Yaşlılık - bunama ve İslamın bakış açısı
Yaşlılık hakkında Prof. Dr. Atilla İlhan'dan bilimsel öneriler,Prof. Dr. Faruk Beşerden İslami öğretiler
Unutkanlığın ön plana çıktığı bunamanın, yaşlılıkta görülen normal unutkanlıklarla karıştırılmaması gerekiyor. Bunayan kişinin yakınlarının ise dikkat etmesi gereken birçok husus var.
Bunamanın 65 yaş üstündeki bireylerde yüzde 15 sıklıkla görüldüğünü kaydeden Fatih Üniversitesi Hastanesi Noroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla İlhan; hastalığın yaş ilerledikçe daha da arttığını ve 80 yaşın üstündeki her iki kişiden birini etkilediğini belirterek, "Bunamada öne çıkan şikâyet unutkanlık olmakla birlikte aslında hastanın beslenme, giyinme, temizlik gibi günlük işlerinde bir başkasının yardımına ihtiyacı olması da sıklıkla gözlenir. Bu durum, yaşlılıkta olabilecek normal unutkanlıklardan ayırt etmede temel özelliklerden biridir." diye konuştu. Normal yaşlılıkta da kişilerin yapacağı bir işi unutabildiğine, isimleri hatırlamada zorluk çekebildiğine dikkat çeken İlhan, "Bu durum bunama ile karıştırılmamalıdır. Aslında bunayan kişi unutkanlığının pek de farkında değildir." dedi. Yaşlılık ve bunamanın birbirinden farklı kavramlar olduğunu vurgulayan İlhan, şöyle devam etti: "Yaşlılıkta yer ve zaman karışıklıkları gözlenebilir. Bazen ayın kaçı olduğunu veya hangi ayda olunduğunu, evinin adresini, bir anda çıkaramayabilir. Bunama durumunda ise kişi, ipuçları verilmesine, hatta evinin bulunduğu sokağa götürülmesine rağmen evini bulamaz. Bunayan kişilerde, zaman içerisinde çevresine, yakınlarına güvensizlik gelişebilir. Bu nedenle kendisini zehirlemek istediklerini düşünerek ilaçlarını almayı reddedebilir. Evde durmak istememe, dışarı çıkma isteği sıktır. Nedensiz ağlamalar ve gülmeler gözlenebilir. Yakınlarına karşı kırıcı, saldırgan olabilir." Bunayan kişilerin olup bitenlerin çok farkında olmadıklarını, bu yüzden büyük bir üzüntü veya sıkıntı yaşamadıklarını hatırlatan İlhan, sözlerini şöyle sürdürdü. "Buna karşılık tüm bunları göğüslemek zorunda kalan aile bireylerinde ciddi ruhî problemler, depresyon sık olarak gözlenmektedir. Aile bireylerinin de bu açıdan psikolojik yardım almalarının gerekebileceği unutulmamaldır."
Hasta yakınlarının dikkat etmesi gereken noktalar
Hastanın kullandığı ilaçlar hiçbir zaman kendisine bırakılmamalı.
Ev içerisinde tehlikeli olabilecek her türlü eşya ortadan kaldırılmalı.
Ev içerisinde sık değişiklik yapmak, eve çok farklı kişilerin gelip gitmesi, uyum sorunu çıkarabilir.
Düzenlik aralıklarla banyo yapması, tuvalete gitmesi, dişlerini fırçalaması hatırlatılmalı.
Bunamanın uzun süreli ve ilerleyici bir hastalık olduğu bilinmeli.
Prof. Dr. Faruk BEŞER
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
A.Yaşlılığın tanımıyla ilgili değerlendirmeler
B.Problemin Halihazırdaki Durumu,
C.Yaşlılığın Anlamı
D.Semavi Dinlerin Yaşlılığa ve Yaşlılara Bakışı:
a.Kitab-ı Mukaddes"te yaşlılık.
E.İslam"ın yaşlılığa Bakışı
a.Genel olarak
b.Bireysel Görevler Açısından Yaşlılık
c.Aile Anlayışı ve yaşlılar
d.Akrabalık İlişkileri ve Yaşlılar
e.Toplumun Görevleri Açısından Yaşlılar
f.Devletin Görevleri Açısından yaşlılar
F.Sonuç
A.Yaşlılığın tanımıyla ilgili değerlendirmeler
Günümüzde yaşlılık denince akla bir tek oluş gelmez. Kronolojik, biyolojik, fizyolojik, fonksiyonel ve duygusal yaşlılıklardan sözedilir. Ya da daha kategorik bir bakışla yaşlılık, kronolojik ve biyolojik olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi ile belli bir yıl yaşamış olma, ikincisi ile ise insan bedenin doğal olarak fonksiyonlarını kaybetmeye başlaması kastedilir. Hangisi olursa olsun, günümüzde yaşlılığa dair yazılanlarda ortak olan özellik, yaşlılığın bütünüyle olumsuz bir durum/risk olarak görülmesidir. Çünkü, hangi çeşidiyle olursa olsun yaşlanma, yaşlının kendisi için gittikçe artan dünya nimetlerinden artık yeterince yararlanamaması, yakınları ve devlet için ise safi ekonomik zarar demektir. Oysa modern bilim ve teknolojinin; hayatı çok kolaylaştırdığı, akla hayale gelmedik nimetlerle donatarak yaşamaya değer kıldığı kabul edilir.
B.Problemin halihazırdaki durumu,
Denebilir ki, modernitenin en büyük handikabı, insanların hala yaşlanmaya devam ediyor olmaları ve buna henüz bir çare bulunamamış olmasıdır. Oluşmasına kendisinin de katkıda bulduğu gelişmelerden ve nimetlerden bir gün yararlanamaz hale gelmek, insan için cehenneme denk bir akıbet olsa gerektir. Böylece modernizm cennetini dünyada kurmaya çalışırken, cehennemini de yine adeta burada ve kendi elleriyle kurmaktadır. Parası, evi, maddi imkanları bulunmasına rağmen insanın ahir ömründe tek başına kalması, yaşlılar yurdunda ardiyeye atılmış bir nesne haline gelmesi, ya da evinde yapayalnız yaşarken yine tek başına ölmesi ve ancak, kokusu komşularını rahatsız edince kendisinden haberdar olunup, bir naylona sarılarak götürülmesi, insan için en korkunç son ve modernizmin de en büyük günahı ve en sevimsiz yüzü olsa gerektir.
Bu gün gelişmiş ülkelerde yaşlılar için gereken her türlü maddi imkan hazırlanmıştır ve daha da hazırlanmaktadır. Yaşlılara özel arabalar, yol kenarlarında ve binalarda yumuşak platformlar, özel tuvaletler, fizik imkanlarla donatılmış bakımevleri ve benzeri her şey. Bunlar bir yönüyle elbette takdire şayan hizmetlerdir. Ancak bu hizmetlerde bile modernizmin doğurduğu aşırı bireyciliğin izlerini görmek mümkündür. Çünkü bunların hepsinin anlamı, nihayet yaşlıya, "al sana her şey, kendin pişir kendin ye ve bize fazla yük olma" demekten ibarettir. Oysa yaşlı için planlanmış özel bir asansörden çok daha iyisi, onu ayağa kaldıramasa dahi, elinden tutan sıcak bir insan elidir. Buna karşılık mevcut medeniyetin yüzü yaşlılara karşı çok soğuktur ve kahredicidir. Çünkü yaşlı olmayanlar onların gözü önünde ve onların oluşturduğu imkanlarla hayatlarını yaşamaktadırlar. Onların kazandıklarını, kendilerine hiç saygı duymayan başkaları yemektedir. Bakımevlerinde işi gereği onlarla ilgilenen hizmetliler ise bu moral ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktırlar.
Yaşlılara ya da sakatlara hizmet veren araç ve gereçler artmakta ve her geçen gün gelişmektedir. Hatta yaşlılarla ilgili yeni bilim dalları ortaya çıkmaktadır. Ancak yaşlılar da her geçen gün bunlara daha muhtaç hale gelmektedirler. İnsanın ve onun oluşturacağı manevi atmosferin yerine fiziki araç ve gereçler ikame edilmektedir. Ama insanî ilginin yerini hiçbir şey alacak gibi gözükmemektedir.
Modern ve rasyonel/hesabî medeniyetin nimetlerinden daha çok yararlanabilmek için, insanların aile meşgalelerinden ve çocuk bakmanın sıkıntılarından uzak kalmaları da elbette daha rasyonel/hesabi olacaktır. Modern nimetlerin arttığı ülkelerde doğum oranındaki düşme eğilimi de artmaktadır ve bunun böyle sürmesi halinde doğal olarak yaşlı nüfusun oranı da yükselmektedir. Bundan şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: Bolluk ve refahın artması, insan neslinin tükenmesini sonuç vermektedir. Öte yandan doğum ve ölüm hızlarındaki azalmalar da yaşlı nüfusun oranını artırmaktadır. "Kırsaldan kentlere süren göçler yaşlının statüsünü değiştirmekte, kentteki teknoloji, toplumsal yapı, kültürel değerlerin farklılığı ve hareketlilik, yaşlıyı modası geçmiş ve eskimiş yapmaktadır." Bu durum toplumdaki değerlerin de değişmesine yol açmakta, bunun doğal sonucu olarak da yaşlı-genç çatışması oluşmakta ve kuşaklar arasındaki iletişim gittikçe zayıflamaktadır. Zaten geçmişi referans kabul etmeyen modernizmin yaşlılara değer vermesi bir çelişki olurdu.
Diğer yönden modern bilim ortalama ömrün uzamasına çalışırken, modernizm ise yaşlıları yalnızlığa itiyor ve paradoksal bir sonuç ortaya çıkıyor. Yapılan araştırmalar günümüzde yaşlıların başta gelen problemlerinin şunlar olduğunu gösteriyor:
1.Psikolojik Problemler: içine kapanma, yalnızlık hissi, ölümden ve gelecekten korkma.
2.Sağlık Problemleri: bedensel güçlerin azalması, hastalıkların artması, zihinsel güçlerin gerilemesi.
3.Ekonomik problemler: maddi gelirin ve gücün azalması, sağlık harcamalarına duyulan ihtiyaç.
Yaşlılığın ıstıraplarını azaltmanın bir yolu olarak bu gün pek çok insanî tedbirlerin yanında, ötenazi gibi çareler de gündeme gelmiş ve Hollanda gibi bazı ülkelerde, halkın çoğunluğunun tepkisine rağmen, uygulamaya konmuş bulunmaktadır. İnsanlar tarafından kabul görmesi için bunun adına "şefkat ölümü" diyenler de vardır. Hollanda"dan sonra, 2002 Eylül ayından itibaren ötenaziyi cezalandırmayan ikinci ülke Belçika olmuştur. Bunun bir bakıma benzeri olan bir uygulama da, hayatından ümit kesilen yaşlılara ilaç verilmemesi ve uygulanmakta olan tedavinin sonlandırılmasıdır.
C.Yaşlılığın Anlamı
Günümüzde gelişmişlik kavramı çok yönlü ve yeniden ele alınmalıdır. Gerçek anlamdaki bir gelişme, doğal olanla çatışmayan, onunla at başı giden gelişmedir. Bütüncül bir dünya görüşü, insanın ömrünü her safhasıyla ve asıl olarak ele almalıdır. Yaşlanmak doğal bir olgudur. Ama modern akıl bunun önüne geçilmesinin mümkün olmadığını kabul etme eğiliminde gözükmediği gibi, insan ömrünün doğal aşamalarından biri olduğunu da kabul eder gibi gözükmüyor.
Oysa mikro kozmozdan makro kozmoza kadar her şeyde yaşlanmaya benzer bir süreç gözlemleniyor. Bir günlük zaman diliminde sabahın erken saatleriyle bir doğuş, kuşlukla bir gençlik, öğlede bir olgunluk ve durulma, ikindilerde bir tezgah kapatma hazırlığı, akşamla yuvaya dönüş ve nihayet gece ile bu sürecin kapatılması ve yarın için istirahata çekilme yaşayan insanoğlu, aynı süreci bunun bir büyütülmüş haliyle ilk bahar, yaz, son bahar ve kış oluşumlarıyla da yaşamaktadır. Ardından bunun da bir büyütülmüş hali olan çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık halleri gelir. Nereye kadar gittiğini bilmediğimiz galaksiler aleminde bu durum devam etmekte ve bilinen en geniş güneş sisteminin zamanına göre dünyamızda yaşayan bir insanın ömrü ortalama 8 saniyedir. Bunların da ötesindeki devri daim ise elbette bilinen bu gezegenlerle ilgili olan aynı safhaların sona ermesiyle olacaktır. Zaman da muhtemelen bu belirtilerin bizde oluşturduğu yanılsamadan ibarettir. Bunun böyle olduğunu anlamak da yine son derece rasyonel sayılmalıdır. Çünkü çarşambanın gelişi perşembeden bellidir. Ondan sonra zaman yanılsamasının ortadan kalkacağı ve artık bu devri daimin olmayacağı bir hayat beklenebilir. İşte yaşlılığın ortadan kalkması da ancak o zaman mümkün olabilecektir.
Çok ilginçtir ki, insan ömrüyle ilgili olan süreçte bebeklik ve yaşlılık gibi iki acizlik dönemi bulunur. Bebeklik dönemi yaşlılığa göre daha muhtaç ve daha aciz olunan bir safhadır ama insanların bebeğe olan ihtimamları, yaşlıya olan ihtimamlarından çok daha fazla ve çok daha içtendir. Bu elbette bir yönüyle insanın doğasını yansıtır ama aynı zamanda onun doğasındaki bencilliğe de işaret eder. Çünkü insanın çocuktan beklentileri vardır, buna karşılık yaşlılık ise rasyonel olarak safi zarardır. Ama bu noktada dini akıl devreye girebilirse yaşlılığın da başka bir doğumun başlangıcı olduğu anlaşılabilir ve ondan sonraki beklentilerin de bu süreçler arasındaki geometrik büyümeye paralel faydalar getirebileceği anlaşılabilir. O zaman çocuğa karşı duyulan doğal ve duygusal ilgi, yaşlıya karşı iman ve dinî akılla oluşacak ilgiye, hatta sevgiye dönüşebilir.
"İnsan peşin olanı ister" ve onun rasyonalitesi en nihayet insan ömrünü baz alır. Oysa burada bile şöyle bir akıl yürütme yapılabilir: İnsanoğlu en keyifli ömrünü bebeklikte yaşar. En güzel giysileri orada giyer. En güzel gıdaları orada tüketir. Zira, anne sütünden daha yararlı bir gıda henüz üretilmiş değildir. En fazla ihtimamı yine orada görür. Demek ki, bütün bunlar onun aklının, bilgisinin ve gücünün ürünü değillerdir. Sonra ayaklarının üzerine durmaya başladığı andan itibaren sıkıntıları da başlar. Nihayet bedensel gücü artar, bilgisi çoğalır, tecrübesi gelişir, dünyayı ve yaşamayı öğrenir ve artık anlayarak yaşama ve yaşadığının keyfine varma zamanı gelir ama bunların beraberinde çok ilginç bir gelişme daha gerçekleşmektedir: Yaşlanmak ve akıl, bilgi, tecrübe ve muhakeme gücünün artmasıyla ne yapacağını çok iyi öğrendiği dünyayı artık yaşayamaz ve ondan zevk alamaz hale gelmek. İşte bu varoluşsal gerçek bile aslında dünyanın, bütün güzelliklerin tüketileceği bir yer olmadığını göstermektedir. Öyleyse bütüncül bir felsefe, insanoğlunu sadece kabre kadar götürüp, oradan geri dönen bir anlayış olmamalıdır. Bu sadece dinî aklın bir öngörüsü değil, saf ya da salt aklın da bir kabulüdür. Ancak "Hep peşin olanı isteyen insanın" bundan ötesini bekleme sabrı da yoktur. Çünkü "insan çok aceleci bir varlıktır". Bunun bir anlamı da elbette, bu noktada duyguların akla galebe çalmasıdır. İşte bundan öte artık dinî aklın devreye girmesi zorunludur ve bunun böyle olduğunu salt akıl da bulabilir.
D.Semavi Dinlerin Yaşlılığa ve Yaşlılara Bakışı:
Semavî dinler insanı, uzun ömrüne göre bütüncül olarak düşündükleri için, onun sadece dünyadaki çıkarlarını bildirmekle yetinmemiş, onu daha sonrasına hazırlamayı hedeflemişledir. İhtiyarlık bir tükenme olmadığı gibi, ölüm de bir yokolma değildir. Aksine ihtiyarlık, dünyaya bakan bir yönüyle dahi bir bilgi ve tecrübe birikimidir. Bu sebeple yaşlılığı bir bitiş olarak gören modern sosyal güvenlik anlayışı yaşlılar için bu yönüyle bir ıstıraptır. İnsanın gücü azalabilir, bedeni bazı işlevlerini yapamaz hale gelebilir, başka insanlara muhtaç olabilir, ama bütün bu olumsuzluklarla beraber insan hep ileriye bakabilirse, her takvim bitişiyle, sona biraz daha yaklaşmış olma endişesinden de kurtulabilir. Bu sebeple yaşlılığı herkes için belli bir yerden başlatmak, iki açıdan sakıncalı olsa gerektir: 1.İnsan bu sebeple psikolojik olarak kendini güçsüz sayar, her geçen gün bitmekte olduğunu düşünür. 2.Herkes aynı yaşta ihtiyarlamaz. Bazı insanlar 50 yaşlarında iş göremez hale gelirken, bazıları 80 yaşında tezgahın başında çalışıyor olabilirler.
Yapılan istatistikler günümüz insanının ihtiyarlıkta korktuğu şeyleri şöyle sıralıyor: 1.Ölüm 2.Güçsüz düşmek 3.Terkedilmişlik. 4.Bunama.
Oysa dindar bir insanın bunların en az ikisinden hiç korkmaması, diğer ikisini ise mesele edecek kadar büyük görmemesi mümkündür. Onun için ölüm bir yok oluş değildir, aksine dünya sıkıntılarından kurtulma ve bu sıkıcı imtihan yerini terk etme ve hakedişlerini almanın başlangıcıdır. Güçsüz düşme, kaçınılmaz bir son olmakla beraber, böyle bir ömre dek imanla ulaşmanın manevi avantajları da vardır. Bunama ise, dini bütün insanlarda, diğerlerine göre daha az görülen bir hastalıktır. Çünkü bunamanın sebeplerinden birisi de, sözü edilen durumlardan korkudur.
a.Kitab-ı Mukaddes"te yaşlılık.
Her üç semavi dinin asılları da aynı olduğu için, insan ömrünü öbür alem merkezli ve bir bütün olarak görmede, yaşlanmanın bir bitiş değil, bilgi ve tecrübe birikimi olduğuna işaret etmede, farklı tonlarda da olsa, aileye vurgu yapmada hepsi aynı yolu izlerler.
İncil ihtiyarlığın birikim ve tecrübe dönemi olduğuna vurgu yapar. Gerçi burada sanki ihtiyarlığın da yine ihtiyar olmayanlara yarayan bir hazine olması öne çıkarılır ve yine gençlerin yararı söz konusu edilir gibidir. Bunda da tabiatıyla gizli bir dünyevileşme eğiliminden söz edilebilir. Bununla birlikte yaşlılara, bir insan olarak ihtimam gösterilmesini söyleyen İncil ayetleri de vardır. Yaşlılar da saygın bir yaşam sürmelidirler.
Tevrat"ta yaşlılara ve yaşlılığa İncil"e göre daha çok atıf bulunmaktadır. Yaşlıların bilgeliğine, deneyimlerine ağırlıklı olarak vurgu yapılırken, onlara ihtimam gösterilmesine de aynı derecede dikkat çekilir ve görünen o ki, Tevrat"taki yaşlı, İncil"deki yaşlıdan hem daha bilge bir kişiliğe, hem da daha saygın bir konuma sahiptir.
E.İslam"ın yaşlılığa Bakışı
a.Genel olarak
Kur'ân-ı Kerim"de insanın yaradılışı safhalarına sık sık işret edilir ve yaşlılık dönemini ifade etmek için "şeyh" (çoğ. Şuyûh) kelimesi kullanılır. "Şeyh", sadece yaşlı demek değildir; o aynı zamanda saygın, bilge ve örnek insandır. İnsanoğlu önce zayıf ve muhtaç bir varlık olarak dünyaya gelir, ardından güçlü bir yaşa, sonra tekrar güçsüz bir döneme ulaştırılır. Ondan sonra da bu süreç devam edecektir. Yaşlılık, bir şeyhûhet/bilgelik dönemi olmakla beraber, yaşlı insan gerekli ihtimamı görmezse ömrün en rezili ve bilgili iken, hiçbir şey bilmez hale gelme dönemi de olabilir. Ama bu durumu anlatan kelime yaşlının kendisinden çok, ona bakması gerekenleri muhatap alır ve ilgilerini tahrik eder özelliktedir. Çocukların ebeveynlerine iyi bakmaları ve kırıcı davranmamaları, onların Allah"a şirk koşmamanın hemen ardından gelen yükümlülükleridir. Bunun tevazu ve onlar için hayır dualarla da sürdürülmesi gerekir. Bu talep sıralamasında hukukî, ahlakî ve dinî yaptırımların her üçüne birden işaret bulunduğu açıktır. Ebeveyn hangi inanca mensup olursa olsun, bu ihtimam onların hakkıdır. Ne var ki, onlar da çocuklarını Allah"a şirk koşmaya zorlayamazlar.
İnsanı güçsüz bırakması bakımından menfi yönü olan bir olgu olmakla beraber ihtiyarlık, İslam"da her yönüyle bir tehlike/risk olarak görülmez. Olumsuz görülmesi, bireyi güçsüz ve dolayısıyla da kendine ve ailesine bakamaz hale getirebilme özelliğinden dolayıdır. Bunların yanında yaşlılık bir düşünme ve kendine gelme imkanıdır. Eğer insanların hayatlarında yaşlılık bulunmasaydı ve hayatlarının sonuna kadar hep genç kalsalardı, hatalarının muhasebesini yapmayı düşünemeyebilirlerdi. Bu yönüyle yaşlılık, ebedi hayat olan öbür aleme bir hazırlık ve toparlanma imkanı sayılmaya değer. İslam bilirken bilemez hale gelme /bunama safhasını "ömrün en perişanı" olarak sayarken, aynı zamanda bu safhaya ulaşan insanların kazanma şanslarını sürdürebilme imkanlarının devam ettiğini de bildirir: "İnsan ömrün en perişanına ulaşıp, bilirken bilmez hale gelince, Allah onun önceden yaptığı hayırlarını yazmaya devam eder, ama yaptığı kötülükleri bağışlar" "Hayırlı insan, ömrü uzun ve eylemleri güzel olan insandır. Ama kötü insan da ömrü uzun olduğu halde eylemleri kötü olan insandır." "Yaşlılıktan ağaran saç müslüman insanın yüzündeki nurdur. Artık kim nur istemiyorsa onları yolsun"
Oysa modern sosyal siyaset anlayışında yaşlılık safi bir sosyal risktir ve iyi tarafı hiç yoktur. Konunun bu yönüne daha önce değinmiştik. Burada ele alacağımız şey ise sadece olumsuz tarafı ele alındığında İslâm"ın yaşlılık olayını hesaba katması, çaresiz bırakmaması, ahlakî ve dini yaptırımlara sahip tedbirler yanında, hukukî yaptırımlarla da problemi halletmeyi hedeflemesidir.
Kurânı Kerim Arapça olmasına rağmen o, Arapça"da yaşlılık ve yaşlı insan için kullanılan "Heram" ve "Herim" kelimelerinin köküne ve türevlerine yer vermez. Buna karşılık iş göremez kadar yaşlanmış insanlardan dört ayrı yerde "şeyh" kelimesiyle söz eder. Bunun sebebi şu olabilir: Etimolojik açıdan "heram" kelimesinde, zayıflık, güçsüzlük ve iktidarsızlık anlamı vardır ki, insanları bu vasıfla vasıflamak, taltif yerine horlayıcı ve kırıcı bir ifade biçimidir. "Şeyh" kelimesi ise hürmeti, tecrübeyi, görmüş geçirmişliği, bilgeliği ve marifeti akla getirir ki, diğerinin aksine bunun tazim ve ilgiyi anlattığı açıktır. Bununla beraber yaşlılığın bir ileri devresi vardır ki, kişi orada manevî ihtiyacı olan saygı ve ilgi görmeyi dahi düşünemeyecek ve öncelikle fiziki ihtiyaçlarının giderilmesi gereken bir konumdadır.
Hadislerde tehlike olarak gösterilen yaşlılık da işte bu, ömrün en perişan anı olsa gerektir. Bir hadiste: "insanı hezeyana düşüren ve bunaklaştıran ihtiyarlık" tehlikesine dikkat çekilir ve bu gelmezden öce insanların bizzat kendileri bir şeyler yapmaya çağrılır. Zaten söz konusu ayetlerde de bu dönem için, "bilirken bilmez hale gelme" yani bunama, açıkça zikredilir. Şu halde İslam"da bu dönemin tehlike, hem de önemli bir tehlike olarak görüldüğü açıktır.
Hz. Peygamber"in hadisleri, Kur'ân-ı Kerim"deki temel prensipleri açar ve işin pratiğini gösterir:
Biz onun Allah"a sığındığı konulardan birinin ihtiyarlık/heram olduğunu biliyoruz.
Ebeveyni, ya da onlardan biri çocuklarının yanında ihtiyarlık dönemlerine ulaşır da, çocukları onlar sebebiyle cenneti kazanamazlarsa çok kötü bir kayıp yaşamış olurlar. Küçüklerine şefkat ve sevgi, büyüklerine saygı göstermeyenler İslam ahlakı üzere değillerdir. Malından babasının kendisine sormadan aldığını Hz. Peygamber"e şikayet eden birisine o: "ısrar etme! Çünkü sen de, senin malın da babanındır" uyarısında bulunmuştur. Annesini sırtına alarak Kâbe"yi tavaf ettiren bir genç, Hz. Peygamber"e, bu yaptığımla onun hakkını ödeyebildim mi diye sorduğunda: "Hayır, asla! Hatta o sana hamile iken karnında onu tekmenle bir kez rahatsız edişinin hakkını bile ödemiş olamazsın" cevabını vermiştir. Benzer soruyu bir genç Hz. Ömer"e de sormuştur: "Annem yatalak. O beni küçükken taşıdığı gibi, şimdi ben de onu sırtımda taşıyorum, hatta tuvaletine ve benzeri ihtiyaçlarına sırtımda götürüyorum, hakkını ödemiş olur muyum?" Hz. Ömer şu cevabı vermiştir: "Hayır! Çünkü o seni taşırken senin için uzun bir ömür arzuluyordu, sen ise onun bu gün yarın ölmesini bekliyorsun". Hz. Peygamber şöyle söylemiştir: "Genç bir insan yaşlı birisine ihtimam gösterirse, yaşlandığında Allah da ona ihtimam gösterecek birisini nasip eder"
İslam"da yaşlılara ihtimam gösterecek olanlar sadece onların çocukları değildir. Bu ihtimam halkaları insanın doğasına konan karabet motivi ile en yakından uzaklara doğru açılarak devam eder. Son halka devletin kucaklayıcılığıdır. Kişinin kendi çocuklarının ardından "yakın akrabası" gelir. Çünkü insanın çocuğu hiç bulunmayabilir, bulunsa da imkanları açısından bu ihtimamı gösteremeyecek durumda olabilir, ya da bunu ahlaki yetersizliği sebebiyle gösteremeyebilir. Yakın akrabanın ardından uzak akraba ve onun ardından da komşular gelir. Komşu komşusundan sorumludur. "Komşusu açken tok sabahlayan İslam ahlakı üzere değildir".
Bu ihtimam kaynaklarının hepsi elbette hukuki yaptırıma sahip değildir ve yaşlıların bakımı da sadece ahlaki ve vicdani yaptırımlara bırakılamayacak kadar önemlidir. Ama tek başına hukuki düzenleme ve yaptırımların da buna kafi gelmediği bu günün açık bir gerçeğidir. Bu sebeple olacak ki, benzeri pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da İslam"ın her iki saikı birden devreye soktuğu anlaşılmaktadır. Hatta ahlaki ve dini saikları ayrı ayrı kabul edecek olursak İslam"ın hukuku, ahlakı (vicdanı) ve dini inancı birer saik olarak kabul ettiği çok açıkça görülür. Ayrıca bu kabil şeylerde bir tek yaptırıma güvenmektense, pek çok yönü bulunan insanoğlu için, bu yönlere hitap eden bütün yaptırımları devreye sokmak en akıllıca davranış olsa gerektir. Dinî, vicdanî ve ahlakî yaptırımların her birerlerinin, meselenin halli için birkaç puan katkıda bulunması problemi epeyce kolaylaştırır ve hukuka çok az bir iş kalmış olur.
e.Bireysel Görevler Açısından Yaşlılık
İslam"da asıl olan kişinin kendisine yeterli olması ve başkalarına yük olmamasıdır. İnsanoğlu Rabbine kavuşuncaya dek didinmek üzere yaratılmıştır. Herkes için ancak çalıştığının karşılığı vardır. Bu durum ebeveyn ve çocuklar açısından böyle olduğu gibi, devlet ve bireyler açısından da böyledir. Bir İslam ülkesinde hukukun buyrukları farz, yasakları haram diye isimlenirken, bireyin hukukun karışmadığı ahlak alanında da farzlar ve yasaklar vardır ve ahlaki alandaki farzlar ve haramlar hukuki alandakilerden daha az önemli değildir.
Beslenme ile ilgili özel alana hukuk karışmaz, ama İslam"ın sigara, alkol ve zararlı maddeleri alınmasını yasakladığı bilinmektedir. Yiyecek ve içeceklerle ilgili düzenlemeler yaşlılar için sağlık açısından azımsanmayacak bir avantaj doğurur ve yaşlılığın toplam yükünü birkaç puan düşürebilir. Çünkü sağlıklı olanla olmayan, ihtimama aynı derecede gereksinim duymaz. Tedavi olmak ve beden sağlığına dikkat etmek aynı zamanda dini bir emirdir. Bütün Müslümanların şu hususlulara dikkatleri çekilir: "Beş şeyden önce beş şeyi fırsat bilin: Ölümden önce hayatı, hastalanmadan önce sağlığı, meşgul olmadan önce boş zamanı, ihtiyarlamadan önce gençliği, muhtaç düşmeden önce zenginliği"
Dua, ibadet, şükür, kadere rıza, tevekkül gibi ahlaki değerlerle yetişen insanın, olaylardan ve risklerden etkilenmesi diğerleri gibi olmayacaktır.
Bu ek desteklere, İslam"ın evliliğe bakışını dahi ekleyebiliriz. Evlilik kutsal yönü bulunan bir kurumdur, bir ibadettir ve kişinin Allah huzuruna evli olarak gitmesi çok daha güzeldir. Evliliğin tabii amacı, nesli sürdürmek olmakla beraber, Kur'ân-ı Kerim"de asıl vurgu yapılan yönü, onun sükun, sevgi ve şefkat üreten bir kaynak oluşudur. Bu özelliklerle birlikte sadakat, evliliği sürmesinin en önemli etkenidir. Yaşlılığın yüklerini hafifleten en etkili unsurun böyle bir hayat arkadaşı olduğunu düşünürsek, evlilik anlayışının yaşlılık problemine etkisini çok daha rahat anlayabiliriz. Hatta diyebiliriz ki, bu ilave kurumlar sebebiyle bu gün Türk yaşlısı, bütün maddi imkansızlıklara ve sosyal güvenceden mahrumiyetine rağmen, batılı hemcinslerinden çok daha şanslı konumdadır. Cennetin kapısı görülerek saygı ve sevgi ortamında içilen sıcak bir çorba, bütün maddi imkanlara rağmen, köpeğin sadakatine sığınmaktan çok daha iyi olsa gerektir.
c.Aile Anlayışı ve Yaşlılar
İster hukuki olsun, isterse vicdani ve dini olsun, yaşlılara gösterilecek ihtimamın mekanı ve sağlıklı olarak uygulanabileceği yer öncelikle ailedir. Bu sebeple aile güçlendirilmeden yaşlılara tam anlamıyla ihtimam gösterilmesi mümkün gözükmemektedir. Dini duyarlılık olmadan da ailenin güçlendirilemeyeceği anlaşılmış olmalıdır. Çünkü aile, bireyler arasında bir bakıma manevi bir hiyerarşinin bulunmasını ve onların bu hiyerarşi içerisinde birbirlerine karşı sorumlu olmalarını gerektirir. Aşırı bireycilik ise herkesi herkesten bağımsız bir varlık haline getirmektedir. Ebeveynin çocuğa göre nispi bir üstünlüğünün bulunduğunu söyleyen sadece dindir. Manevi bir arka plan verilmeden ailenin devamlı olamadığı da bir gerçektir. Aile adeta Allah"ın temsil edildiği bir yuvadır. Bu özelliğiyle ailenin, hukuk kurallarının düzenleyemeyeceği kadar aşkın bir yönü de vardı. Bu sebeple İslam geleneğinde aileyi düzenleyen kurallar öncelikle ahlak kurallarıdır ve onların pörsüdüğü yerde ancak hukuk devreye girer. Sevginin, şefkatin ve sükunun yaşanarak öğrenilebileceği yegane okul da ailedir. Böyle bir ailede eşler sadece cinsellik saikıyla bir araya gelmiş değillerdir. Bu sebeple de cinsel işlevselliğin bitmesiyle de beraberlik sona ermez.
Dinî-ahlaki değerler üzerine kurulan bir ailede, ebeveyn yaşlanınca "moruk" olmaz, "bal nene" ya da "büyük baba" olur. Karı kocanın bağımsız bir evleri olabilir, tercih edilen de budur, ancak "aile" kurumu doğal olarak öncelikle karı-kocadan oluşurken, ikinci halkada kocanın ve daha sonra da kadının ebeveynini de içine alır. Kadının ebeveyninin ikinci derecede olması görecelidir ve onlar da kendi erkek çocuklarına göre birinci derecededirler. Böylece yeni nesil büyük baba ve büyük annenin deneyimlerinden yararlanırken, onlar da muhtaç olmadıkça çocuklarına yük olmazlar ve kendi ayakları üzerine dururlar.
Yaşlılar için böyle bir şans kendi çocukları dışındaki yakınlarıyla da, hatta hiç yakını olmayan tanıdıkları ve komşularıyla da vardır. Ne var ki, bu şans merkezden uzaklaştıkça azalan ve daha zayıf hale gelen yaptırımlara sahiptir. Ama yine de dindar olmayan toplumlara göre vardır. Çünkü bir insana, bir yaşlıya bakma, azımsanmayacak dini ve vicdani yaptırımlara sahiptir. Az da olsa bunu kabullenecek aileler bulunabilir. Bu kabulde dindar birisi için sevap kazanma duygusu ilave bir etkiye sahip olacaktır. Bununla birlikte devlet, huzur evlerinde her bir yaşlı için harcadığı meblağın çok daha azını böyle ailelere verir ve bunu madden de teşvik ederse, bu iş için önemli bir mesafe kat edilmiş olur, kimsesiz yaşlılar da aile ortamında yaşama şansı yakalamış olurlar. Yaşlılara aile ortamını kazandırmanın muhtemelen daha kestirme bir yolu bile bulunabilir ve bu harcamayı onları kendi evlerinde bakmak isteyen gönüllülere vermek suretiyle ayrıca istihdam sahası da açmış olur. Zaten yaşlılarla ilgili olarak yapılması gereken her şeyi üstlenen üniter kurumların olmasını beklememek gerekir. Farklı ihtiyaçları karşılama misyonu bulunan kurumlar birbirlerini tamamlarlar ve böylece asıl olan hukuki kurumlara çok az bir yük kalmış olur.
Böyle bir aile anlayışının mimariye ve özellikle de ev düzenine yansımaması da mümkün değildir. Ancak yüzyıllardır İslam medeniyeti özgünlüğünü yitirmiş ve kimlik oluşturmada katkısı bulunan kültür ve sanattaki bu detayları fark edemez hale gelmiştir. Böyle bir anlayışa göre hazırlanacak ev planında pek ala, temel ihtiyaçları karşılayacak donanımda bir ebeveyn odası bulunabilir. Bakıma muhtaç hale gelen yaşlılar böylelikle sürekli aile ortamının manevi havasını yaşayabilme şansını yakalarlar. Ama daha önce de değindiğimiz gibi, bunu hukuki düzenlemeler ve tek başına vicdan başaramaz.
d.Akrabalık İlişkileri ve Yaşlılar
Kur'ân-ı Kerim anne baba hukuku üzerinde ısrarla durur. Bunu anlatan naslara daha önce işaret ettik. Bununla birlikte en yakından en uzağına kadar akrabanın insanlar üzerinde hakkı vardır ve insanoğlunun yakınlarına ilgisi doğal dürtülerle de desteklenmiştir. Rahim (akrabalık) ilişkilerini koparanlara cennet haram olur. Allah"ın kurulmasını istediği ilişkileri kesenler fasıktırlar. Kişinin babasının dostu olanlar dahi, sırf bu dostluğun korunması adına onun ilgisine layıktırlar.
e.Toplumun Görevleri Açısından Yaşlılar
İslam"da yaşlılık riskinin hafifleticileri bireysel tedbirlerden başlamak üzere, ailevi, toplumsal ve devletin görevleri olarak devam eder. Yaşlı, kendi yakını olmayanlardan da saygı görmelidir. "Müslüman bir yaşlıya ikramda bulunmak, Allah"ı yüce bilmenin bir belirtisidir." "Küçüklerine şefkat, büyüklerine saygı göstermeyenler İslam milletinden olamazlar"
İslam birbirinin mahremi olmayan kadın ve erkeğin ten temaslarını ve buna bağlı olarak tokalaşmalarını yasaklarken, bazı görüşlere göre yaşlıları bundan istisna eder. En önemli ibadeti olan namazın tam ve kâmil ifasının, onun cemaatle kılınması olduğu bilinmektedir. Cemaate imamlık/önderlik edecek kişi bunun için en elverişli/en ehil kişi olmalıdır. Ehliyeti belirleyen özelliklerin başında bilginin ve yapacağı işe muktedir olmanın geldiği açıktır. Ancak bu öncelikli özelliklerde eşit olanlarda aranacak ilave özellik yaşlılıktır. Bu hiyerarşik belirlemede hem tecrübeye, hem de yaşlılığa bir değer atfedilmiş olduğu bellidir. Karşılaştıklarında müslümanların birbirlerine esenlik duası olarak selam vermeleri dini ve ahlaki bir görevdir ve selam vermede de bir saygı sıralaması vardır. Bu sıralamaya göre, genç olan yaşlı olana selam vermelidir. Bir saygı ifadesi olarak insanın insana ayağa kalkması bazen hoş karşılanmaz ve bunda insanın tanrılaşması ve ceberut olması tehlikesi görülür. Ancak bu tehlike, ayağa kalkandan çok, kendisi için ayağa kalkılmasını isteyenle ilgilidir. Böyle bir talep ve arzu yoksa, sadece saygı amacıyla bazı insanlar için ayağa kalkmak hoş karşılanmıştır ve bunların başında yaşlılar gelir.
Bütün İslam milletlerinde yaşlılar için kullanılan kelimelerden birisi "büyüğümüz/büyüklerimiz" ifadesidir ve bunlarda saygıya, sevgiye ve ihtimama atıfta bulunulduğu açıktır. Bazı dillerde insanların toplum içindeki göreceli durumlarını ifade eden saygı unvanları vardır ve bunların başında elbette anne-baba, büyük anne büyük baba gelir. Bunlar muhtemelen bütün dillerde bulunmaktadır. Ama müslüman milletlerde belki de sırf İslamî bir edep olarak başka unvanlar da vardır. Mesela Türkçe"de "anne"nin yanında, "ana" kelimesi ilave bir saygıyı anlatır ve saygı ve sevgide bir derinliğe ve içtenliğe işaret eder. "Bal anne", ya da "bal nene" unvanları da aynıdır ve bunların pek çok dilde bulunmadığı bilinmektedir. Bir yaşlı için elbette terkedilmiş biri olmakla, bal anne olmak arasında kıyaslanmayacak farklar vardır. Bunda elbette, sadece yaşlı bir kadın olmak yerine, anneliğe bir göndermede de bulunulmuş olabilir. Keza, "abi/ağabey", "abla" unvanları da böyledir. "Amca, teyze, dayı, hala" gibi unvanlar belki bütün dillerde vardır ama bunların gerçek yakını olmayanlar için sadece bir saygı ifadesi olarak kullanılması muhtemelen Türkçe"ye hastır.
Bütün insanlar için kötü sözler söylemek ahlaken kötüdür, ama büyüklere kötü söylenmiş olması daha da kötüdür.
f.Devletin Görevleri açısından yaşlılar
Bir İslam ülkesindeki yaşlıların, geçmişleri ne olursa olsun, sosyal güvenlikleri devletin en başta gelen görevleri arasındadır. Bu aslında devletten önce toplumun görevidir ama ahlaka ve vicdana bırakılmayacak bir konu olduğu için toplum adına bu görevi devlet yerine getirir. Bunun için önceden çalışmış olmaları, ya da olmamaları, pirim yatırmış olup olmamaları, müslüman olup olmamaları fark etmez. Yaşlıların nafakası öncelikle kendi furuları üzerinedir. Bu bir yönüyle onların dini ve ahlaki görevleri arasındadır. Ancak devlet bunu sadece onların vicdanlarına bırakmamış ve uygulamasını kendi üzerine almıştır.
Yaşlıların çocukları üzerinde, evlendirme dahil, velayet hakları vardır.
Emeklilik gibi insanı işe yaramaz ilan eden bir uygulama yerine her yaşa ve güce göre iş bulunup, çalışmayı sürekli kılmak daha elverişli olur. Bu doğrultuda meslekler ihdas edilebilir. Böylece yaşlılar hem işe yaramazlık psikolojisinden kurtulurlar, hem de üretime katkıda bulunurlar, tecrübelerinden de yararlanılmış olur.
Oyun, eğlence ve sigaradan uzak, yaşlılar kıraathanesi olabilir. Gelip çalışan yaşlılar için çeşitli el sanatlarının yapıldığı iş merkezleri kurulur, yaptıkları her iş başına ücret alırlar, devam zorunluluğu olmaz. Böylece hem bir iş yapıp para alma, hem de ataletten kurtulma avantajı yaşarlar.
F.Sonuç:
Yaşlılık doğal sürecin bir parçasıdır ve yaşlılık sorunu, insanoğlu için söz konusu olacak bütün aşamaların bir bütün olarak hesaba katılmasıyla halledilebilir.
Bu gün bu sorun modern dünyanın en önemli sorunları arasındadır ve maddi refahın artmasıyla ters orantılı olarak da büyümektedir. Yaşlılara bakacak kurumların gelişmesi ve her geçen gün yeni donanımlar kazanmaları sevindiricidir, ancak insanoğlunun manevi/moral ihtiyaçları, yaşlandıkça daha da artmaktadır.
Aile kurumu bu sorunun çözümü için en önemli kurumdur ve aileyi ayakta tutan en büyük etken de dindir. Çünkü ailenin manevi bir arka planı vardır. Bu arka plandan soyutlanan aile olsa olsa karşılıklı çıkarlara dayalı bir birliktelik olur. Bu çıkarlar bitince de birliktelik sona erer. Yaşlılar için öncelikli olan elbette kendi aileleridir. Dinin bunu destekleyen etkileri vardır, ancak kendi aileleri bulunmayan yaşlılar için dahi aile ortamında hizmet imkanları bulunabilir. İslam"ın öğretileri ve yaşanan gelenek bunu çok kolaylaştıracaktır.
Bunların yanında, gıda rejimi, evliliğe bakış, komşuluk anlayışı gibi kültürel değerler yaşlılık sorununun halli için birer ilave kurumlar gibidirler.
"Yaşlılık: Yaşlılık, zaman faktörüne bağlı olarak kişinin değişen çevreye uyum sağlama gücü ile organizmanın iç ve dış etmenler arasında denge sağlama potansiyelinin azalmasıdır. (4. Uls.Sos.Hiz. Konf. 1995: 231.). Kronolojik Yaşlılık: Neugarten, yaşlılığı kronolojik olarak üç bölüme ayırmıştır: Genç yaşlı (65-74), orta yaşlı (75-84), ve yaşlı yaşlı (85-90) (Koşar,1996:4.). Biyolojik Yaşlılık: Yaşlanmaya bağlı olarak insan vücudunun yapı ve fonksiyonlarında meydana gelen değişikliklerdir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.). Fizyolojik Yaşlılık: Biyolojik yaşlılığa bağlı olarak ortaya çıkan kişisel ve davranışsal değişikliklerdir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.). Duygusal Yaşlılık: Kişinin kendini yaşlı hissetmesine bağlı olarak yaşam görüşü ve yaşam şeklinin değişmesidir. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.). Fonksiyonel Yaşlılık: Aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında toplum içinde fonksiyonlarının devam ettirilememesi. (Sağlık Bakanlığı: 2002:1.)". Ahmet KISACIK. SİVAS İL MERKEZİNDE İKAMET EDEN 60 YAŞ VE ÜZERİ YAŞLILARIN DEMOGRAFİK, EKONOMİK, SOSYAL, SAĞLIK VE DUYGUSAL DURUMLARI http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006
Amerika"da bulunduğum günlerde Pittsburgh"da böyle bir olaya şahit olmuştum ve bu durumun orada çokça vaki olduğunu öğrenmiştim.
Toplumlardaki yaşlı nüfusun ve yaşlılık sonucu ortaya çıkan sorunların artışı gerontoloji ve geriatri alanlarını ortaya çıkarmıştır. "Gerontoloji" yaşlılığı bütün yönleriyle inceleyen bir bilim dalı, "Geriatri" ise yaşlının sağlığı ve tedavisine yönelik bir tıp ihtisas alanıdır. Tıp gibi sosyal hizmet de öteden beri yaşlılık alanı ve yaşlılarla ilgilenmektedir. (Bkz. Kısacık, Ahmet, adı geçen araştırma)
http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006
Bkz. Hilalî, Sadüddin Misad. Kadıyyetü"l-müsinnîn el-kibâr el-muâsıra wa ahkâmuhumu"l-hâssa fi"l-fıkhi"l-İslâmî: Dirase fikhiyye mukarane. Kuwait University. 2002. s. 73
" Belçikalı doktorlar, bundan böyle evinde ötenazi isteyen hastalar için ötenazide kullanılan enjeksiyon aleti ve ölümü gerçekleştiren ilaçları içeren ve "Kit" diye anılan seti, eczanelerden temin edebileceklerdir. Le Soir Gazetesi"nin haberine göre, ötenazi için gerekli malzemelerden oluşan kutunun fiyatı 60 Euro civarındadır. Doktorlar, kullanmadıkları ilaç ve malzemeleri eczanelere geri iade etmek mecburiyetindedir. " ( 18 Nisan 2005 http://www.zenit.org/french/)
Bazı Kur'ân ayetleri, öbür alemde insanların en zinde ve en güzel yaşlarında olarak tekrar yaratılacaklarına işaret eder. Bkz. Vakıa, 56/35-37
Mevlana"nın şu dizeleri bunu anlatır: "Beni mezara koyunca "elveda!" demeye kalkışma; Mezar cennet topluluğunun perdesidir. Sana batmak görünür ama o doğmadır, parlamadır. Mezar, hapis görünür ama o canın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya! Doğmayı da seyret. Güneş"le Ay"a batmaktan ne zarar gelir ki?... Yere hangi tohum ekildi de bitmedi, yeşermedi? Niçin insan tohumuna gelince bitmeyecek, yetişmeyecek zannına kapılıyorsun?... Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, âriflerin gönüllerindedir mezarımız bizim". Hz. Ali"ye nispet edilen bir sözünde o: "İnsanlar uykudadırlar, ancak ölünce uyanırlar" demiştir. Necip Fazıl Kısakürek de ölüm ve mezar için şöyle der: "Mezar, mezar zıtların kenetlendiği nokta / Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta" Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık / Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık. Ebedi gençlik ölüm, desen kimse inanmaz / Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz" (Sonsuz Hayata Yolculuk. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Mezarlıklar Müdürlüğü Yayını. Ty)
Bkz. Elç.14: 23 İmanlılar için her kilisede* ihtiyarlar* seçtiler. Dua ve oruçla* onları, inandıkları Rab'be emanet ettiler. / Elç.15: 2 Pavlus'la Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus'la Barnaba'nın, başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim'e gidip bu sorunu elçiler ve ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı. / Elç.15: 6 Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar. / Elç.15: 22 Bunun üzerine bütün inanlılar topluluğuyla* elçiler ve ihtiyarlar*, kendi aralarından seçtikleri adamları Pavlus ve Barnaba'yla birlikte Antakya'ya göndermeye karar verdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden Barsabba denilen Yahuda ile Silas'ı seçtiler. / Elç.16: 4 Kent kent dolaşarak Yeruşalim'deki elçilerle ihtiyarların* aldığı kararları imanlılara iletiyor, bunlara uymalarını istiyorlardı. / 1.Ti.5: 17 Topluluğu iyi yöneten ihtiyarlar*, özellikle Tanrı sözünü duyurup öğretmeye emek verenler iki kat saygıya layık görülsün. / 1.Pe.5: 5 Ey gençler, siz de ihtiyarlara bağımlı olun. Hepiniz birbirinize karşı alçakgönüllülüğü kuşanın. Çünkü, "Tanrı kibirlilere karşıdır, Ama alçakgönüllülere lütfeder."
Ti.5: 1-2 Yaşlı adama*fx* çıkışma, babanmış gibi yol göster. Genç erkeklere kardeşinmiş gibi, yaşlı kadınlara annenmiş gibi, genç kadınlara tam bir yürek temizliğiyle kız kardeşinmiş gibi yol göster.
Tit.2: 2 Yaşlı erkeklere ölçülü, ağırbaşlı, sağduyulu olmalarını buyur. İmanda, sevgide ve sabırda sağlam olsunlar. / Tit.2: 3 Aynı şekilde yaşlı kadınlar saygın bir yaşam sürmeli. İftiracı, şaraba tutsak olmamalı; iyi olanı öğretmeli.
Bkz. Yas.32: 7 "Eski günleri anımsayın; Çoktan geçmiş çağları düşünün. Babanıza sorun, size anlatsın, Yaşlılarınız size açıklasın. YASANIN TEKRARI. Rut.4: 14 O zaman kadınlar Naomi'ye, "Bugün seni yakın akrabasız bırakmamış olan RAB'be övgüler olsun. Doğan çocuğun ünü İsrail'de yayılsın" dediler. Rut.4: 15 "O seni yaşama döndürecek, yaşlılığında doyuracak. Çünkü onu, seni seven ve senin için yedi oğuldan bile daha değerli olan gelinin doğurdu." Eyüp.12: 12 Bilgelik yaşlılarda, Akıl uzun yaşamdadır.
Bkz. Lev.19: 32 "'Ak saçlı insanların önünde ayağa kalkacak, yaşlılara saygı göstereceksin. Tanrın'dan korkacaksın. RAB benim. LEVİLİLER. Yas.28: 49-50 "RAB uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu -dilini bilmediğiniz bir ulusu, yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu- birden çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek. Yşa.3: 5 İnsan insana, komşu komşuya haksızlık edecek. Genç yaşlıya, Sıradan adam onurlu kişiye Hayasızca davranacak. Yşa.47: 6 Halkıma öfkelenmiş, Mirasım olduğu halde onu bayağılaştırıp Eline teslim etmiştim. Ama sen onlara acımadın, Yaşlılara bile çok ağır bir boyunduruk yükledin. Ağıtlar.4: 16 RAB kendisi dağıttı onları, Artık yüzlerine bakmayacak. Kâhinleri saymadılar, yaşlılara acımadılar. Ağı.5: 12 Önderler ellerinden asıldı, Yaşlılar saygı görmedi.
Örnek olarak bkz. Ğâfir, 40/68: "Sizi topraktan, sonra bir spermden, sonra yapışkan bir et parçasından yaratan, ardından başkasına muhtaç bir bebek kılan, sonra en güçlü ömrünüze ulaştıran, ardından da ihtiyarlığa erdiren Allah"tır"
er-Rûm 30/54
"Ömrün en rezili", en kötüsü demektir. İslam"da insanın yaşlanması bir şeref ve Allah"ın affına bir sebep olduğuna göre, ömrün en kötüsü, en ileri yaşlar demek olamaz. Aksine, ayetin devamından da anlaşılacağı üzere bu, insanın bilirken bilemez hale gelmesidir. Ömrün en rezil olmasının birinci sebebi budur. Ancak sadece bu da ömrün en rezil olması için yeterli olmasa gerektir. Çünkü bebek de hiçbir şey bilmemektedir ama onun ömrü, en kötü ömür değildir. Bu sebeple "ömrün en rezili" bilirken bilemez olmakla beraber, kimselerden yardım ve ihtimam görmez hale gelmek olmalıdır.
Nahl, 16/70
İsrâ 17/23-24
Lokman, 31/15
İbn Hacer el-Askalanî, el-Hısâlü"l-mükeffira, I/98 (Sahih)
Beğavî, Şerhu"s-sünne, VII/319
Nasıruddin el-Elbânî, Silsiletü"l-ahâdisi"s-sahiha. No: 1244
Bkz. K. Kasas 28/23; Hûd 11/ 72; Yûsuf 12/78; Ğâfir 40/67
Tirmizî, züht 3; Hâkim IV/516
Buharî, cihad 25; Müslim, zikr 49, 75; Nesâi, istiaze 39; ayrıca Bkz. Suyutî, age. II/124, 125, 127, 152, 153
Buhari, el-birr ve"ssıla; Müslim, el-âdâb
Tirmizî, el-birr ve"s-sıla, Ebu Davûd, edeb
İbn Mâce, ticarât
Bezzâr
Tirmizî, el-birr ve"s-sıla
İbn Hacer, el-Kavlü"l-müsedded, I/24
İnşikâk 84/6
Necm 53/39
Elbanî, Sahîhu"l-Câmi", No: 1762
Elbanî, Sahîhu"t-Terğîb, No: 3355
" Yaşlıya evinde hizmet vermek amacıyla SHÇEK 1994 yılında bakacak kimsesi olmayan yaşlılara kendi evlerinde eğitimli yardımcılarla bakma olanağını sağlayan bir projeyi uygulamaya koymuştur. İl Sosyal Hizmet Müdürlüğü tarafından yürütülen ve henüz sadece Ankara, İstanbul, İzmir'de uygulanan bu projenin yaygınlaştırılması öngörülmektedir. " http://www.sosyalhizmetuzmani.org/yasliarastirmasi.htm 02.01.2006
Birkaç yıl önce Hollanda"da tanıştığım bir Türk mühendis, İslamî değerlerden hareketle böyle bir proje üzerinde çalıştığını, "Kanguru Ev tipi" dediği bu ev tipinin Hollandalıların çok dikkatini çektiğini ve bu sebeple basının adeta ilgi odağı haline geldiğini bana anlatmıştı.
Elbânî, Sahîhu"t-terğîb, No: 2532
Bakara 2/26-27
Bkz. Müslim, es-Sahîh, No: 2552
Bkz. Nevevî, Riyadu"s-salihîn, No: 173
Bkz. Elbanî, Daîfut-Terğîb, No: 1393
Hilalî, a.g.e. s. 47-48
Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 120 vd
Hilâlî, a.g.e. s. 139-142
Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Karşısında insanların el pençe divan durmalarından hoşlanan kişi, cehennemdeki yerine hazır olsun". "Acemlerin yaptıkları gibi, birbiriniz için yüceltici tarzda ayağa kalkmayın"
Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 142
Karş. Hilâlî, a.g.e. s. 132
Hz. Peygamber şöyle buyurur: "En büyük günahlardan birisi, insanın kendi anne babasına lanet okuması (diğer rivayette: sövmesi) dır. Dediler ki, ey Allah elçisi! Kişi kendi annesine babasına lanet okur mu (diğer rivayette: söver mi)?. Cevap olarak: "Kişi başkasının annesine babasına söver, bu sebeple onlar da onun annesine babasına söverler. Böylece kişi kendi annesine babasına kendi sövmüş olur. (Diğer rivayette: insanlara sataşır, onlar da onun annesine babasına kötü söylerler...) (Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 148 vd)
Bkz. İbn Hazm, el-Muhalla VI/156.
İslam"ın en temel sosyal güvenlik kurumu olan zekatın hedef aldığı riskler konusunda Hz. Ömer'in ve onu izleyenlerin görüş ve uygulaması, çok kapsamlıdır ve gayr-ı müslimleri de içine alır: O gördüğü yaşlı bir dilencinin yahudi olduğunu öğrendikten sonra bu hale düşmesinin sebebini sormuş ve teklif edilen cizye, cevabını alınca adamı elinden tutup evine götürmüş, ona bir miktar para vermiş, sonra da Beytülmalın hazinedarına şunları söylemiştir: "Bu adama ve benzerlerine bakın! Vallahi biz bu adama insaflı davranmadık. Gençliğinde cizyesini aldık. Sonra ihtiyarladı diye böyle perişan bırakmamız doğru olmaz" dedi. Sonra da Hz. Ömer ondan ve benzerlerinden cizye denen vergiyi kaldırdı. ( Ebu Yusuf, Kitabu"l harâc s. 136 )
Bkz. Hilâlî, a.g.e. s. 195