Uydurulan Din: “Kur’an İslam’ı”
Ümmet vahyin nasıl yaşanacağını, hayatın her alanında nasıl tatbik edileceğini Resul’den öğrene gelmiştir, Resul’ü devre dışı bırakan her türlü yaklaşım İslam nokta-i nazarından merduddur.
Kur’âniyyûn fırkası tarafından icat edilen “Kur’an İslam’ı” modern zamanların imalatı, dolayısıyla uydurulan dinin ta kendisi, Hz. Peygamber’in yaşamış ve öğretmiş olduğu dine muhalif, onunla ortak hiçbir noktası yok.
Kur’an okumak metni okumak demek olmamakla birlikte okuyucular sanki bulmaca imiş gibi metin üzerinde çözümleme yapmak yerine en azından metnin “Yap” dediklerini yapıp “Yapma” dediklerini terk etselerdi hiç olmazsa şimdiye kadar bir arpa boyu yol katetmiş olurduk.
Yıllardır tekrarlana geldiğinin aksine Kur’an’ın yeni bir okumaya tabi tutulması gerekmemektedir, bu, asılsız yorumlara kapı aralamayı amaçlayan modernist bir söylemdir. Kur’an’ın, Hz. Peygamber tarafından uygulandığı şekilde hayatın her alanına tatbik edilmesi amacıyla okunması gerekmektedir.
Uyarma-uyandırma faaliyetini uyarlama faaliyetiyle karıştırmamak gerekir, günümüzde Hz. Peygamber’i devreden çıkarıp Kur’an’ı moderniteye uyarlama faaliyeti yürütülmektedir, projenin ihalesini alan modern ilahiyatçıların kim oldukları bellidir.
Modern Müslüman hadis kitaplarına bakmakta, okuduğunu modern dünyaya uyarlamakta zorlandığından -20-21. yüzyıl kafasıyla- “Böyle peygamber mi olur?” diye sormakta, kendi modern algılarına, modern dünyasına uymadığı için tarih boyunca kabul görmüş peygamber tasavvuruna karşı çıkmaktadır. İşine gelirse! Dolayısıyla sözünü ettiğimiz zihin, Resulullah’la birlikte yaşasa ona tabi olmak yerine “Senin bu söylediğin söz, yaptığın şu uygulama Kur’an’a ters” diyecek, Allah’a Allahlık, peygambere peygamberlik öğretmeye kalkışabilecek kadar kendini kaybetmiş, duracağı yeri şaşırmıştır.
Kendi asılsız te’villerine meşruiyet zemini yaratabilmek için Sünnet’e-Hadis’e muhalefet edenleri sahte peygamberler kategorisinde ele almak icap eder. Kendi sözünü, kendi görüşünü Hz. Peygamber’in önüne geçiren adamdan ne köy olur ne de kasaba. Böylelerinin itikadları da amelleri de fasiddir.
Sünnet’e-Hadis’e muhalefet edenler iki şehadetten ikincisini -“Muhammedu’r-Resulullah”ı- hayatlarından söküp atmış, bu ikinci şehadeti fiilen inkâr etmiş kimselerdir. Allah ve Resul’ü bir işte/bir konuda hüküm verdiği zaman Mü’min bir erkek ve Mü’min bir kadın için o işte/o konuda seçim yapma/tercihte bulunma hakkı yoktur (Ahzab: 36). Modern ilahiyat ise bize “Kendi kafanıza göre seçebilir, tercihte bulunabilirsiniz” demektedir, bizim bu vesveseye cevabımız “Eûzu billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm”den başkası olmayacaktır. Ashab “Anam babam sana feda olsun ya Resulallah” diyordu, Kur’âniyyûn mezhebinin sâlikleri ise Resulullah’ı kendi görüşlerine feda ediyorlar, aradaki fark budur.
Resulullah, diğer bütün peygamberler gibi kendisine itaat edilsin, tabi olunsun diye gönderilmiştir (Nisa: 64). “Resul’e tabi olmak Kur’an’a tabi olmaktır, ben Kitab’a uyuyorum, böylece Resul’e tabi oluyorum” demek ucuz bir yaklaşım denemesi olmanın ötesine geçmez, çünkü böyleleri Kitab’a-Sünnet’e tabi olan kimseler değil, metinden kendilerince çıkardıkları sonuç doğrultusunda hareket eden kimselerdir. Bu ucuz denemede Resulullah’ın hiçbir kavli, fiili ve takriri dikkate alınmamaktadır.
Kur’âniyyûn fırkasının ayetleri ters yüz ederek “Kur’an’a uyuyoruz, böylece Resul’e tabi oluyoruz” demesine karşın ayetler tam tersini söylemektedir: “Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”(Nisa: 80), “Bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” (Âl-i İmran: 31). Dolayısıyla bu tür yaklaşımlar usûlsüzlüğün ve Kur’an’ı gelişigüzel yorumlamanın en bariz ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sıralama Resul’ün vahye, ümmetin de Resul’e tabi olması şeklindedir, ayetlerin açık ifadesiyle Resul’e tabi olan vahye tabi olmuş demektir. Ümmet vahyin nasıl yaşanacağını, hayatın her alanında nasıl tatbik edileceğini Resul’den öğrene gelmiştir, Resul’ü devre dışı bırakan her türlü yaklaşım İslam nokta-i nazarından merduddur. Hz. Peygamber’e tabi olan felah bulmuştur, Müslüman olmanın başka da bir şartı yoktur, sayılan bütün şartlar bu ilkede mündemiçtir. Felaha ermek için meal, dipnotlu tefsir vs. okumak gerekmemektedir.
Resulullah’ı kaybeden dinini kaybetmiştir, Resulullah yoksa sahih din yoktur, onun yerine kafadan gayri müsellah kimselerin ipe sapa gelmez “yorumları” vardır. “Kur’an İslam’ı” mezhebinin sâlikleri “Hz. Peygamber hadis dinini mi yaşadı, vahiy dinini mi?” diye sormaktadırlar. Kuşkusuz yanlış sorulmuş bir sorudur bu. Hz. Peygamber elbette vahyi yaşadı, asıl soru, günümüz Müslüman’ının vahyi Hz. Peygamber’in öğrettiği ve yaşadığı şekilde mi, yoksa metne bakıp kafasına göre çıkardığı sonuçlar doğrultusunda mı yaşayacağıdır.
Aynı şekilde sapmanın bir başka ifadesi olarak “Hz. Peygamber helal-haram belirleyemez” denilmektedir. İşin ilginç yanı bunu söyleyenlerin Kur’an metnine bakıp ağızlarını eğip bükerek -dolaylı yorumlarla- bin bir türlü helal-haram icat etmiş olmalarıdır.
Hz. Peygamber’in teşri yetkisine sahip olmasının Kur’âniyyûn fırkasının iddia ettiğinin aksine şirkle alakası yoktur, bilakis bu, peygamberliğin muhtevası ile ilgilidir. Teşri yetkisi Allah’a rağmen değil Allah’ın izniyle kullanılmaktadır ve bu da Hz. Peygamber’in Allah’a denk olması anlamına gelmemektedir, çünkü o elçi olarak Allah’ın gözetimi altında bulunmaktadır.
“…Onlar ki o ümmî peygambere uyarlar, o, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar,kendilerine tayyibâtı helal, habâisi haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, zincirleri kırar atar…”(A’raf: 157)
“Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde ne Allah’a ne de ahiret gününe inanmayan, Allah’ın Resul’ünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle onlar alçalmış oldukları halde cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe: 29)
Temel olarak problem Kur’an’da her şeyin bulunduğu zannına kapılan “akıl”dan ve Allah’tan vahiy alan peygambere “Sen kenarda dur” diyenlerin ihtiraslarından kaynaklanmaktadır.
Muhatabına “Kur’an Müslüman’ı mısın, yoksa…” diye soru sorma cür’etini gösterebilen “Kur’an’cı” IŞİD’le aynı kafadadır, belki aradaki tek fark “Kur’an’cı”nın IŞİD gibi ayrım yaptıktan sonra onun gibi infaz edememesidir. “Kur’an’cı”nın zihninde yer etmiş olan necis düşünce ona Haricilerin ve yakın tarihte Haricilerin yolunu ihya eden “aydın” kadronun mirasıdır.
Hz. Peygamber -dolayısıyla onun Sünnet’i- İslam Evi’ni bir arada tutan kilit taşıdır, çünkü Hz. Peygamber devre dışı kaldığı zaman Kur’an her türlü yoruma açık hale gelmekte, bu yolla “Ilımlı İslam”, “Demokratik İslam”, “Sosyalist İslam” gibi bin bir türlü “İslam” icat etmek mümkün olmaktadır. İşte bu nedenle oryantalistlerin yolunu takip edenler bu taşı sökmeye çalışıyorlar, biz de mukavemet ediyoruz, süre gelen tartışmanın özeti budur.
Atilla Fikri Ergun – atillafikriergun.wordpress.com