Yeni Bir Peygambere Gerek Var mıdır?
Kur'ân-ı Kerim'e baktığımızda, peygamberlerin ancak dört değişik durumda dünyaya gönderildiğine tanık oluyoruz.
Dikkat edilmesi gereken ikinci nokta, peygamberliğin, ibadet ve amel-i salih ile elde edilebilecek bir sıfat ve makam olmayışıdır. Ayrıca, hizmete karşı verilen bir ödül de değildir. Aksine, peygamberlik, Allah'ın gerekli gördüğü şart ve zamanlarda bir kişiye verdiği paye ve vazifedir. Yani şartlar gerektiriyorsa bir nebi veya peygamber gönderilir,gerektirmiyorsa gönderilmez. Peygamberler sudan sebeplerle dünyaya gönderilmezler.
Kur'ân-ı Kerim'e baktığımızda, peygamberlerin ancak dört değişik durumda dünyaya gönderildiğine tanık oluyoruz.
Birincisi: Daha ünce kendilerine herhangi bir peygamberin gelmediği, ancak başka milletlere gelen peygamberin mesajının kendilerine ulaştırılması gereken milletlere yeni peygamber gönderilir.
İkincisi: Geçmişte gelen bir peygamberin talimatı unutulmuş, tahrif edilmiş ya da onun gösterdiği yolun takip edilmesi mümkün olmuyor ise, yeni bir peygamber gelir.
Üçüncüsü: Geçmişteki peygamberlerin vaaz, telkin ve talimatı eksik kaldığı, ümmetleri yeteri kadar hidayet bulamadığı takdirde din'.n tamamlanması için yeni peygamberler gönderilir.
Dördüncüsü: Bir peygambere yardımcı olmak üzere başka bir peygamber gönderilir.
Yukarıdaki durumları tek tek gözünüzden geçiriniz. Göreceksiniz Hazreti Muhammed (a.s.)'den sonra başka bir peygamberin dünyaya gelmesi için herhangi bir ihtiyaç kalmamıştır.
Bizzat Kur'ân-ı Kerim'de buyurulduğu gibi, Rasûl-ü Ekrem (a.s.) bütün dünyanın hidayeti için dünyaya gönderilmiştir. Dünya tarihini incelediğimizde, Hz.Muhammed (a.s.)'in doğuşundan bu yana mesajının bütün insanlara ulaşabilmesi için şartların her devirde müsait olduğunu görürüz. Bu durumda, ayrı ayrı milletlere, ayrı ayrı zamanlarda peygamberlerin gönderilmesine ne gerek vardır?
Hem Kur'an-ı Kerim, hem hadis ve siretin tamamı Hz. Peygamber (a.s.)'in getirdiği talimatın olduğu gibi muhafaza edildiğini göstermeye yeter. Kur'an-ı Kerim'in tek bir kelimesi, tek bir harfi değiştirilmemiştir. Ve bu ilâhî kitap kıyamete kadar böyle kalacaktır. Hazreti Peygamber (a.s.)'in söz ve hareketleri en küçük ayrıntılarına kadar hadislerde ve diğer eserlerde korunmuştur. Bunları gördükçe ve okudukça, Peygamber Efendimiz (a.s.)'i sanki gözümüzle görmüş oluruz. O halde, yeni bir peygamberin gelmesi için gerekli olan ikinci şart da ortada yoktur.
Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Muhammed (a.s.) vasıtasıyla İslâm dininin tamamlandığı ve mükemmelleştiği beyan edilmiştir. Öyleyse, dinin tamamlanması için de herhangi bir peygambere ihtiyaç yoktur.
Gelelim dördüncü duruma. Zaten Hz. Muhammed (a.s.)'in yardımcı bir peygambere ihtiyacı olsaydı, kendisine o zaman gönderilirdi. O'na yardımcı bir peygamber gönderilmediği için dördüncü sebep de kendiliğinden ortadan kalkmış oluyor.
Şimdi bizim işimiz bir peygamberin bulun dünyaya gönderilmesi için beşinci bir sebebin olup olmadığını araştırmaktır. Eğer biri diyorsa ki müslüman ümmet yozlaşmıştır ve ıslahı için de bir peygambere ihtiyaç vardır; o zaman ben derim ki; sadece bir milletin ıslahı için peygamberlerin gönderildiği vaki olmamıştır. Tarihin hiçbir döneminde sırf bir millet ıslah olsun diye bir peygamber gönderilmemiştir. Peygamber, Allah'ın belli bir vazifesini yapmak üzere dünyaya gönderilir. Peygambere vahiyler gelir ve bu vahiylerle, Allah tarafından yeni bir mesaj gelir ya da, geçmişteki dinde herhangi bir noksanlık varsa o noksanlık giderilir. Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Rasûlullah (a.s.)'ın aynen muhafaza edilmesinden ve din-i İslâm'ın mükemmelleşmesinden sonra herhangi bir vahye gerek kal- mamıştır. Bu durumda, sadece ümmetin ıslahı için peygamberlerin dünyaya gönderilmesine ne gerek vardır? Bu işi din adamları, âlimler ve ıslahatçılar pekâlâ yapabilirler.
Dikkat edilmesi gereken üçüncü husus, bir peygamberin gelmesiyle bir ümmette küfür ile iman arasında amansız bir mücadelenin başlamış olmasıdır. Peygamberi tanıyan ve O'na iman edenler bir grup oluştururken, O'nun aleyhinde olanlar bir başka cephe meydana getirirler. Bu cepheleşme ve kutuplaşma öyle hafife alınacak cinsten olmayacaktır. Zira kendi fikir ve inançlarında ısrar edenler birbirini ortadan kaldırmak amacıyla kıyasıya mücadeleye girişeceklerdir. Ayrıca bu iki grubun hayat çizgisi ve yasaları da birbirinden farklı olacaktır. Bir yandan bir grup iman ettiği peygamberin getirdiği vahiy, talimat ve sünnetten ilham alırken, öbür yandan diğer grup bütün bu talimat ve kanun kaynaklarına karşı olacaktır. Netice itibarıyla, bu iki grubun tek bir millet veya ümmet olarak yaşaması hayal olacaktır.
Bu gerçekleri göz önünde bulunduran bir kişi, peygamberliğin sona ermesinin, İslâm ümmeti için büyük bir nimet ve rahmet olduğunu derhal fark edecektir. Bu hikmetli ve faydalı ilke ve kavram sayesinde Müslümanların uluslararası ve kalıcı bir topluluk haline gelmeleri temin edil- miştir. Bu fikir ve inanç, aralarında derin ve kapanmayacak yaraların açılmasını önlemiştir. Bu sebeple, Hz. Muhammed (a.s.)'i peygamber ve yol gösterici olarak kabul eden, O'nun getirdiği Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet'ten başka hidayet yollarını aramayan herkes evrensel bir kardeşliğin bireyidir. Şayet peygamberliğin kapısı açılmış olsaydı, böyle bir kardeşlik ve eşitliği tasavvur etmek bile mümkün olmayacaktı, çünkü her peygamberin gelişiyle ümmetin birliği ve beraberliği paramparça olacaktı.
Not: Yukarıdaki pasaj değerli âlim Seyyid Ebu Ala el Mevdudi'nin TARİH BOYU TEVHİD MÜCADELESİ VE HZ. PEYGAMBERİN HAYATI isimli eserinden iktibas edilmiştir.
Kaynak: