Üsküp’süz İstanbul, İstanbul’suz Üsküp düşünülemez

Dün, Üsküp’te kalmıştık... 

Gezi izlenimlerimize oradan devam edelim... Kafile ile birlikte Kandil Camii’ne gidip “namaz”larımızı kıldıktan ve “dua”larımızı yaptıktan sonra, Rin Tur’un sahibi İlyas Say, bazı dostların benimle tanışmak istediğini söyledi...

Bir “kahvehane”ye geçince, etrafımız “sevenlerimiz” ile doluverdi.

Yard. Doç. Süleyman Baki, Üsküp Ensar Kültür, Yardımlaşma Eğitim Derneği’nin Başkanı... “Sözü dinlenir, hatırı sayılır” bir kanaat önderi... Hüseyin Şanlı, Bayrampaşa Belediyesi Balkan Kültür Merkezi Koordinatörü... Hüsrev Emin, Köprü-Der Başkanı... Harun Kuvel, Balkan Üniversitesi’nde yardımcı asistan... Ve daha, birçok isim... “Sallama” değil, “demleme” çaylar, hem de “cam bardak”ta geliyor ve biz sohbeti derinleştiriyoruz... “Türkiye’den” söz ediyoruz; “Üsküp’teki İslâmî gelişmeler”den söz ediyoruz...

Sohbetimiz gece yarılarına kadar sürüyor... Görüyorum ki, bu “genç” insanların hepsi “son derece donanımlı” ve bir o kadar da “şuurlu”...

Bu tablo beni mutlu ediyor ve gençlere güvenim biraz daha artıyor.

Çünkü “ilişki”lerinde;

“Menfaat” yok, “para kazanma hırsı” yok... “Rant” hesapları da yok...

Tek amaçları, İslâm’ı iyi temsil ve dini tebliğ etmek...

Bu amaçla, İlim ve Kültür Vakfı tarafından Evlâd-ı Fâtihân adlı “Kültür, Edebiyat ve Fikir Dergisi” çıkarıyorlar.

Derginin ilk sayısında; “Bir mefkure adamı Fettan Efendi”yi tanıtmışlar, Akif Emre ile “Üsküp’süz İstanbul’u düşünemeyiz” konulu bir röportaj yayınlamışlar ve “Tarihin hüzün sahnesinde bir şehir: Üsküp”ü tanıtmışlar...

İkinci sayılarında Üsküplü Müderris Ataullah Efendi’yi, üçüncü sayılarında Bekir Sadak Hocaefendi’yi tanıtmışlar... “Balkanlar ve Göç”ü anlatmışlar, “Doğu ve Batı arasında Hakikat Medeniyeti’ne yer vermişler...

Son derece kaliteli bir baskı ve doyurucu bir dergi...

Evlad-ı Fâtihân dergisini çıkaranları ve dergide emeği geçenleri tebrik ediyorum... Hem “yerel kıymetleri” tanıtıyorlar, hem de “tarih” ve “İslâm”dan dolu dolu bilgiler aktarıyorlar.

Bu gençleri yürekten kutluyorum...

ÜSKÜP’TE PİŞMANİYE FESTİVALİ

Ertesi gün, Cuma... Rehberimiz Elvir Sadikoviç, bize Üsküp’ü gezdirecek... 

Yola çıkarken, “Bir de sürprizimiz var” diyor?..

Acaba, nasıl bir sürpriz?..

Önce, “Üsküp Kalesi”ni geziyoruz...

Hemen yakınında bulunan ve TİKA tarafından restore ettirilen Mustafa Paşa Camii’nde “ziyaret namazı” kılıyoruz... Ardından Balkan Üniversitesi’nin önünden geçiyor ve “Tarihi Üsküp Çarşısı”nı dolaştıktan sonra aşağılara iniyoruz...

“Taş Köprü” denilen ama asıl adı “Mihraplı Köprü” olan köprünün üzerinden “Vardar Nehri”ne bakıyoruz...

Taş Köprü ve Vardar Nehri, aslında “Müslüman Üsküp” ile “Hıristiyan Üsküp”ü birbirinden ayırıyor...

Müslümanların yaşadığı Üsküp ne kadar “tarih” kokuyorsa, Hıristiyanların yaşadığı Üsküp, modern bir şehir görünümünde... “Büyük İskender ve babasının heykelleri” o tarafta... Rahibe Teresa adına düzenlenmiş mermer levhalar o tarafta... Üsküp’ün tam karşısındaki dağda bulunan “devasa haç” ise nereden bakılırsa bakılsın, tam karşımızda!..

Müslümanların tarafında ise, “Yahudilerin inat ve ısrarı” ile inşa edilmiş bir “müze” var...

Bir “ur” gibi!..

Makedonya’da pek fazla “Yahudi” yok, ama “müze”leri var!..

Şehir turunu tamamladıktan sonra, “Cuma Namazı” için Kandil Camii’ne geliyoruz...

Namazlarımızı eda ettikten sonra, “sürpriz”in ne olduğunu öğreniyoruz... Meğer caminin önündeki meydanda, İzmit Belediyesi tarafından düzenlenen “Pişmaniye Festivali” varmış... “Mehter Takımı”nın coşkulu marşları eşliğinde “Pişmaniye yapımı”na başlanıyor... Üsküp Başkonsolosumuz Gürol Gökmensuer ve Belediye Başkanı Nevzat Doğan da orada... Pişmaniye yapımı tamamlanınca, tabaklarla meydandaki kalabalığa dağıtılıyor.

Farklı bir tanıtım,

Güzel bir etkinlik...

İzmit Belediyesi’ni tebrik ediyorum.

SULTAN MURAT TÜRBESİ

Üsküp’deki ziyaret ve temaslarımızı tamamladıktan sonra, Priştine’ye geçiyoruz... Öyle ya; oralara gidip de, Sultan Murat Hüdavendigâr’ın türbesini ziyaret etmeden gitmek olmaz...

Ne enteresandır ki;

Bizim Cuma günkü ziyaretimizden 2 gün sonra, yani 15 Haziran Pazar günü, “Sultan Murat Hüdavendigâr’ın şehit edilişinin 625. yıldönümü” imiş...

Malûm; Sultan Murat Hüdavendigâr, “Kosova Meydan Muharabesi” sonrası, “savaş meydanı”nı gezerken, Miloş Obiliç adlı bir Sırp askeri tarafından şehit edilir.

Günlerden 15 Haziran’dır...

İşte, 625 yıl sonrasının bu 15 Haziran’ında da, Sultan Murat için, türbesinin bulunduğu alanda bir “anma töreni” düzenlenmiş...

Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlayan tören, “1. Murat Hüdavendigar’ın duası”nın önce Türkçe, ardından da Kosovalı ses sanatçısı Basri Luştaku tarafından Arnavutça olarak okunmasıyla devam etmiş...

“Anma töreni”nden söz etmişken, “türbe” ile ilgili olarak, daha önce yazdığım yazıdaki bir “yanlışlığı” düzeltmek istiyorum... Daha önceki yazımda, “türbe restorasyonunun TİKA tarafından yapıldığını” yazmıştım... Düzeltiyorum; restorasyon, Diyanet Vakfı ve Kültür Turizm Bakanlığı işbirliği ile yapılmış... “Osmanlı tarafından, 1848 yılında Balkanlar’da inşa edilen ilk eser” olma özelliği taşıyan “türbe”nin restorasyonu için 700 bin dolar harcanmış...

“ŞEHİD EYLE YARABBİ”

Sultan 1. Murad Hüdavendigar, “Osmanlı Beyliği”ni bir “devlet” haline getiren padişahtır.

Murat Hüdavendigar, Kosova’ya geldiğinde, düşman ordusunun kendi ordusundan kat kat üstün olduğunu, arazinin son derece rüzgarlı ve tozlu, rüzgarın da düşman tarafından estiğini görür. Bu iki mahzuru, askerlere ve kumandanlara sezdirmez.

O gece sultanın gözüne uyku girmemiş, sabaha kadar ibadet etmiş, gözyaşları dökmüş, İslam ordusunun küffar karşısında muzaffer olması için Cenab-ı Hakk’a şu şekilde niyaz etmiştir:

“Yâ Rabbî! Bu fırtına, şu âciz Murâd kulunun günahları yüzünden çıktıysa, mâsûm askerlerimi cezalandırma!

Allah’ım!.. Onlar ki, buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı tebliğ etmek için geldiler!..

İlâhî! Bunca kerre beni zaferden mahrûm etmedin.

Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine sana ilticâ ediyorum; duâmı kabûl eyle!.. Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın.. Kâfirin askerini âşikâr görüp, yüz yüze cenk edelim!..

Yâ İlâhî!.. Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum.. Benim niyetimi ve esrârımı en iyi sen bilirsin... Mal ve mülk maksadım değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim..

Yâ İlâhî!.. Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip, helâk eyleme!.. Onlara öyle bir zafer lütfet ki, bütün müslümanlar bayram eylesin!. Dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun yolunda kurbân olsun!..

Yâ İlâhî!.. Bunca Müslüman askerin helâkine beni sebep kılma!.. Bunlara yardım eyle ve zafer bahşeyle! Bunlar için ben cânımı kurbân ederim; yeter ki tek sen beni şehidler zümresine kabûl eyle!.. Asâkir-i İslâm için teslîm-i rûha râziyim. Tek ki, bu mü’minlerin uğruna benim rûhum fedâ olsun.. Beni gazi kıldın. Sonunda da lütfen ve keremen şehid eyle!

Amin.”

Sultan Murad Han’ın bu “dua”sından sonra, çok geçmeden “rahmet bulutları” gelir, Kosova Sahrası üzerine boşanır... Rüzgâr diner, toz biter... Büyük bir muharebeden sonra; Allah’ın yardımı ile Osmanlı askerleri “Haçlı ordusu”nu perişan eder ve zafer kazanılır...

Ve elbette; Sultan Murad Han’ın “dua”sı da kabul edilir ve o da “şehadet şerbeti”ni içer.

BALKANLAR’I YALNIZ BIRAKMAYALIM

Ziyaretimizi tamamlayıp, namazlarımızı Kültür Evi’nin bitişiğindeki mescidde kıldıktan sonra, tekrar Prizren’e dönüyoruz... Ertesi gün; Prizren’in TİKA tarafından restore edilen Sinan Paşa Camii’ni, hamamı ve dergâhı ziyaret ettikten sonra, “Prizren’in ünlü köftesi ve tatlısı”nı yiyor ve havaalanına doğru yola çıkıyoruz...

İlk gün de dediğim gibi; son derece “yorucu” ama bir o kadar da “doyurucu” bir gezi oldu...

Bu tür “tur”larda “son derece başarılı bir performans” sergileyen, “iyi bir ekip”le çalışan İlyas Say yönetimindeki Rin Tur’u bir defa daha tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyorum...

Son olarak diyorum ki;

Balkanları yalnız bırakmayalım... Onlar Türkiye’yi ve Türkleri çok seviyor... Gözleri Türkiye’de... Güvendikleri tek ülke Türkiye... Onları yalnız bırakmayalım ki; özellikle Kosova’da buldukları “maden”den dolayı bir “tezgâh” hazırlığında olan “ABD’nin plânları” boşa çıksın!..

Bilmem, anlatabildim mi?..

 *******************************************************************************************

Yıllarca “İRTİCA” dediler, gittiler “IRCICA”nın başını aday gösterdiler!..

Hemen herkesin merak ettiği soru şu: “Çatı Aday” olarak Ekmeleddin İhsanoğlu ismini Kemal Kılıçdaroğlu’na “tavsiye ve telkin” eden kim veya kimlerdir?.. Ya da, “hangi ülkeler”dir?

Çünkü, Bay Kılıçdaroğlu, bir gazeteye yaptığı açıklamada, aynen demiştir ki; “Daha önce Ekmeleddin İhsanoğlu’nu hiç tanımazdım!”

Adama sormazlar mı; “Tanımadığın bir adamı niye aday gösterdin?”

Bilmem hatırlar mısınız; Bülent Ecevit de, kendisine “tavsiye”(!) edilen Kemal Derwish’i hiç tanımazdı... Hatta, demişti ki; “Hayattaki en büyük iki hatam; A.Necdet Sezer’i cumhurbaşkanı seçtirmek, Kemal Derviş’i de hükümete almak olmuştur!”

Şimdi, aynı hatayı Kemal Kılıçdaroğlu yapıyor... Şu hâle bakın; “tanıdığı” CHP’lilerden birini değil de, “tanımadığı” birini aday gösteriyor!..

Demek oluyor ki, CHP içinde; “Cumhurbaşkanı adaylığı”na lâyık biri yok!..

Asıl önemlisi; yıllarca “İrtica, irtica” diyen bir parti, bula bula eski bir “IRCICA’cı”yı buldu ya, gerisini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim!..

“Muhalif CHP’liler” bugün bir “bildiri” yayınlayacaklar... Bakalım ne diyecekler?.. 

yeniakit

Bu yazı toplam 651 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar