Selâhaddin Çakırgil
Yeni bir "İngiltere - İran zıdlaşması" ve tarihî hâfızâ..
4 Kasım 1979 günü, Tahran"daki Amerikan Büyükelçiliği (İranlı inqılabçıların deyimiyle "lâne-i câsusî/ casus yuvası"), İranlı onbinler tarafından işgal edilmişti..
29 Kasım günü de, Tahran"daki İngiltere Büyükelçiliği aynı şekilde bir baskına mâruz kaldı..
İngiltere ve Amerika"nın, anglo-saskon dünyanın bu iki gücünün bir paranın iki yüzü gibi olduğunu gözönünde bulundurmadan konuya yaklaşmak, konuyu anlamamak olur..
Bu bakımdan, biraz tarihî hâfızâmıza müracaat etmek gereği vardır..
*
Tahran"daki Amerikan Büyükelçiliği işgal edildiği zaman, Beyaz Saray"da Jimmy Carter bulunuyordu, Amerikan Başkanı olarak..
Dünya şoke olmuştu..
Dünyanın en büyük maddî ve askerî güçlerinden birisine, Amerikan emperyalizmine hele de 2. Dünya Savaşı yıllarından beri tam bir "emirkulu" gibi hizmet etmiş olan İran"daki Şehinşahlık rejimi, milyonların silahsız protesto gösterilerinde hançerelerinden yükselen "Allah"u Ekber!" sadâlarıyla yıkılalı ve o silahsız kitleleri onbinler- hattâ yüzbinler halinde öldürtmekten çekinmeyen İran Şahı M. R. Pehlevî İran"dan son birkez daha kaçalı henüz 9 ay kadar bir zaman olmuştu..
İslam İnqılabı Hareketi"nin sosyo-politik planda bu büyük başarıları kazanmasına rağmen, henüz Yeni İran"ın nasıl bir şekil alacağı kestirilemiyordu..
Gerçi, İnqılab"ın Rehberi İmam Khomeynî tarafından 1953"lerde, Musaddıq Hükûmeti"nde bakanlık yapmış olması hasebiyle tecrübeli bir müslüman siyasetçi olarak bilinen Mehdi Bazergan"a bir Geçici Hükûmet kurdurulmuştu, ama, ülkede kendi ayakları üstünde durabilecek bir hükûmetin varlığından bile sözedilemezdi.. Fiilen tek otorite vardı: İmam Khomeynî.. Milyonlar onun ağzından çıkan her lafı kanun gibi kabul etmek durumundaydılar.. Dışarıdan bakıldığında, heyecanı, adrenali yükseltilmiş ve sosyolojik ölçülere göre örgütlü bile sayılamıyan bir "kalabalık" sözkonusu idi.. Gerçekte ise, en örgütlü kitle, bu milyonlardı..
Çünkü başlarında, sadece cemaat namazında en önde durup namaz kıldıran kişi mânâsında değil, kelimenin ıstılahî mânâsına uygun olarak, lider mânâsında da bir İmam vardı ve onun bir işaretiyle ile bu kitleler dev bir vapur gibi harekete geçebiliyorlar ve onları başkalarının durdurması neredeyse imkansızlaşıyordu..
Slogan ve şiardan ileriye, derin bir şuûrlu bağlılık da sözkonusuydu, İmam"a..
Yeni İran"ın nasıl şekilleneceği henüz bilinmese bile, bu milyonluk müslüman kitlelerin dışında, geleceğe yönelik bir takım ciddî hesabları olan ve ideolojik temelleri bulunan başka cereyan ve teşkilatlar da yok değildi..
Görünür hesablara göre Şah İranı"nda en teşkilatlı /örgütlü muhalif unsur ve gruplar Tudeh isimli Rusyacı komünist partisi başta olmak üzere, maocu, troçkist, Enver Hocacı irili-ufaklı komünist fraksiyonlarla; İslamî söylemleri de olan, ama, fikrî- ideolojik açıdan marksist temel üzerinde bulunan etkin bir silahlı mücadele örgütü olan "Mojahedeen-e Khalq" da hesaba katılması gereken bir güç odağı idi.. Bunları ayrıca, azerî-türkçü, farsçı, arabcı, kürdçü, belûccu, türkmenci, vs. yığınla kavmiyetçi yapılanmalar da takib ediyordu..
*
Önceki rejimin bütün resmî kurum ve kurnuluşları, güç odakları ile hemen bütün kamu kurum ve kuruluşları âdetâ buharlaşmıştı.. Bu durumu en iyi yansıtan tablolar herhalde, belki de, şehirlerin meydanlarındaki Şah Pehlevî ve babası Rıza Khan"a aid devrilmiş heykellerle, insanların cebinde var olan ve yıkılan rejim dönemine aid ve hâlâ da tedavülde bulunan kağıt paralardaki Şah resimlerinin gözlerinin sigara ateşi ile delinmiş görüntüleriydi.. (Bunu siz de kendi ülkenizdeki bir büyük sosyal çalkantıda tasavvur ve nelerin nasıl olacağına tatbik ediniz; o zaman siz de gerçektene de büyük bir devrim olduğunu düşünmez misiniz?)
Üniversiteler çökmüştü.. Diğer bütün eğitim kurumları da aynı şekilde..
Şah düzeninden kalma ordunun yüksek komuta kadroları büyük çapta dağıtılmıştı..
Polis güçleri, mahkemeler, işçi ve işveren sendikaları ve ülke çapında teşkilatlanmış bütün örgütler, Şah"ın kaçışıyla birlikte sahneden çekilmişler; yere yüzükoyun kapaklanmışlardı..
Ve, toplumu yönlendiren kişi ise, 79 yaşında bir pîr-i fânî idi ve ömründe tek bir gün bile devlet yönetiminde bulunmamıştı ve şimdi ise, (İran"ın o günleri itibariyle) 40 milyona yaklaşan bir toplumu ve kocamaaan bir ülkeyi yönetmek durumundaydı..
Ortada, zâhiren tam bir kaotik durum vardı..
İşte öyle bir hengamede onbinlerce üniversiteli ve halktan diğerleri, Tahran"ın merkezinde, Khıyabân-ı Taleqanî (Taleqanî Caddesi) üzerinde bulunan ve bahçesi dev bir ormanı andıran Amerikan Büyükelçiliği"nin ihata duvarlarından içeri yıldırım hızıyla dalıyorlar ve 52 diplomatı rehine alıyorlardı..
Evet, sadece Amerika ve Batı dünyası değil, bütün dünya şoke olmuştu.
"Super güç" diye nitelenen Amerika gibi bir gücün bu tecavüze seyirci kalamıyacağı söyleniyordu.. Amerikan savaş gemileri, filoları, uçak gemileri İran"a doğru ilerliyordu.. Savaşın çıkmasına ramak kalmıştı..
Dünya bıçak sırtındaydı..
İmam Khomeynî ise, bütün bu ihtimallerin üzerine bir ibtal çizgisi çekiyor ve "Amerika hiçbir şey yapamaz.." diyordu; biraz da farsçada argoya kaçan bir halk ifadesiyle..
O Amerika ki, 1953"de Musaddıq Hükûmeti"nin petrolü millîleştirilmesi ve ingiliz kumpanyalarını ülkeden koğması sırasında, İran"dan kaçmak zorunda kalan Şah"ı, General Zâhidî"ye 200 bin dolar vererek yaptırttığı bir askerî darbe sonunda tahtına yeniden oturtabilmiş bir "super güç" idi; ama şimdi, bir elinde Kur"ân, diğer elinde asâsından başka hiçbir görünür dayanağı olmayan 79-80 yaşındaki bir ihtiyar molla, bir İslâm âlimi, "Amerika hiç bir halt edemez.. / Amerika hiç galetî nemitevaned bekoned!.." diyebiliyor ve bu söz, Amerika"nın İran"a saldırması ihtimaline karşı milyonların ağzından, İran"ın her tarafında yankılanıyor; milyonları korku ve uşaklık duvarını yıkmanın coşkusu içinde İmam"ın ardında saf tutmaya daha bir koşturuyordu.
Amerika"nın adını korkusuzca ağzına alamayan ve kendi kendilerine "rûşenfikr / aydın" sıfatını yakıştıran kesimler ise, titremekte ve Amerikan Büyükelçiliği"nin basılması ve orada, uluslararası dokunulmazlık sıfatına bürünmüş olan diplomatlara dokunulmasının, bu "çılgın kitlelerin sonunu getireceğini" düşünüyorlardı..
İran dışında da durum pek farklı sayılmazdı.. Hattâ nice müslüman düşünce adamları bile, bu durumun kabul edilemezliğini, bunun bir ilkellik olduğunu, elçiye zevâl olamıyacağını, diplomasi hukukunun kurallarına göre andlaşmalarla oluşturulan diplomatik dokunulmazlıklarının ihlal edilemiyeceğini, bu gibi uygulamaların İslam açısından da saygı gördüğünü / görmesi gerektiğini, bunun yok sayılamıyacağını, vs. söylüyorlardı..
*
Uluslararası hukuk kurallarının oluşturulmasında müslümanların hiçbir iradî etkileri olmamıştı..
O hassas günlerde "Hicret" adıyla yayınlamakta olduğumuz haftalık dergimizin yeni sayısını baskıya vermek üzereydik.. O hassas anda nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini fazla zaman kaybetmeden ortaya koymamız gerekiyordu.
Kısa bir değerlendirmeden sonra tavrımızı belirtmiş ve (o günlerin dergileri elimde olmadığı için, neler yazdığımızı aynen aktaramasam bile), İran müsülümanlarının bu müthiş eylemini ana hatlarıyla, şöyle bir mantıkla savunmuştuk, hem de kocaman harflerle:
1- Mevcud uluslararası hukuk ve diplomasi kuralları, emperyalist güçlerin hukuk ve adâlet adına dünyaya kabul ettirdiği bir zulüm dayatmadır..
Müslümanların kendilerini bu emperyalist dayatmalarıyla bağlı hissetmesi gerekmez..
2- Diplomatların elçilerin, elçiliklerin taraflar arasında karşılıklı mesajları getirip götürmesi gibi bir vazife ve fonksiyonları olup, bu vazife ve fonksiyon onlara casusluk yapma hakkı vermez.. (Bütün elçilikler ve diplomatik temsilciliklerin resmen casusluk yapan odaklar olduğu da unutulamazdı, elbette..)
Ve, bütün beklentilerin aksine, Amerika o zaman, rehinelerin hayatlarına mal olmaması gibi gerekçelerle saldıramadı, İran"a...
Rehin alınan 52 diplomat ise, yerleri kolayca bilinemiyecek-bulunamıyacak şekilde, ülkenin çeşitli yerlerine dağıtıldı.
Hükûmet makamlarında ve uluslararası sorulara cevab vermek durumunda bulunanlar ise, bu eylemin resmî bir eylem olmadığını, resmen şekilsiz ve sorumsuz kitlelerce gerçekleştirildiğini, İran devletini bağlamıyacağını açıklamakla yetiniyorlardı.. İran ile B. Amerika arasındaki diplomatik ilişkiler tamamen kopmuştu.. (Ki, halen de diplomatik ilişki yoktur; taraflar birbirlerine taleblerini İsviçre Büyüelçiliği aracılığıyla iletmektedirler.)
İmam Khomeynî, uluslararası hukuk açısından hiçbir resmî sıfatı olmayan, bir inqılab lideri olarak, yayınladığı mesajda, rehine alınanlara en küçük bir zarar verilmemesi gerektiğini emrediyordu..
*
USA emperyalizmi, İslam İnqılabı"na beslediği hıncı başka yolla almaya karar vermişti: İran- Irak Savaşı..
Öyle de oldu..
6 ay kadar sonra, Nisan-1980"in son haftasında, Amerika, rehineleri kurtarabilmek için, İran"ın doğusundaki Tabes Çölü"ne bir gece, bir hava indirmesi yapmaya kalkıştı.. Hedeflerinden birisi de İmam Khomeynî"yi veya inqılabın önde gelen isimlerini rehin almaktı..
Ancak, ay"a gönderdikleri uzay araçlarını bile, genelde dakikası dakikasına geri getirebilen ve yeryüzüne indirebilen Amerikan teknolojisi, Hind Okyanusu"ndaki Amerikan üssü olan Diego Garcia adasından kalkan onlarca savaş uçağını, İran"ın doğusunda yer alan -ve neredeyse Türkiye büyüklüğündeki- büyük çöle indirememiş ve uçaklar inişte birbirlerine çarpmışlar ve Amerikan pilotları ve askerleri fecî şekilde, yanarak can vermişlerdi.. (Bu uçakların düşüş sebebi ise, daha sonra, şöyle açıklanmıştı: Uçaklar bir gün önce yıkanmışlardı.. Üzerlerinde, gözle görülemiyeceke kadar ince bir tuz tabakası oluşmuştu. O gece, uçaklar inişe geçerken, çölün sabah soğuğunda nemlenme meydana geldi ve uçakların elektrik sistemi bu rutûbetle kısadevre yaptı ve birbirlerine çarptılar..)
Sabahleyin İran makamları, bölgeye böyle bir indirme yapıldığını ve bu operasyonu ve başarısız olduğunu televizyonlardan ağlayarak açıklayan Carter"dan öğreniyorlardı.. İmam ise, "Evet biz uyuyorduk, ama, uyumayan birisi vardı.. Bu işler hep O"nun takdiri ile gerçekleşmektedir.." diyordu..
Tam "444 gün" sürecek olan o rehine alma eylemi sonrasında o "diplomat"/ casuslar, varılan bir anlaşma sonunda ülkelerine sağ-salim döndüler.. Kimsenin serçe parmağı bile incinmeden..
Ama, Amerikan Sefareti"nden, o baskın üzerine, hemen doğrama makinelerinde ince şeritler halinde doğranmalarına rağmen, ele geçirilen belgelerden, yüzlerce uzmanın yıllarca süren dikkatli çalışmalarıyla 250 kadar kitab yayınlandı.. O elçiliğin normal bir diplomatik merkez olmadığı, gerçek bir casus merkezi / yuvası olduğu anlaşıldı..
Bu belgelerden elde edilen öylesine önemli ve gizli bilgiler vardı ki, bu bilgiler İslam İnqılabı"nı sigorta etti, âdetâ.. Ayrıca, bu casus yuvası Sefarethane"nin, hattâ, sadece İran"la ilgili değil, bütün Ortadoğu ve bölge ülkeleri konusunda da nice gizli belge ve bilgilerin toplandığı merkez olduğu ortaya çıkmıştı..
Amerikan emperyalizmi, karşı konulmazlığını yere çarpan İslam İnqılabı"nın hamleleri ve hele de bu sefaret/ elçilik baskını ile dünya kamuoyu karşısında uğradığı itibar kaybını nasıl gidereceğinin entrikalarını hiçbir zaman unutmadı.. Ve İran"dan intikam almanın yolunu, İran"a karşı savaş açtırmakta buldu..
Bunun için ideal model de Saddam idi..
Savaşın başlamasından iki hafta kadar önce, İngiltere de, hiçbir gerekçe göstermeden, Tahran"daki büyükelçiliğini kapatıp çekti gitti, ülkesine..
*
İngiliz sefarethaneleri / büyükelçilikleri, hele de son 200 yıl boyunca, Osmanlı ve İran"ın -sözde- aydınlarının "kıble"si durumundaydı..
O İngiliz Sefareti ki.. İran"ın hele de son 200 yılında hep en etkili entrika merkezlerinden birisiydi..
İngiltere, hele de Hindistan"ı hâkimiyeti altına aldıktan sonra, 1700"lerden beri İran ve Afganistan"ı hep kontrolü altında tutmaya çalıştı.. Daha sonraki dönemlerde, hele de 1838"lerden itibaren de Osmanlı"yı..
1860"larda, Abadan ve Bûşehr şehirlerini kuran ingilizlerin, şiî ve sünnî müslümanlar arasındaki ayrılıkları nasıl tahrik ve şiî müslümanlara, "-Siz hep Kerbela için ağlıyacak mısınız? Sizin sevinç günleriniz de var.." diyerek, asırlarca hiç olmayan bir sapkınlık olarak, ilk kez o yörede, "Ömer-kuşî"/ Ömer öldürme" eğlencelerini icad ettiklerini de hatırlayalım..
İngiliz emperyalizminin kuzey İran"ı, Hazar kıyılarını, güneyde Tengistan yörelerini işgal ettiklerini ve oralarda verilen nice çetin mücadeleleri de işaretleyip geçelim..
Aynı zaman dilimine, 1906-1908"lere tekabul eden Osmanlı ve İran Meşrutiyet hareketlerinde de.. İngiliz Büyükelçiliği, hem İstanbul"da, hem İran"da, -sözde-, münevverlerin, rûşenfikrlerin/ aydınların sadece beyinlerini ve kalblerini değil, midelerini de doyurdukları bir mekan idi.
Tehran"ın merkezinde, "Çeharrâh-ı İstanbul (İstanbul Kavşağı)" denilen mutenâ bir mevkide, kocaman bir bahçe içindeki İngiliz Sefarethanesi"nde hergün, "aydın"(!)lar için yüzlerce sini içinde çıkarılan yemekleri yansıtan fotoğraflar bir utanç tablosu olarak hâlâ da eldedir..
Hele, o biçim "aydın"ların, İngiliz Sefiri"nin Tahran- Narmek mıntıkasındaki ikametgâhına gidip zamanın Şahlık düzeninden şikayet etmeleri üzerine, evsahibesi sefire hanımın söze girip, "Anladııım.. Siz Meşrute / meşrutiyet istiyorsunuz.." demesi ve onların da önce, "Evet, evet.." demelerine rağmen, dışarıya çıktıklarında, "meşrute- meşrutiyet" kelimelerinin mânâsını bile anlamayıp, birbirlerine, "Biz ne istiyorduk? (Su içmeye mahsus tas manasındaki) Maşraba mı?" diye sorduklarına dair tarihî anekdot, bir "aydın traji-komedyası" olarak, hâlâ da ibret vericidir.. (Meşrute, Meşrutiyet, Kral"ın, Şah"ın, Padişah"ın yetkilerini şarta bağlamayı, yetkilerini sınırlandırmayı esas alan yönetim anlayışının isimdir, bilindiği üzere..)
Meşrûte ya da meşrutiyeti de işte böylece öğrenirler, "aydın"larımız.. (Osmanlı aydınlarının durumu da İran"dakilerden farklı değildi..)
*
İmdiii..
Bugünlerde Tahran"daki o görkemli İngiliz Büyükelçiliği, 1979 Kasın-1979"daki Amerikan Büyükelçiği"ndeki durum benzeri, bir eyleme muhatab oldu..
Çünkü, İran"ın nükleer teknoloji elde etmek yönündeki çabaları emperyalist odakları tedirgin ediyor.. İran makamları, nükleer teknolojinin nükleer silah demek olmadığını, ve nükleer silahları haram bildiklerini (?) iddia etmelerine rağmen, emperyalist odaklar, bu hususta bir türlü tatmin olamıyorlar. (Türkiye"nin, İran"ın nükleer teknoloji elde etmek için giriştiği çabaların en tabiî bir hakkı olduğunu; imkanları olduğu zaman, Türkiye"nin de bu çabaya girişeceğini, Tayyîb Erdoğan"ın ağzından defalarca beyan ettiğini de bu vesileyle bir daha hatırlayalım..)
Rusya ise, hem İran"ı , hem Batı kapitalisit Batı dünyasını tatmin etmek için, ikili oynamayı sürdürüyor ve bu teknoloji için gerekli olan araç-gereçlerden bir mikdarını verip, en hassas anlarda ise, frene basabiliyor.. İsrail rejimi ise, İran"ın bu yöndeki çabalarının durdurulmaması halinde, saldırıya geçeceğini, aksi halde geç kalmış olabileceğini açıkça beyan ediyor, tehdidler yağdırıyor..
Bu tehddidler ve savaş bulutları yoğunlaşınca.. Avrupa Birliği ve Amerika, İran"ın nükleer teknolojiden vazgeçmeye yaklaşmaması üzerine, Kasım ortasında.. İran aleyhinde yeni ve ağır bir takım yaptırım kararları açıkladı ve hemen ardından da,
İslamî Şûrâ Meclisi (İran Parlamentosu), İngiltere Büyükelçiliği mensublarının ülkeden çıkmaları için iki haftalık bir mühlet verdi. .
Bu konuda karşılıklı diplomatik ataklar halinde devam etmesi beklenirken..
Beklenmiyen bir şey oldu ve yüzlerce genç, 29 Kasım Salı günü öğle vaktinde, İngiltere Büyükelçiliği duvarlarını aşıp, binayı işgal ettiler; tıpkı, 32 yıl önce Amerikan Büyükelçiliği"nin tasarrufunda, işgal edilmesinde olduğu gibi.. Eylemciler, 6 kişiyi rehine aldılar ve belgelere el koydular. Ve gerilim bir anda bambaşka bir boyut kazandı..
Gerçi, başta Meclis Başkanı Ali Laricanî olmak üzere resmî makamlar, bu eylemin kanunsuz ve İran"ın da imzaladığı uluslararası andlaşmalara aykırı olduğunu açıklasalar da; ortaya çıkan bu durumun "ingilizlerin geçmişten beri İran halkına karşı işlediği entrika ve suçlar dolayısiyle, bir sosyal hışm ve nefretin eseri olarak görülmesi gerektiğini ve İngiltere"nin gerçekte bundan kat kat fazlasına mustehak olduğunu söylemekten de kaçınmadılar..
*
İran"ın iç yapısını bilenler, resmî makamların izni olmadan, herhangi bir gösteri yapılamıyacağını, izinsiz yapılan gösterilerin isyan mânâsına gelip, derhal derhal önleneceğini de bilirler..
Bu bakımdan, ingilizi büyükelçiliğinin basılması, diplomatik yazışmaların ortaya dökülmesi konusunda yazılı bir resmî iznin olmadığı doğru olsa bile, İslamî Şûrâ Meclisi Başkanı Ali Laricanî"nin dediği gibi, milletin hışmına karşı gözyumulduğu söylenebilir..
Böyle bir eylemin getirecekleri- götürecekleri de hesablanmıştır, elbette..
Ama, bu eylemin, 32 yıl önceki eylem gibi dünya çapında ve iran için de olumlu sonuçları olur mu, bunu söylemek için henüz vakit, çok erken..
Herşeyden önce, gözlerinin önünde, 32 yıl önceki bir Amerikan Büyükelçiliği tasarrufu örneği bulunan İngiliz emperyalizminin bu elçilikte gizli belgeler bulunduracak kadar ahmak olup olmadıklarını da gelecek günler gösterecektir..
Ayrıca, bu eylemden hemen sonra.. İngiltere de derhal İran diplomatlarını İngiltere"den çıkarma kararı aldı ve dahası, bu kararı, öteki AB ülkeleri de benimseyip, başta Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelere başta olmak üzere, yığınla AB ülkesi de İran"la diplomatik ilişkilerini kesme kararı alıverdiler..
Bunlar beklenmiyordu herhalde..
Bu kararlar elbette ki, İran"ı büyük çapta zorlayabilir ve hattâ Rusya ve Çin tarafına daha fazla yaakınlaşması gibi bir sonuç da ortaya çıkarabilir ki, bu durumdan sadece İran ve Ortadoğu ülkeleri değil, bütünüyle Batı emperyalizmi de zarar görebilir.. (Nitekim, İran"ın, kendi halkının sivil muhalif kesimlerini, binler halinde öldürmekten çekinmeyen Suriye rejimini desteklemesinin altında başka bir şey aranmaması ve sadece stratejik gerekçeler yüzünden bu durumun çıktığına dair görüşlerimi bu vesileyle tekrarlıyayım; halkından sivil -savunmasız muhalif kesimleri de bu gibi hesablarla kitleler halinde öldüren bir rejime hangi gerekçe ile olursa olsun, destek verilmesinin yanlışlığına dair kanaatlerimi de tekrarlayarak..)
*
Filistin"de Osmanlı ordusunu 1917"de yenilgiye uğratan İngiliz komutanı Mareşal Allenby, Şam"a girdiğinde, Selahaddin Eyyubî"nin türbesine giderek, bir tekme savurmuş ve "Kalk ey Salahaddin, biz geldik!" demişti..
Emperyalistlerin böyle bir tarihî hâfızâ ile hareket ettiklerini düşündüğümüz gibi, müslümanların da bir tarihî hâfızâsının olduğunu, olması gerektiğini gözardı etmemeliyiz..
İran"ın, bu açıdan, 30 yıl öncelerdeki İslam İnqılabı"ndan beri, sadece kendi halkına değil, bütün müslümanlara da bu şuûru vermeye çalıştığını söyleyebiliriz.. Ama, bu onun yanlış yapmıyacağı mânâsına gelmez.. Gönül isterdi ki, Suriye örneğinde olduğu gibi, stratejik gerekçelerle belki sessiz kalsın ve amma, kendi halkından sivil kitlelerin üzerine ölüm kusan bir Suriye Baas rejimini stratejik gerekçeleri adına desteklemesindi..
Ama, bugün, sıkıştırıldığı köşesindeki İran"ı da sadece suçlamaya kalkışmayıp, anlamaya çalışmak gerekir.. Nitekim, Rusya"nın Suriye rejimine, "bir milim bile geri adım atmayınız.." şeklindeki çağrısını, dün, İran medyasının kocaman manşetler halinde ve adetâ sevinçle duyurması da, dünya çapında bir saflaşmanın ve zıdlaşmanın habercisi olarak görülebilir.. Öyle bir durum ortaya çıktığında ise, Suriye"de öldürülen birkaç bin insanın hesabı bile yapılmaz.. "Filler tepişir, çimenler ezilir.." misali..
Ama, Rusya ve Çin"in, İran gibi bir ülke ve devlete karşı ne kadar destek vereceğinin örnekleri de, 1980-88 arasındaki 8 yıllık İran-Irak Savaşı&nın en hassas ânlarında, bu ülkelerin, amerikan baskısı üzerine İran"ı nasıl yalnız başına bıraktığına dair nice örneklerden de hatırlanmalıdır ve hatırlanacaktır herhalde..
*
Sadece İran"ın Rusya ve Çin tarafından değil; Türkiye"nin de Batı emperyalizmi tarafından, en hassas anda ateş içinde bırakılacağı unutulmamalı..
Aynı şekilde, Türkiye yöneticilerinin de kendileri açısından her ne kadar haklı gerekçelerle olursa olsun, Suriye"ye karşı, kapitalist emperyalizminin güç merkezlerini memnun ve mesrûr edecek şekilde kesin bir düşmanca tavır takınmalarının aynı şekilde yanlışlığını da belirtelim.. Bugün, Amerikan emperyalizminin en seçkin isimleri, Türkiye"yi övebilirler. Ama, unutulmasın ki, Amerikan Başkanı Barack Huseyn Obama, daha dün, "İsrail'den daha önemli bir müttefikimiz yok. Konu İsrail'in güvenliği olduğunda bundan asla tâviz vermeyiz!" diyordu.. Bu sözler, herkese, kendi adımlarını atarken, neleri nasıl düşünmesi gerektiğinin ipuçlarını da verebilir..
*
Bütün bunlardan sonra.. İngiliz büyükelçiliğinin basılması eylemiyle ortaya çıkan tabloyu uluslararası tabloyu dikkatle izlemek gerekiyor..
İran"da, İngiliz Büyükelçiliği"nin basılmasını, sırf, İran"ın, "normalleşme hastalığı"na yakalandığı gibi bir görüntüden kurtarılması için tezgahlandığını düşünmek fazla safdillik olur.. Doğrudur ki, inqılabçı hareketler ve toplumlar, normalleşme sürecine girdiği müddetçe, âtıl vaziyete düşmek ve muhafazakârlaşmak tehlikesiyle karşılaşabilir ve zâten elde olanı yeniden elde etmeye çalışmak gibi bir çabanın içine de düşebilir.. Ama, sırf bu gibi görüntülerden kurtulmak için de böyle eylemler yapılmaz.. Nitekim, son eylem, 32 yıl öncelerdeki Amerikan karşı eylem gibi, ingilizler için bir zaaf teşkil etmiş midir, sorusuna bakıldığında, "Evet" demek o kadar kolay olmasa gerek..
Ayrıca, bu gibi eylemlerin geçmiştekilerin aynen tekrarı olmayıp, yeni şaşırtıcı yöntemlerle ortaya konulması halinde, büyük sonuçlar doğurabileceği de ayrı bir konudur..
Ayrıca, bugün dünya çapında genelgeçer kurallar olarak kabul ediliyor gibi bir konumda olan uluslararası hukuk kurallarının, hele de son 200 yıla yakın zamandır dünya müslümanlarına bir dayatma halinde sunulduğunu ve bu kuralların oluşturulmasında, müslümanların hiçbir iradesinin bulunmadığını da tekrarlayalım..
haksöz