Yahudilerin Hak İddiası Tevrat'a Aykırı
Filistin’in İslâm tarihi, Ömer b. Hattab’ın oraya 20 Rebiulevvel Hicri 15 (Mayıs 636 M.) yılında girmesiyle başlamadı
Ayhan Bilgin-Vakit
Hiç şüphesiz ki Filistin, İslâm’ın mülkü ve ümmetin omuzuna yüklenmiş bir emanettir. Ve bu emanetin içinde Kudüs’ün yeri ise bir başkadır. Filistin’in İslâm tarihi, Ömer b. Hattab’ın oraya 20 Rebiulevvel Hicri 15 (Mayıs 636 M.) yılında girmesiyle başlamadı.
Sünnet andlaşması yoluyla "Kenân diyarı" ebedi mülk olarak, sünnet olan İsmail’e verildiğinde daha İshak doğmamıştı bile... "Kenan diyarı" Hz. İbrahim’in oğlu olan ve tüm Arapların babası-atası sayılan İsmail’in, dolayısıyla tüm Müslümanların malıdır. Hem de en azından Hz. İbrahim’den bu yana... Yani Yahudilerin orada herhangi bir hak iddia etmeleri esasen Tevrat’a da aykırı. Çünkü az önce de belirttiğim gibi Kenân diyarı ebedi bir mülk olarak Hz. İsmail’e verildiğinde Yahudilerin türediğine inanılan İshak daha doğmamıştı. Her şeye rağmen Kudüs geçmişin iki dini Yahudilik ve Hıristiyanlık için de manevi değer taşır. Ve bu kenti geçmişin iki dini ile Müslümanlar uzun zaman dilimleri içinde yönetmişlerdi. Yahudiler ortalama 600 yıl, Hıristiyanlar iki Bizans dönemi (323-614 ve 628-637), Kudüs Latin Krallığı (1100-1187), İkinci Frederick’in işgali (1229-1239) ve İngiliz mandası (1922-1948) olmak üzere toplam 423 yıldır. Müslümanlar ise (Araplar ve Türkler) Kudüs’e 1300 yıl kadar egemen oldular. Fakat ne zaman ki Filistin, Kudüs de dahil olmak üzere 1922’de İngilizlerin mandasına verildi, işte o tarihten itibaren bu topraklar yeniden kan ve gözyaşı ile tanıştı. İngiliz vatandaşı Siyonistleri yönetici olarak atayan İngiltere, adeta Siyonist Yahudi’nin planlarına kapı açtı. Manda yönetiminin kurulmasıyla Siyonist Yahudiler hemen ilk iş olarak Arapça El-Burak, İbranice Kothel Maaravi denilen ve daha çok Batı ya da Ağlama Duvarı diye bilinen bölgedeki statükoyu bir takım zorlamalarla değiştirmeyi denediler ve bu süreçte çok sayıda insan hayatını haybetti. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti, bölgeye bir "Uluslararası Araştırma Komisyonu" gönderdi. Ve bu komisyonun 8 Haziran 1931’de "Yasa" biçimine sokulan raporu şu satırlardan meydana geliyordu: "Bir vakıf mülkü olan Harâm el-Şerif’in ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, Batı Duvarı’nın tek sahibi ve mülkiyet hakkı olan tek kaynak Müslümanlardır. Duvarın önündeki Döşeme (kaldırım) ve... Duvar’ın tam karşısında Mağribi (Fas) Mahallesi denilen yer de Müslümanlara aittir. Yahudilerin Duvar yanına... tapınma ya da başka amaçlarla getirecekleri eşyalar onlara Döşeme üstünde hiç bir biçimde mülkiyet hakkı vermiş olmayacaktır. Öte yandan, Müslümanlar da (Haraam bölgesi ve Mağribi Mahallesinde) Vakıf mülkü içinde ve Duvara değinen yerlerde, Yahudilerin Döşeme’ye ve Duvar’a gidişlerini engeller biçimde yapılar yapmayacak ya da herhangi birini yıkıp onarmayacaklardır... Yahudilerin aşağıda sözü edilecek açık kurallara uymak koşuluyla, Batı Duvarı’ndan özgürce yararlanma hakkı olacaktır... Sınırlı bir zaman için olsa bile, Duvar’ın bulunduğu yere, oraya koymak amacıyla herhangi bir çadır, perde ya da benzeri eşya getirmek yasaklanacaktır. Yahudiler Duvar yakınında boynuz biçimindeki borazanlarını çalmayacak ve Müslümanları rahatsız etmeyeceklerdir; öte yandan Müslümanlar da Yahudiler tapınırken Döşeme yakınında kendi ‘zikr’ törenlerini yapmayacaklar ve Yahudileri herhangi bir biçimde rahatsız etmeyeceklerdir..."
Siyonist Yahudi, bu son derece önemli ve şimdilerde hemen hiç kimse tarafından bilinmeyen bu raporun sonuçlarına bir müddet uyar gibi göründüyse de, kısa bir müddet sonra yine bildiğini okumaya, Filistin topraklarında tam bir işgalci mantığıyla davranmaya devam etti. 15 Mayıs 1948’i kuruluş tarihi olarak açıklayan Siyonist İsrail öylesine yayılmacı bir politika izliyordu ki, bundan Hıristiyanlar da nasibini alıyordu. Örneğin Berem ve İkrit Hıristiyan köylerinin başına gelenler gibi. 1948 yılında İsrailli yetkililer bu iki köyün (Berem ve İkrit) Hıristiyan halkına köylerini iki hafta için terk etmelerini, iki hafta sonra tekrar köylerine dönebileceklerini söylemişler ama şu ana dek hiç bir Hıristiyan köylü bir daha köylerine dönememişlerdir. Siyonist Yahudi, 15 Mayıs 1948’den önce ya da sonra Birleşmiş Milletler’in çizdiği haritaya da saygı göstermedi. "Yahudi devleti" olarak önerilen bölgeyi işgal ettiği gibi, gene önerilen Arap Devleti’ne ait olacak toprakların önemli bir bölümüne de el koydu. Kudüs’ün Batı (Yeni) kesimi, Batı Galile, Kudüs ile Akdeniz arasında kalan topraklar. Caffa, Akre, Lidda ve Ramle Arap kentleri ve yüzlerce Arap köyü ve kasabasını da katliamlarla ele geçirdi. İsrail’in 1948-49 yıllarında işgal ettiği topraklar 20.850 kilometrekare tutmaktadır. Filistin’in tüm yüzölçümü ise 26.323 kilometrekaredir. Filistin’in yaklaşık yüzde 80’ini elinde tutan bu azgın, bu merhametsiz, bu zalim topluluk 15 Haziran 1967’de Kudüs’ün tamamını İsrail devletinin bir parçası olarak ilan ettiğinde, Kudüs’te yaptığı ilk işlerden biri Mamillah denilen bölgedeki Müslüman mezarlarını (ki içlerinde sahabelerin olduğu da belirtilmektedir) buldozerlerle kazıyarak kemikleri sağa-sola dağıtmaktır. Otomobil park yeri haline getirdikleri bu yerin köşesinde de genel tuvalet yeri yapmışlardı. Hagana ve İrgun gibi kanlı terör örgütleriyle temeli atılan bu terörist devlet, Filistin’i tamamen eline geçirme hesapları yaparken, son zamanlarda, HAMAS’ın "beklenmedik" zaferinin şokunu yaşamaktadır. Çareyi ve teselliyi Mahmud Abbas, FKÖ ve diğer işbirlikçi demokratik yapılanmalarda arayan ve çeşitli yol haritalarıyla HAMAS’ı devre dışı bırakmayı planlayan İsrail esasen yolun sonuna geldiğini de bilmektedir.
Evet bölge ve dünya barışı için İsrail ya bölgeyi terk etmeli, ya da yaptıklarının bedelini ödemelidir. Ve eğer İsrail, yeni yol haritaları oyalamacılığıyla bölgedeki varlığını sürdürmeye devam ederse, tüm dünya bir araya gelip İsrail’i korumaya kalksa da, işgalci Siyonist devlet İsrail bu bedeli ödeyecektir. İlahi Adalet’in işaretleri görülmeye başlanmıştır..!
Ve HAMAS da, Allah’ın (cc) İsrail’e hazırladığı sonun bir işaretidir.
Hiç şüphesiz ki Filistin, İslâm’ın mülkü ve ümmetin omuzuna yüklenmiş bir emanettir. Ve bu emanetin içinde Kudüs’ün yeri ise bir başkadır. Filistin’in İslâm tarihi, Ömer b. Hattab’ın oraya 20 Rebiulevvel Hicri 15 (Mayıs 636 M.) yılında girmesiyle başlamadı.
Sünnet andlaşması yoluyla "Kenân diyarı" ebedi mülk olarak, sünnet olan İsmail’e verildiğinde daha İshak doğmamıştı bile... "Kenan diyarı" Hz. İbrahim’in oğlu olan ve tüm Arapların babası-atası sayılan İsmail’in, dolayısıyla tüm Müslümanların malıdır. Hem de en azından Hz. İbrahim’den bu yana... Yani Yahudilerin orada herhangi bir hak iddia etmeleri esasen Tevrat’a da aykırı. Çünkü az önce de belirttiğim gibi Kenân diyarı ebedi bir mülk olarak Hz. İsmail’e verildiğinde Yahudilerin türediğine inanılan İshak daha doğmamıştı. Her şeye rağmen Kudüs geçmişin iki dini Yahudilik ve Hıristiyanlık için de manevi değer taşır. Ve bu kenti geçmişin iki dini ile Müslümanlar uzun zaman dilimleri içinde yönetmişlerdi. Yahudiler ortalama 600 yıl, Hıristiyanlar iki Bizans dönemi (323-614 ve 628-637), Kudüs Latin Krallığı (1100-1187), İkinci Frederick’in işgali (1229-1239) ve İngiliz mandası (1922-1948) olmak üzere toplam 423 yıldır. Müslümanlar ise (Araplar ve Türkler) Kudüs’e 1300 yıl kadar egemen oldular. Fakat ne zaman ki Filistin, Kudüs de dahil olmak üzere 1922’de İngilizlerin mandasına verildi, işte o tarihten itibaren bu topraklar yeniden kan ve gözyaşı ile tanıştı. İngiliz vatandaşı Siyonistleri yönetici olarak atayan İngiltere, adeta Siyonist Yahudi’nin planlarına kapı açtı. Manda yönetiminin kurulmasıyla Siyonist Yahudiler hemen ilk iş olarak Arapça El-Burak, İbranice Kothel Maaravi denilen ve daha çok Batı ya da Ağlama Duvarı diye bilinen bölgedeki statükoyu bir takım zorlamalarla değiştirmeyi denediler ve bu süreçte çok sayıda insan hayatını haybetti. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti, bölgeye bir "Uluslararası Araştırma Komisyonu" gönderdi. Ve bu komisyonun 8 Haziran 1931’de "Yasa" biçimine sokulan raporu şu satırlardan meydana geliyordu: "Bir vakıf mülkü olan Harâm el-Şerif’in ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, Batı Duvarı’nın tek sahibi ve mülkiyet hakkı olan tek kaynak Müslümanlardır. Duvarın önündeki Döşeme (kaldırım) ve... Duvar’ın tam karşısında Mağribi (Fas) Mahallesi denilen yer de Müslümanlara aittir. Yahudilerin Duvar yanına... tapınma ya da başka amaçlarla getirecekleri eşyalar onlara Döşeme üstünde hiç bir biçimde mülkiyet hakkı vermiş olmayacaktır. Öte yandan, Müslümanlar da (Haraam bölgesi ve Mağribi Mahallesinde) Vakıf mülkü içinde ve Duvara değinen yerlerde, Yahudilerin Döşeme’ye ve Duvar’a gidişlerini engeller biçimde yapılar yapmayacak ya da herhangi birini yıkıp onarmayacaklardır... Yahudilerin aşağıda sözü edilecek açık kurallara uymak koşuluyla, Batı Duvarı’ndan özgürce yararlanma hakkı olacaktır... Sınırlı bir zaman için olsa bile, Duvar’ın bulunduğu yere, oraya koymak amacıyla herhangi bir çadır, perde ya da benzeri eşya getirmek yasaklanacaktır. Yahudiler Duvar yakınında boynuz biçimindeki borazanlarını çalmayacak ve Müslümanları rahatsız etmeyeceklerdir; öte yandan Müslümanlar da Yahudiler tapınırken Döşeme yakınında kendi ‘zikr’ törenlerini yapmayacaklar ve Yahudileri herhangi bir biçimde rahatsız etmeyeceklerdir..."
Siyonist Yahudi, bu son derece önemli ve şimdilerde hemen hiç kimse tarafından bilinmeyen bu raporun sonuçlarına bir müddet uyar gibi göründüyse de, kısa bir müddet sonra yine bildiğini okumaya, Filistin topraklarında tam bir işgalci mantığıyla davranmaya devam etti. 15 Mayıs 1948’i kuruluş tarihi olarak açıklayan Siyonist İsrail öylesine yayılmacı bir politika izliyordu ki, bundan Hıristiyanlar da nasibini alıyordu. Örneğin Berem ve İkrit Hıristiyan köylerinin başına gelenler gibi. 1948 yılında İsrailli yetkililer bu iki köyün (Berem ve İkrit) Hıristiyan halkına köylerini iki hafta için terk etmelerini, iki hafta sonra tekrar köylerine dönebileceklerini söylemişler ama şu ana dek hiç bir Hıristiyan köylü bir daha köylerine dönememişlerdir. Siyonist Yahudi, 15 Mayıs 1948’den önce ya da sonra Birleşmiş Milletler’in çizdiği haritaya da saygı göstermedi. "Yahudi devleti" olarak önerilen bölgeyi işgal ettiği gibi, gene önerilen Arap Devleti’ne ait olacak toprakların önemli bir bölümüne de el koydu. Kudüs’ün Batı (Yeni) kesimi, Batı Galile, Kudüs ile Akdeniz arasında kalan topraklar. Caffa, Akre, Lidda ve Ramle Arap kentleri ve yüzlerce Arap köyü ve kasabasını da katliamlarla ele geçirdi. İsrail’in 1948-49 yıllarında işgal ettiği topraklar 20.850 kilometrekare tutmaktadır. Filistin’in tüm yüzölçümü ise 26.323 kilometrekaredir. Filistin’in yaklaşık yüzde 80’ini elinde tutan bu azgın, bu merhametsiz, bu zalim topluluk 15 Haziran 1967’de Kudüs’ün tamamını İsrail devletinin bir parçası olarak ilan ettiğinde, Kudüs’te yaptığı ilk işlerden biri Mamillah denilen bölgedeki Müslüman mezarlarını (ki içlerinde sahabelerin olduğu da belirtilmektedir) buldozerlerle kazıyarak kemikleri sağa-sola dağıtmaktır. Otomobil park yeri haline getirdikleri bu yerin köşesinde de genel tuvalet yeri yapmışlardı. Hagana ve İrgun gibi kanlı terör örgütleriyle temeli atılan bu terörist devlet, Filistin’i tamamen eline geçirme hesapları yaparken, son zamanlarda, HAMAS’ın "beklenmedik" zaferinin şokunu yaşamaktadır. Çareyi ve teselliyi Mahmud Abbas, FKÖ ve diğer işbirlikçi demokratik yapılanmalarda arayan ve çeşitli yol haritalarıyla HAMAS’ı devre dışı bırakmayı planlayan İsrail esasen yolun sonuna geldiğini de bilmektedir.
Evet bölge ve dünya barışı için İsrail ya bölgeyi terk etmeli, ya da yaptıklarının bedelini ödemelidir. Ve eğer İsrail, yeni yol haritaları oyalamacılığıyla bölgedeki varlığını sürdürmeye devam ederse, tüm dünya bir araya gelip İsrail’i korumaya kalksa da, işgalci Siyonist devlet İsrail bu bedeli ödeyecektir. İlahi Adalet’in işaretleri görülmeye başlanmıştır..!
Ve HAMAS da, Allah’ın (cc) İsrail’e hazırladığı sonun bir işaretidir.