Abdurrahman Dilipak
Yaşadıklarımızdan nasıl bir ders çıkarabiliriz!
Bangladeş konusuna biz yine kaldığımız yerden devam edelim..
“Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar/ Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi!” Aslında Hindistan’ı nasıl kaybettiğimizden önce, biz Hindistan’la ne zaman, nasıl tanıştık, ona bakmak gerek.. Müslüman tebliğcilerin, Hz. Ömer zamanında Çin’e ulaştıklarını biliyoruz.. İslam Hindistan’da 8. yüzyılın başlarında Arap denizciler ve tebliğciler aracılığıyla girdi, Hızla yayıldı ve 12. yüzyılda ülke geneline yayıldı.. Hindlilerin İslam’la tanışması Araplarla olsa da, İslam’ın yayılmasında bu topraklardan gidenlerin rolü büyük oldu..
Hindistan’ın Müslümanlaşması büyük çoğunlukla Türk halklarla olmuştur. İlk olarak Gaznelilerle başlayan Türk İslam Devletleri zinciri Tuğluklular, Lodiler, Delhi Türk Sultanlığı ve son olarak Babür İmparatorluğu’yla 1858 senesinde sona erdi. İngilizlerin Babür devletini ortadan kaldırmasıyla Gazneli Mahmut, Babür Şah, Ekber Şah gibi ünlü sultanların Hindistan’daki 9 asırlık Türk İslam hükümdarlığı da sona ermiştir. Hoca Ahmed Yesevi, Muhammed Bahaüddin Nakş-ı Bendi ve Abdülkadir Geylani öğretisi Hindistan ve çevresindeki İslam algısının şekillenmesinde önemli etkiye sahip.
Günümüzde Müslüman nüfusun çoğunluğu Çin ve Hindistan havzasında yaşamaktadır.. Hindistan’daki Müslümanların sayısı 300 milyona yakın, 180 milyon Pakistan 140 milyon Bangladeş, 250 milyon Endonezya, bir o kadar Çin’deki Doğu Türkistanlılar ve Hui Müslümanları ile 1,5 milyarlık İslam dünyasının yaklaşık 1 milyarlık büyüklük olarak Malezya, Filipinler ve bölgedeki diğer Müslüman halklarla büyük bir kesimi bu bölgede yaşamaktadır.. 500 milyonluk kesimi ise, Balkanlar ve Kafkaslar’la birlikte Türk halklar, Araplar, Farisiler ve diğer Afrika halklarından ve Avrupalı Müslümanlardan oluşmaktadır. Bu merkez de Sufi, Selefi ve Şii olarak kendi aralarında 3 ayrı mezhebi farklı karaktere sahiptir.. Özellikle Hindistan ve çevresinde Cemaati İslami hareketi en önemli İslami hareket olarak kendini göstermektedir..
Afgan direnişi sırasında ABD ve İngiltere’nin, Selefi geleneği Pakistan üzerinden Afganistan’a sokması tesadüfi değildir.. Bu hareket, önemli bir Şii nüfusu da bulunan Pakistan’da iç bir mezhebi ve siyasi bir sorun haline gelmiştir bugün.. Şimdi, ABD ve AB ülkeleri ile sorunlarını çözme yoluna giden İran’ın, İran’daki birtakım Sünni alimlere karşı yargı yoluyla ağır cezalar uygulama konusundaki politikası, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’den sonra özellikle Pakistan ve Afganistan üzerinde yeni siyasi krizlere yol açma riski taşıması açısından bir kenara not edilmesi gereken yeni bir kriz konusudur.
Bu işlerin yarım asır öncesine bakmak gerekiyor, bugünlere nasıl geldiğimizi anlamak için.. CENTO’nun, önceki adı: Bağdat Paktı (1955-1958) idi. Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve Birleşik Krallık arasında, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da nüfuz kurmasını önlemeye yönelik olarak kurulan eski karşılıklı güvenlik ve savunma örgütü bu ülkeleri aynı yekun içinde topluyor, liderliğini, daha doğrusu güdüleme görevini de İngiltere üstleniyordu.. Daha sonra Irak’ı dışarıda bıraktılar. Daha sonra biliyorsunuz Türkiye ABD’ye, Pakistan Çin’e, Irak Rusya’ya kaydı.. İran demir yumrukla yönetildi.. Asıl patron İngiltere idi.
Şimdi son durum ne? Molla asıldı ve rejim sayıları 500’e yaklaşan Cemaati İslami üyesini asmaya devam ediyor ve tabii olaylar da! Bu olayların bugünden yarına bitmesi de beklenmiyor. Cemaati İslami karşıtı batılı, seküler güçler bu vesile ile Cemaatı İslami’nin şahsında İslami muhalefetin bitirilmesini istiyorlar.. Onun için idamların devam etmesi için gösteri yapıyorlar..
Bangladeş’teki bu olayları bizdeki Cumhuriyet mitinglerine ya da Mumcu suikastının ardından CHP tabanının kışkırtılması ile sokağa dökülen laikçilerin Şeriata karşı ayaklanmasına benzetmek mümkün.. Bangladeş Halk Partisi, bizdeki CHP gibi bir şey.. Mısır’da Sisi yandaşlarına, Suriye’de Esad yanlılarına benzetmek mümkün. Cemaati İslami ise, Mısır ve Suriye’deki İhvan hareketine benzetilebilir..
Aslında Pakistan’daki, Bangladeş’teki Müslümanların, halkın, Türkiye’de, Afganistan’da ve Mısır, Suriye, Irak bölgesinde yaşananlardan ders alması gerekirdi. Bizim de Pakistan ve Bangladeş tecrübesinden yararlanmamız gerekirdi. Bugün yaşanmakta olan olaylar da aslında bizim için önemli dersler içermektedir.. Bugün Bangladeş’te yaşanan bu olaylar Myanmar trajedisini daha da derinleştirmektedir. Farklı sebeblerle de olsa, Budistlerin Rohinya Müslümanlarına yaptıkları ile Bangledeş’teki rejim yanlılarının Müslümanlara yaptıkları arasında sonuçta bir fark yoktur.. Zulüm her yerde zulümdür..
Bangladeş’in kısa tarihine tekrar bir göz atalım mı: 1947’de “Doğu Pakistan” Bangladeş’in olduğu yerde yeni bir eyalet doğdu. 1969 yılına kadar varlığını sürdürdü.. 28 Kasım 1969’da seçimlerinde Mucib-ür Rahman ve onun “Avami Partisi” Doğu Pakistan’a muhtariyet taleb etti.. Aralık 1970 seçimlerinde Avami Partisi 313 sandalyeden 167’sini aldı. 1 Mart 1971’de meclis bir türlü çalışmalarına başlayamadı. Ardından genel greve gidildi. Bunun üzerine ordu, devreye girdi ve iç harp başladı. Bir kısım halk Hindistan’a sığındı. Ardından Hindistan-Pakistan Savaşı başladı. 1971 Aralık’ta savaş bittiğinde Hindistan, Doğu Pakistan’ın büyük bir bölümünü işgal etmişti. Hindistan iki hafta kadar işgali sürdürdü. 22 Aralık 1971’de Mucib-ür-Rahman’ın liderliğinde Bangladeş Müslüman Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Hindistan ülkeden ayrıldı.. Mucib-ür-Rahman ve Avami Partisi’nin iktidara gelmesiyle karışıklıklar devam etti.. 15 Ağustos 1975’te yapılan darbe ile Mucib-ür-Rahman ailesi ile birlikte öldürüldü. Yönetimi Kandahar Mustak Ahmed ele geçirdi. 3 Kasım 1975’te Dakka garnizon komutanı Tuğgeneral Halid Müşerref, Mustak Ahmed’i devirdi. Ancak kendisi iktidarda sadece dört gün kalabildi. Ve sonra işte bildiğiniz gibi.. Ha bu olanlar bize ders olsun. Selâm ve dua ile..
yeniakit