Ahmet Taşgetiren
Yine o nesil yeni nesil
Benim “Ümmet nasıl ayağa kalkar?” diye bir soruya kafa yorduğumu ve bunu konferanslarla, sohbetlerle, yazılarla ulaştığım insanların gündemine taşımaya çalıştığımı bilirsiniz.
Bunun birim insanımızın özgül ağırlığını artırmakla, onun eğitimle, yetişmiş insanla mümkün olacağına dair genel kanaatimi de ifade etmişimdir.
Bu noktada gördüğüm her ışıltıyı paylaşmaktan da büyük sevinç duyuyorum.
Geçenlerde, bir yazımı “Bir yeni nesil örneği” başlığı ile İstanbul Teknik Üniversitesini birincilikle bitiren Hüseyin Umutcan Ay’a ayırdım. Onun buram buram Türkiye sevdası ve insani mesajlarla yüklü mezuniyet konuşmasını paylaştım, onun “Ellerimde öldürülmüş kadınların kanını hissediyorum” sözünün vuruculuğuna dikkat çektim.
“Bu çocuklarla inşa edilecek geleceğimiz” dedim.
Bugün Bir başka isme ayırmak istiyorum yazımı. Selçuk Bayraktar. Onu Cumhurbaşkanının damadı olarak mı tanımak isterdiniz yoksa, o işaret ettiğim ülkeye, İslam dünyasına, insanlığa katma değer taşıyan hüviyeti ile mi?
Geçen asker kökenli bir dostum aradı ve “Onun geliştirdiği teknoloji ile yüzlerce askerimizin canı kurtuldu” dedi. İşte böyle bir hamle yaparsınız, bin can kurtulur. Hani demiştim ya “Hakim milletlerle mahkum milletler arasındaki fark terazide bir dirhem farkıdır, o da yetişmiş insandır.”
Malim İHA’ları, SİHA’ları, TİHA’ları soktu gündeme Selçuk Bayraktar.
6 tonluk demir yığınını gök yüzünde insansız uçurdu, gökten yeri gözetledi, kötü niyetlileri tespit etti, vurdu ve ülkeyi terör belasına karşı silahla donattı.
Geçen Selçuk Bayraktar’la yapılan bir mülakatı CNN Türk’te izledim.
Bilimsel çalışmalarıyla ahlakını bütünleştirdiğine tanık oldum. Ahlakın – eğitimin altını ısrarla çiziyordu. “Fizik kanunlarına yalan söyletemezsiniz” den yola çıkıyor ve “Ahlaktan ayrılırsanız yapacağınız işin bereketi olmaz” diyordu. “En büyük engelimizin kendimiz olduğunu”, “Biz yapamayız, başykaları almış başını gitmiş, onlara nasıl yetişilecek” duygusu olduğunu, “yüz yılların birikimi olan az gelişmişlik kompleksi”nin yıkıcılığını anlatıyordu. “Gencecik çocuklar”dan bir ekiple çalışıyordu, yapay zekaya yoğunlaşılmıştı, “biz yapabiliriz”den yola çıkıyorlardı.
İlginç, en öne çıkan özelliği “Cumhurbaşkanı damadı” olmak değildi. Hatta kimi ortamlarda “Cumhurbaşkanı damadı” olmanın diğer özelliklerinin önüne geçiriliyor olmasından rahatsızdı. O ülkesine sevdalı, bilim – teknoloji alanındaki atılımları ile bilinmekten mutlu gözüküyordu. “Cumhurbaşkanının damadı” olmak, hayatında değişiklik yapmamıştı, o yine atölyedeki bir yatakta gecelerini geçirmekten kaçınmıyordu.
Selçuk Bayraktar buraya tabii ki eğitimle gelmişti. İnsan, yetişmiş insan boyacı küpüne batırılıp çıkarılmakla olmuyordu.
Babası, annesi, dedesi her kimse, yüzyılların mazlumiyetinin, kaybedişlerinin acısını hissederek, o hayati meselenin ehemmiyetini anlamış, genç evlatlarına “Yürü evlat” demişlerdi.
İlkokuldan sonra, ilginç, Robert Kolej’e gitmişti. Hani Cyrus Hamlin’in “Türkler İstansul’u buradan fethetti, biz de yetiştirdiğimiz insanlarla İstanbul’u buradan fethedeceğiz” diyerek kurduğu rivayet edilen Robert Kolej’e gitmişti. Genelde bazılarımızın “çocuklarımız bizden kopar” düşüncesiyle çocuklarını vermekten kaçındığı, bir kısmımızın ise başarısına bakıp “çocuklarımız nasıl olsa kendisini korur” düşüncesiyle her şeyi göze alıp çocuklarını gönderdiği bir okuldu Robert Kolej.
Selçuk Bayraktar orada okudu, sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ne, sonra akademik çalışma için Amerika’ya gitti. Vikipedi şunları da kaydetmiş Selçuk Bayraktar’ın bilim – teknoloji tırmanışı hakkında:
“2002-2004 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi’nde insansız uçaklar üzerine yüksek lisans yaptı.[3] Yüksek lisans sonrası Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde insansız hava araçlarının agresif manevra kontrolü üzerine burslu olarak ikinci yüksek lisansını tamamladı. Bu süreç içerisinde Profesör George Pappas ve Profesör Eric Feron’un asistanı olarak çalıştı.”
Mehmet Akif, 100 yıl önce İslam dünyasının mazlumiyeti aşma çabasına çare olarak demiş ya:
“Alınız ilmini garbın alınız san´atını;
Veriniz hem de mesainize son süratini.”
O misal. Karmaşık bir dünyanın içinden pırıl pırıl bir zihinle, memleketine ve değerlerine aşkla bağlı olarak çıkmak mümkün.
Daha önce Hüseyin Umutcan Ay’ı, bugün Selçuk Bayraktar’ı anlatarak diyorum ki, insana yatırım, insana yatırım, insana yatırım. Bu çocukların varlığı, istisnai sıçrayışlar olmakla kalmamalı, eğitim çağında 25 milyon çocuğumuz, gencimiz var, onların her birinin içindeki cevheri görmek ve onu ülke – insanlık için katma değere dönüştürmek… Eğitim sistemi çocukları milyonlar halinde “ıskartaya çıkarmak” yerine bunu başarmalı. Fark oluşturmak böyle mümkün.
Ve bu yapılırsa, ancak bu yapılırsa hani diyorum ya, maratondaki mesafeleri kapatmak, hatta aşmak mümkün olur.