Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

"Yaşasın ölüm!" çığlıklarıyla karşılanan bir ölüm..

 

1979-91 arasındaki başbakanlığı sırasında İngiltere"yi derin sosyo-ekonomik problemlerinden çıkarıp yeniden güçlendirdiği kabul edilen ve Demir Lady (Leydi) diye anılan ve son derece zâlim, acımasız bir kadın olarak bilinen Margareth Thatcher, 88 yaşında ölmüş.. Cenazesi, ölümünden 1 hafta sonra yapılacak bir törenle 17 Nisan günü kaldırılacak..

Thatcher"in, esasen, yıllar öncesinden beri "Alzheimer / bunaklık" hastalığına mübtelâ olduğu için bir canlı hücre gibi yaşadığı ve kendisine en yakın insanları bile tanımadığı bildiriliyordu.

Thatcher"ın ölümüyle, onun Arjantin"in doğu sahillerine yakın (ve Arjantinlilerin Melvinas - ingilizlerin ise, Falkland dedikleri) ada üzerinden cereyan eden ve bu adanın ingiliz güçlerinden Arjantin güçlerince geri alınmasından sonra, İngiliz donanmasını bölgeye gönderip, adayı tekrar işgal ettiği 1984 sonundaki Falkland Savaşı'ndan, madenci sendikalarına karşı giriştiği mücadeleye, suikasd girişiminden kılpayı kurtulduğu İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu (IRA)'ya karşı duruşundan, ekonomide devletin rolünü azaltan ve özelleştirme yanlısı yönetim anlayışını benimsemesine kadar yığınla uygulamaları şimdi yeniden tartışılıyor.

Thatcher"ın iktidara getiren seçim, emperyalist dünyanının özellikle de kapitalist yakasını şoke eden büyük İslam İnqılabı Hareketi"nin gerçekleşmesinin Batı Cebhesi"nde meydana getirdiğı yılgınlığın etkisini de taşıyordu. Çünkü, kendilerinin İran"daki has bekçilerinden olan Şah ve rejimi devrilmişti ve bu durum, bütün kapitalist Batı emperyalizmi için olduğu gibi, o emperyalist dünyanın pîri durumundaki İngiltere"yi de derinden etkilemişti.

Nitekim, daha sonra, bu inqılabı yolundan saptırmak için oynanan uluslararası entrikaların içinde İngiltere ve Thatcher da muhkem şekilde yer almaktaydı.

Bu cümleden olmak üzere, Saddam"ın 22 Eylûl 1980 günü İran"a saldır(tıl)masıyla başlayan savaştan 17 gün önce, İngiltere, yaklaşan kan ve ateş tufanından zarar görmemek için, 5 Eylûl 1980 günü, hiçbir açıklama yapmaksızın, Tehran"daki büyükelçiliğini kapatıvermişti.

O karardan bir hafta sonra, o sırada anarşi ve terör sarmalında kıvranan Türkiye"de de, 12 Eylûl Askerî Darbesi, -tabiatiyle, NATO karargâhlarında da görüşülüp- gerçekleştiriliyor ve hemen o gün, ikindi vakti, Saddam bir korgeneralini, Darbe"nin lideri General Ken"an Evren"e mesajını ulaştırmak ve yaklaşan tufan öncesindeki son durumu bildirmekAnkara"ya gönderiyor; 10 gün sonra da, 22 Eylûl günü, savaş ateşi yakılıyordu.

Tabiatiyle bütün bu gelişmelerin içinde, Thatcher da, oldukça faal şekilde ingiliz emperyalizminin rolünü üstleniyor ve Jimmy Carter"dan sonra Amerikan Başkanlığına seçilen Ronald Reagan"la ise, daha bir sıkı işbirliği yapıyordu.

Ancaak, Thatcher, II. Dünya Savaşı sonunda Doğu ve Batı diye bölünmüş olan iki Almanya"nın 45 sene sonra birleştirilmesi 1990"da gündeme gelince, bu birleşmeye, "yarınlarda Avrupa"nın barışı için bir dinamit olacağı" düşüncesiyle şiddetle karşı çıkarken, Amerika"nın kendisi gibi davranmayıp o birleşmeye "evet" demesine çok bozulacaktı. Bu, onun o günleri yansıtan "günlük"lerinden de anlaşılıyor.

***

Son yıllarda, artık ev halkından olanları bile tanımayacak kadar herşeyi unutmuş olan Thatcher, şimdi dünyadan çekilmiş bulunuyor. Ama, ilginçtir ki, o iktidardan çekileli 23 yıl olduğu için unutulmuş olacağı sanılırken; ölümüyle, onun hakkında ingiliz toplumunda biriken duygular, bir yanardağ gibi patlayıverdi.

Thatcher"ın ölümü üzerine ingiliz medyasında yazılanlardan bir kısmına bakıldığında da bu ilginç durum gözlenebilir. Mesela..

*The Morning Star: "Ülkeyi dizlerinin üzerine çöktüren ve milyonların hayatını mahveden başbakan" öldü..

*The Scotsman: "Ülkeyi bölen vatansever Başbakan.. (Patriot Prime Minister" who divided the Nation)

*Daily Mail: "İngiltere"yi kurtaran kadın" (The woman who saved Britain)

*Independent: "İngiltere"yi değiştiren kadın" (The woman who changed Britain) gibi manşetler atmışlardı.

The Guardian'ın başyazısında ise, şu satırlar dikkat çekiyordu:

"İçgüdü, eğilim ve uygulamada bir kutuplaştırıcıydı. Ferdiyetçiliği ve ulus-devleti göklere çıkartıyordu, ama toplulukları bir arada tutan bağlara yönelik pek bir şey hissetmiyordu. Sık sık olduğu gibi 'halkımız' hakkında konuşmalar yaptığında İngiltere halkını değil, kendisi gibi düşünen ve önyargılarını paylaşanları kasd ediyordu. Düzensizlikten, gerilemeden ve kötü davranışlardan nefret ediyordu, ama tüm bunları besleyen ve hâlâ beslemekte olan sosyal ve kültürel kutuplaşma sürecini yöneten imparatoriçeydi. Müthiş önemli bir liderdi, birçok yönden de çok büyük bir kadındı. Mezarının üzerinde dans edilmemeli, ama devlet töreni olmaması da doğru.. Mirası bölünme, bencillik, açgözlülük kültürü oldu ve bütün bunların toplamı, özgürleştirdiğinden çok daha fazla insan ruhunu zincirledi."

Times gazetesi ise, Thacther'ın, İngiltere'nin kendine güvenini kaybettiği bir dönemde iktidara geldiğini ve iktidarındaki bütün büyük problemler karşısında doğru seçimleri yaptığını vurguluyordu"

Independent ise, Londra eski Belediye Başkanı Ken Livingstone'un 'Bugünkü barınma, bankacılık ve sosyal yardım krizlerin sorumlusu oydu. Bugün yaşadığımız tüm büyük problemlerimizin sebebi, aslında (Thatcher"ın) temelde yanılıyor olmasıydı." şeklindeki görüşüne yer veriyor ve yığınların Thatcher'ın ölümünü sokaklarda kutladığını belirtiyordu.

Bu tablo, sadece bir siyasetçiye nefreti değil,

bir yoz kültürü de yansıtıyor!

Ya, Thatcher"ın ölümünü kutlayanların taşıdığı pankartlarda yazılanlar?

"The Witch is dead (Cadı öldü), The Bitch is dead! (Dişi köpek/ sürtük öldü..) ve "Vampir" kaniçinici" ve benzeri afişlerle sokaklara dökülen kalabalıklar, ellerinde içki şişeleri, kafayı çekip, çılgınca seviniyorlar, "The Day that Thatcher Dies" (Thatcher"ın öldüğü gün..) diye önceden bestelenmiş ve içinde, "O öldüğü gün geleceğiz ve kimse ağlamıyacak.." gibi sözler geçen şarkıları terennüm ediyorlardı.

Londra"nın ünlü Trafalgar Meydanı"nda düzenlenen ve şampanyaların patlatıldığı "parti"de ise, "You din"t care when you lied / We don"t care that you died!" (Yalan söylerken umurunda değildi. Ölümün de bizim umurumuzda değil..) ve "Cadı Öldü.. Cehenneme git Thatcher. Cameron da ardından gelecek" gibi pankartlar taşınıyordu.

Bu arada, devlet töreni yapılıp yapılmaması konusu uzun uzun tartışıldı İngiltere"de.. "Devlet töreni"nin onmilyonlarca pound"a mal olacağı belirtilerek, bundan vazgeçildi. Ama, Avam Kamarası"nda bir anma proğramı düzenlenince, onun muhalifi olan İşçi Partisi"nin sözcüsü, "halkın verdiği vergilerle çalışan bu Parlamento"nun vaktini ona ayırmaya ne hakkımız var?" diye itiraz ediyordu.

Sonunda, bir cenaze töreni düzenlenmesine, ama, bunun devlet töreni olmamasına karar verildi. Bu arada, cenaze merasimi sırasında, tâbut yollardan geçerken, birilerinin arkalarını dönmelerine, "go-ahead"a izin verileceği ve daha fazla bir taşkınlık olması halinde ise, polisin müdahale edeceği hatırlatıldı.

**

Thatcher"in ölümü üzerine sadece İngilitere"de bile ortaya dökülüp saçılan bu tepkiler, yalnızca siyasetçiler için değil, bütün herkes için de düşündürücü özellikler taşımaktadır ve taşımalıdır.

Thatcher, böylesine nefretle anılan ve ölümü sevinçle karşılanan birisi olacağını şöyle bir an için olsun düşünebilseydi, öyle bir kültürden gelseydi, iktidarda olduğu günlerde, "Küçük dağları ben yarattım.." kibri ile, fir"avun mantığıyla hareket etmez; herhalde nice siyasetlerini uygulamazdı.

**

Hatırdan çıkarılmaması gerekir ki, ölümü düşünmek ve hayırla anılmak bir kültür ve dünya görüşüdür. Elbette, latin kültüründe de, binlerce yıl öncesinden beri, insanlara ölümü hatırlatan "Memento mori.." gibi ihtar cümleleri yok değildir, ama, hele de son asırlarda daha bir ahlâksızlaşan materyalist/ kapitalist dünya görüşleri, insanları sadece kendilerini ve içinde yaşadıkları ân"ı düşünen ve diğergâm olmayan, başkalarını ve yarınları, yaşlılık hallerini ve ölümü düşündürtmeyen bir hedonizmi, zevkperestliği beraberinde getirmiştir.

"Hatırlıyor musun doğduğun zamanı;

Sen ağlıyordun, herkes gülerken..

Öyle bir hayat sür ki; öldüğünde,

Sen gülen taraf ol, herkes ağlarken!"

şeklinde tercüme edilebilecek bir farsî beyt bu konuyu ne güzel anlatır. Çünkü, gidişiyle, hele de mazlum insanları sevindirenler ne kadar kötü bir hayat yaşamışlardır.

Evet, ölüm ardından insanların sevinç nârâları atmıyacağı şekilde bir hayat sürmek hedef olmalı, başkalarının ağlayabileceği bir hayat sürmenin mânâsı iyi anlaşılmalıdır.

Ölüm karşısında takınılacak tavır da, bir kültür mes"elesidir."Bugün bana ise, yarın sanadır."

Bu açıdan bakıldığında, düşman da olsa, ölüme sevinmek çok da sağlıklı bir tepki sayılmamalıdır. Çünkü, iyiler ölünce iyilik ölmediği gibi, kötüler ölmekle de kötülük ölmüyor. Nemrud ve Fir"avunlar, Ebu Leheb"ler, Yezid"ler, binlerce yıl önce öldüler, ama, onların zihniyeti hâlâ da devam ediyor. O halde, önemli olan, kötülük zihniyetini yok edebilmektir.

Aynı şekilde, Enbiyaullah"ın, ilahî peygamberlerin açtığı yol ve onların zihniyeti de devam ediyor.

**

İnsan hayatı, sadece bazıları için mi azizdir?

Bir diğer ve önemli konu"

B. Amerika"nın Boston şehrinde 15 Nisan günü tertib olunan bir maraton yarışması tamamlanmak üzereyken meydana gelen birkaç patlama sonunda, biri çocuk olmak üzere, 3 kişi ölmüş, 120"den fazla kişi de yaralanmış"

Henüz patlamanın gaz sıkışmasından mı, bir bomba tuzağından mı olduğu bilinemezken, hadiseye, bazıları daha ilk anda "terör" damgasını vurdular. Ve 16 Nisan gününün hemen bütün dünya medyası, bu "korkunç saldırı"yı dünyaya en dramatik ve etkileyici şekilde aktardılar.

İnsan hayatına saygının gereği olarak yapılıyorsa, buna elbette bir itiraz olamaz. Bu mânâda, korku ve acı duyan Amerikan halkıyla derd ortaklığı yapmak da, insanî-ahlâkî bir davranıştır.

Çünkü, nerede haksız olarak insan öldürülmesi sözkonusu ise, o mazlumların kaybından dolayı duyulan acıları bütün dünya ile paylaşmak bir de insanlığın gereğidir.

Ancak, burada, bir taleb olarak değil, ama, bir acı tesbit olarak, bir noktayı da hatırlamak gerekiyor. Boston"da sivil insanların ölümüyle sonuçlanan patlamalar eğer bir kazâ değil de, "terör" saldırısı ise; o hadisede hayatını kaybedenlere elbette daha bir acırız.

Ama, üzerinde durulması gereken konu şudur:

Birleşik Amerika"da veya emperyalist dünyanın herhangi bir yerinde bir patlamada hayatını kaybeden insanların acısını bütün dünya ile paylaşmak isteyenler, gerçekten de insanî ölçülerle mi hareket ediyorlar?

Eğer öyleyse, buna da ancak saygı duyulur.

Amma, o zaman.. Müslüman coğrafyalarında onyıllardır, hemen her gün, onlarca, hattâ yüzlerce insan, patlamalarda can veriyor ve bu patlamalar emperyalist dünyanın manipulasyon, entrika, menfaat ve tahakküm taktikleriyle ve onların temin ettiği silahlarla, patlayıcılarla meydana gelmektedir.

Sözgelimi, Afganistan"da, Pakistan"da, Irak"da, Filistin"de, Suriye"de her gün yüzlerce sivil, savunmasız mâsum insan bombalar, bombardımanlar altında can veriyorlar. Daha 15 Nisan sabahı Irak"daki patlamalarda can veren insanların sayısı 50"yi geçiyordu. Aynı gün, Suriye"de silahlı çatışmalar ve bombardımanlarda öldürülen sivil insanların sayısı ise, 100"den fazla idi.

Ama, bu korkunç cinayetlerden dünyanın haberi bile olmuyor. (Ki, 1995"lerde Afrika ülkelerinden Ruanda"da, Hutu ve Tutsi kabileleri arasında Fransa"nın ve Katolik Kilisesi"nin de tahrikleriyle meydana geldiği belgelenmiş olan ve 800 binden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan bir-iki haftalık korkunç katliâm da dünyayı pek ilgilendirmemişti.)

Demek ki, geniş çapta emperyalist odakların tekelindeki dünya medyasında, -ki, arkasında emperyalist odakların bulunduğu açık olan- bu cinayetlerde hayatlarını kaybeden insanların ve onların yakınlarının acısının bütün dünya insanlığı ile paylaşılması gibi hatırlanmıyor. (İstisnalar elbette vardır, ama, istiisnalar genel kaideyi değiiştirmez.)

Böyle olunca da, yüzlerce/ binlerce -hele de- sivil insanın katledilmesi karşısında vurdumduymaz olan bir dünyanın, emperyalist dünyanın bazı yörelerinde meydana gelen hadiseleri bütün dünyaya ve bütün insanlığın acısı olarak takdim etmeye çalışmaları, üzerinde acı acı düşünülmesi gereken bir insanlık ayıbı ve acısıdır.

Dahası, Boston"da meydana gelen patlamalarla ilgili olarak, daha hadisenin hakkında kimsenin net bir açıklama yapamadığı bir anda, Erik Rush isimli bir Amerikan gazetecisinin konuyu hemen İslam ve müslümanlarla ilgilendirip, twitter'da, 'onların hepsi de kötüdür, bütün müslümanları öldürün!' diye çağrıda bulunması, ve kendisine karşı çıkanları da, 'düşmanlarımız tarafından beyni yıkanmış aptalların sayısı inanılmaz' diye suçlaması da insanın canavarlaşması faciasıdır.

İşte bu korkunç zihniyete karşı çıkmak gerekiyor.

haksöz

Bu yazı toplam 1804 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar