan faydalanan Almanya, birçok zaafları olmasına rağmen Avrupa ve dünyanın yine de sayılı güçlerinden sayılan Osmanlı’yı kendi safına çekmenin planlarını yapmaktadır. Ama, savaş planlayıcıları daha etkindirler ve İttihadçı’ların tecrübesizliklerinden ve onların son zamanlarda kaybedilmiş geniş toprakları geri almak hayallerinden de faydalanmak istemektedirler.

Ve plan uygulanır..

Almanya’nın zırhlı savaş gemileri Akdeniz’dedir ve İngiltere’nin savaş gemilerince takib edilmektedir. Alman gemilerinden ikisi Goben ve Breslau Çanakkale Boğazı’ndan geçerler, Osmanlı bayrağını çekip, Midilli ve Yavuz adıyle Karadeniz’e açılırlar ve Rusyanın (bugün Ukranya elinde kalan) Odesa liman şehrini topa tutarlar.

Rusya, derhal özür dilenip tazminat ödenmediği takdirde, bunu savaş sebebi sayacağını sayar.

İttihadçıların, müslüman kamuoyunu tatmin etmek için Sadâret’e /Başbakanlığa getirdiği Sadrâzam Said Halim Paşa, bu saldırıyı, İttihad-Terakki’nin liderlerinden, Enver- Tal’at ve Cemal Paşa üçlüsü’nden sorar. Sadrâzam Paşa, Rusya’dan özür dilenmesi ve tazminat ödenmesi fikrindedir ve aksi halde, istifa edeceğini söylemiştir.

Ama, İttihadçı liderler, Osmanlı gibi bir büyük devletin özür dilemesi ve tazminat ödemesinin diplomasi tarihi açısından emsalinin bulunmadığını söylerler.

Sadrâzam Paşa’nın istifası ise, başta yakın dostu Mehmed Âkif ve diğerleri tarafından önlenir, ‘Sen gidince yerine kim gelecek ki?’ gibi gerekçelerle..

Ve, Rusya önceden açıkladığı üzere, beklediği özür gelmeyince. savaş açar..

Böylece, savaşın başlamasından üç ay sonra, 27-28 Eylûl 1914 tarihinde Osmanlı da girer savaşa.. (İki sene öncesinde, Balkan savaşlarında Osmanlı’ya karşı savaşmış olan Bulgaristan Krallığı da, Osmanlı, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun safında, Rusya’ya ve Sırbistan’a karşı girmiştir, savaşa..)

Rusya orduları, Balkanlar ve Kafkaslar’dan hızla ilerlemektedir..

İttihadçılar, içerdeki en büyük zaafiyet noktası olarak, özellikle (Hicrî-qamerî takvimin 1293 yılında olması hasebiyle, kısaca) ‘93 Harbi’ diye bilinen ve Osmanlı’nın ağır yenilgisiyle neticelenen 1877-78 Rus- Osmanlı Savaşı’ndan beri düşmanla işbirliği yapan ve bütün Doğu Anadolu’nun kolayca istila edilmesinde düşmana üstün hizmetler sunarak daha bir güçlenen ‘ermenici’ Daşnaksutyun ve Hinçak vs. silahlı mücadele örgütlerinin, içerde ve dışarda uygulayacakmları yeni terör eylemlerinden endişe etmektedirler. Çünkü, onlar ermenilerin 800 yıl birlikte yaşadıkları Selçuklu ve Osmanlı topraklarında bir Ermeni Devleti kurmak heyecan ve hayaliyle bileylenmektedirlmer..

Ki, bu örgütler, Osmanlı Bankası Soygunu’nu gerçekleştirecek ve dahası, Yıldız Camii’nde bir Cuma Selâmlığı esnasında, Sultan 2. Abdulhamid’e bombalı bir suikasd düzenleyecek kadar büyük eylemlere imza atmışlardır.

(Şair Tevfik Fikret, o zaman, bir ‘Lahza-i Teehhur’ / Bir anlık gecikme) isimli şiirinde, Abdulhamid’in bir anlık gecikme ile, o bombalı saldırıdan kurtulmasından dolayı büyük bir esef yaşadığını, mısralara dökmüş ve duygularını ‘Ey şanlu avcu, dâmını (tuzağını) beyhûde kurmadın, / Attın, attın, fakat, yazıklar ki, vurmadın!..’ diye dile getirmiştir..)

İçerde, kendilerini münevver /aydın olarak niteleyenlerin bir örneğidir Fikret ve durum bu..

Keza, Noradunkyan Paşa’nın Osmanlı Hariciye Nazırlığı’na bile getirilmişken, nasıl ihanet ettiği de görülmüştür. Müslüman halk ise, her taraftan gelen düşman saldırılarına karşı koymak azminde olsalar bile, en fazla da, kendilerine asırlarca kavm-i necîb veya millet-i sadıqâ olarak baktıkları ermeniler adına sergilenen ihanetlerle daha bir yaralanmaktadır. Ve iç düşman olarak en fazla da, o ‘ermenici’ silahlı mücadele ve terör örgütleri adına, neredeyse bütün ermeniler görülmektedir. Bazılarınca bütün kürdlerin PKK’lı sanılması örneği gibi..

Öyle bir durumda, Doğu Anadolu’da oldukça yoğun olarak yaşayan ermeniler içindeki ‘ermenici çeteleri’n Rus ordusuyla 35 sene öncelerdeki 93 Harbi’nde olduğu gibi, yeniden işbirliği yapmaması ve hem de ülkenin her yanında, halkın ermenilere karşı bir saldırı düzenlememesi için, İstanbul dışındaki ermenilerin belli yerlere sürgün edilmesi planlanır.

Savaş başlayalı, 7 ay olmuştur ve böyle bir tedbirin düşünülmesi tabiîdir..

Ama, bu çok kolay olmayacaktır..

Çünkü, tren ve otobüs vs. araçların ya hiç olmadığı ya da yetersiz kaldığı bir zaman diliminde, taşınabilir varını-yoğunu kağnılara yükleyip kışta-kıyamette veya yazın kavurucu sıcağında, yollara dökülen yüzbinlerin nasıl bir perişanlık ve acı çektiği ortadadır. Ki, o insanların büyük çoğunluğu hain değildi, ama, evlerinden-barklarından sürülürken, halkın tepkisi, ‘ermenici silahlı örgütler’ adına, o halkın tamamına yönelecekti..

Ermenilerin, ülkenin daha uzak köşelerine, Suriye- Lübnan taraflarına gönderilmesi planlanmıştı. Ama, binlerce km.lik o yollar o yartlarda nasıl kat’edilcekti?

Yüzbinler, o şehirden bu şehre, güvenlik güçlerince, sürü gibi teslim edilir-alınırken, elbette yol boylarında hastalık, yorgunluk, açlık, soğuk-sıcak gibi etkenlerle onbinler can veriyorlardı. Ayrıca, özellikle genç kız ve gelinlere yönelik alçakça tasallutta bulunan bir takım kimselerin her toplum içinde olacağı da unutulmamalıdır.

Onların evlerini de İttihadçılar ve onların kemalist dönemdeki uzantıları da, yeni bir zengin sınıfı oluşturmak için, belli kesimlere vermişlerdir. Halbuki, İslam huhuku, savaşa katılmayan insanların can, ırz ve mal, mülkünü garanti altına almaktadır.

Ama, ilginç olan şu ki, o zamanki resmî rakamlarla, 1 milyon 200 bin kadar olan ermeni nüfus, Anadolu’daki genel nüfusun onda birini oluşturuyordu.. Ve, Ermeni Hadiseleri’nin 50. yılında, 1965’lerde, 500 bin ermeninin öldü(rüldü)ğü yazılırdı, dünyada. O zaman, Türkiye’nin nüfusu 30-32 milyon civarındaydı..

Sonra.. Ülkenin nüfusu arttıkça, ermenilerin ölü sayıları da arttırıldı, ve 75. yılında bir milyona ulaştı. Şimdi, 100. yılında ise, ölen ermenilerin sayısı 1,5 milyona yükseltildi.

Amerikan Başkanı Obama bile, son mesajında, 1,5 milyon ermeninin ölümünden sözetti.. 
Şimdi, uluslararası siyasetin bütün mezar kazıcıları, işte o facialı yılların üzerine yeni planlar kurmak peşindeler.. Sezonu Papa Françesko attı.. O soykırımdan sözetti.. Onu Alman ve Fransa devlet başkanları takib etti.. Onları, Rusya lideri Putin takib etti..

Obama ise, mesajıında, sadece ermenice ‘Meds Yeghern/ Büyük felaket’ demekle yetindi, soykırım’dan, jenosid’den sözetmemekte ısrar etti, Türkiye’yi yyanında tutmak için..

Ermenistan Devlet Başkanı Serc Sarkisyan ise, Hürr. gazetesinde 24 Nisan günü yayınlanan uzun mülakatında Türkiye’den toprak taleblerinin olmadığını iddia ediyor.. Adım adım gidiyorlar.. Eğer öyleyle, Ermenistan Anasayasası’ndaki Batı Ermenistan’ı kurtarmak neyin nesi? Şimdilik, mâsum şekilde soykırım kabul ettirilebilirse, sonrası, sonra gelecek..

Onları da gelecek nesillerin gerçekleştirmesi düşüncesiyle..
*
Pekiy, bunlar olurken, müslüman halkın sadece o savaş anındaki 5 milyondan fazla can kaybı n’oldu? Onlar insan değil mi? Sadece ermeniler mi, o ağır facianın yükünü taşıyanlar?

Hulâsa-i kelâm, bu uluslararası dayatmalar, savaşsız olarak bir çözüm ve hayır getirmez. Savaşta hayır görenler ise, nelerle karşılaşır; onu önceden kestirmek zordur. 
*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 932 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar