Selâhaddin Çakırgil
‘Vahşi kapitalizm’ daha bir güçlenerek karşımızda...
Amerikan başkanlık seçimi, nihayet noktalandı ve seçim anketlerinde kendisine hiç de şans tanınmayan ‘milyarder ve dünya çapında gayrimenkul kralı’ olarak bilinen Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump, (telaffuz şekli, Danıld Tramp) güçlü rakibi ve 240 yıllık USA tarihinde ilk kadın Başkan olacağı beklenen Demokrat Parti adayı Hillary Clinton karşısında kesin bir üstünlük sağlayarak, 45. Başkan seçildi. Bir diğer deyimle, sözkonusu partilerin amblemleri olan ‘Fil’, ‘Eşek’i ezdi-geçti. Clinton’ın seçileceğine kesin gözüyle bakan dünya borsaları da alt-üst oldu.
Her iki aday da USA emperyalizminin dünya jandarmalığının ve hele de sionist İsrail rejiminin Ortadoğu müslüman topraklarındaki işgalinin sürmesine öncelik vermekte birbirleriyle yarışıyorlardı. Hillary, Ortadoğu’daki denge oyunları içinde, eski bir Dışişleri Bakanı olarak, devreye PYD gibi yeni unsurları da sokmak gerektiğini düşünüyordu. Trump’un da aynı şeyleri düşünmeyeceğine dair bir garanti sözkonusu değil..
***
Seçimden yenik çıkan Hillary, sonuç belli olur olmaz, Trump’a telefon ederek kutladı. Trump da yaptığı konuşmanın ilk cümlesinde, daha düne kadar, TV ekranlarından, yüzmilyonlar huzurunda, ‘Sen vatan hainliği yaptın, seçilirsem seni hapse attıracağım.. Sen ne pislik kadınsın!’ diye hitap ettiği Hillary için, ‘Sayın Clinton beni telefonla aradı, tebrik etti. Ben de kendisini tebrik ettim. Kendisi de çetin bir mücadele verdi. Hillary çok uzun süre ülkemiz için çalıştı, bunun için kendisine teşekkür ediyorum. Artık Cumhuriyetçiler Demokratlar hepimizin bir araya gelme, birleşme zamanı’ diyordu.
***
Bu beklenmedik netice karşısında, siyasî tahlilcilerin her birisi durdukları ve baktıkları noktadan izahlar yapacaklardır, tabiatiyle..
Hiçbir devlet tecrübesi olmayan ve adaylıkta ‘İslam düşmanlığı’yla sivrilen 70’lik bir Trump, miladî-19. asrın vahşî kapitalizminin günümüzdeki bir hortlatıcısı olarak karşımıza çıkabilir. Nitekim, ilk konuşmasında, ‘Amerikan rüyasını canlandırmakla işe başlayacağız’ diyor ve buna kendi iş hayatını örnek gösteriyordu. Hayata, babasının verdiği 9 milyon dolarcıkla başlayan bu kişinin, iş hayatında hangi yöntemlerle yükseldiyse, aynı yöntemleri, Amerikan emperyalizminin iç ve dış siyasetine de yansıtması tabiîdir.
Yoksulluğundan çok varsıllığıyla bilinen bir halkın, daha fazla refah vaat eden ve kaba-saba tavırlarıyla bilinen bir sınır tanımaz kapitalist’e yönelmesi tabiîdir. Nerede daha fazla ot görürse, oraya yönelen, sadece güç ve menfaatinin hesabını yapan bir kitle psikolojisi..
***
Obama döneminde, alt gelir birimlerini gözeten sosyal devlet uygulaması karşısında, kapitalistlerin, ‘sosyalist oluyoruz..’ feryatlarına yükselmişti. Şimdi, o uygulamalar herhalde terk edilecek..
Elbette, Başkan değişmekle, Amerikan sistemi değişmez denilebilir ama böyle bir kişinin Başkan olarak seçilmiş olmasının o sistemin çalışmasında hiçbir temel etkisinin olmayacağı da düşünülemez. Her ne kadar, temelde USA emperyalizminin menfaatleri esas alınsa bile, bu uygulamaların, bazen hiçbir ahlâkî sınır tanımayacak boyutlara ulaştırıldığı, hele de L. Johnson, Richard Nixon, Ronald Reagan ve George Bush dönemlerinde daha bir görülmüştür. Trump’ın da bir ‘kapitalist Stalin’ olarak sivrilmesi mümkündür.
***
Nitekim ilk zafer konuşmasında, ‘Ben bütün iş hayatım boyunca bu ülkenin potansiyelini geliştirmek için çalıştım. Şimdi de bunun için çalışacağım’ diyen bu yeni USA Başkanı, ‘Bizimle anlaşmaya istekli olan uluslarla çok başarılı ilişkiler kurmayı planlıyoruz. B. Amerika, artık az ile yetinmeyecek. (...) Evet herkesle ortak zemin arayacağız ama USA’nın çıkarları ön planda olacak!’ derken, neler yapabileceğini de gösteriyor.
Yani, Trump ‘Teslim olun, barış olsun’ diyen ‘Pax Romana’ (Roma Usûlü) anlayışının günümüz versiyonu olan ‘Pax Americana’ mantığıyla hareket edeceğini şimdiden ilân ediyor.
stargazete