Abdurrahman Dilipak
Yönetimde istikrar ancak adaletle mümkündür
“Temsilde adalet, yönetimde istikrar”.. 1982 anayasası ile siyasi hayatımıza damgasını vuran bir siyasi aldatmaca olarak yaklaşık 40 yıla yakın bir süredir tartışılmaya devam etmektedir. 1982 anayasasının 67. maddesine göre seçim kanunlarının “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar” ilkesi kabul edilmiştir. Kocaeli Üni.’den Batuhan Ustabulut’un da bir makalesinde belirttiği gibi, “Bu iki ilke ters yönde işlemektedir. Bu nedenle seçim sistemleri bu ilkelerden birisini öncelemekte, diğer ilkeden ise taviz vermektedir.” Söz konusu makalede belirtildiği gibi “seçim barajı ile ulaşılmak istenen amaçlara büyük ölçüde ulaşılamadığı, temsil adaletinin sağlanamamasının seçmenlerin iradesinin yasama faaliyetlerine yansıması bakımından olumsuz etkileri olduğu ve seçim ittifaklarının ülke seçim barajını fiilen ortadan kaldırma potansiyeline sahip olduğu tespit edilmiştir.”
3 Kasım 2002 tarihinde TBMM 22. dönem için yapılan seçimde. % 10 ülke barajlı d’Hondt sistemi uygulandı. Seçim sonucunda yalnızca AK Parti ve CHP barajı aşarak meclise milletvekili soktu. Oyların % 34.3’ü ile 363 milletvekilliği kazanan AK Parti, TBMM’nin üyelik sayısının yaklaşık % 66’sını alarak TBMM’de anayasal çoğunluğa sahip oldu. CHP %19.42 oy alarak 178 milletvekili çıkardı. Seçimlere katılım %79.13 oldu. %10’luk ülke barajı nedeniyle geçerli oyların yaklaşık yüzde 45’i TBMM’ye yansıyamadı. 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde kabul edilen seçim ittifakı ile seçim barajı bir şekilde ittifak yoluyla dengelenmeye çalışılsa da, baraj konusu tartışılmaya devam etti.
Bu sistemde AK Parti’yi anayasal çoğunlukta iktidara taşıyan parti %7 oy alan Genç Parti oldu. Ama Genç Parti kendisi Meclise giremedi. Neye niyet, kime kısmet! Allah dilerse rızasının tecellisinin vesilesi olarak dilediğini görevlendirebilir, Süleyman mabedini bukağılı şeytanlara yaptırdığı gibi. Hz. Yusuf için Mısır’a sultan olmaya giden yol, kardeşlerinin kendini kuyuya atmasıyla başlar.
Aslında doğru tercih “Yönetimde istikrar ancak adaletle mümkündür” şeklinde olması gerekiyor. “Adalet mülkün temeli” ise, mecliste malik olunan milletvekili sayısının da muvazaasız bir şekilde adaletle sağlanması gerekir. Bakın, benim, bizim partimiz, cemaatimiz, grubumuz, ülkemizin menfaati / faydası neyi gerektiriyorsa, ben onu yaparım diyemezsiniz.
Önce, “size hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir. Bunu biz bilemeyiz Allah bilir”. (Bakara-216). Allah bizi yaratıp, sonra bizi kendi halimize terk edip başka işlerle meşgul oluyor değil. O, görmekte, duymakta, bilmektedir ve hüküm sahibidir. Bizim için bir şeyin hayırlı olması için “Allah’ın rızası”na uygun olması gerekir. Yoksa Allah’ın iradesi kainatı kuşatır. Hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir. (en-Nisâ 4/78-79). Allah’ın rızası adalettedir. “Bir kavme, topluluğa, kişiye olan öfkemizin, hatta düşmanlığımızın, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerekir.” (Maide:8) Bakın, bunun aksi inkar halinde şirk’e, iman halinde fısk’a sebeb olur. Bu işlerde ısrarın sonu Müşrik ve Fasık olmaya kadar varır. Bu işin hiçbir bahanesi olamaz. Unutmamak gerekir ki “Masiyette itaat yoktur!” Kendilerini “emir kulu” olarak tanımlayanlar, İsrailoğullarının, din büyüklerini İlah ve Rab edinme konusunda uyarıldıklarını haber verende (Tevbe Suresi 31) belirtildiği gibi “kulluk ettikleri makam”ı İlah ve Rab edinmiş olurlar. O işi yapan da, yaptıran da, o iş de insanları huzura, saadete götürmez. Zira “kem alat ile kemalat olmaz!” O yaptığınız şeyle neyi murat ediyorsanız, Allah o şeyleri tersine çevirir ve sonuçta kaçtığınızı sandığınız şeye doğru koşarsınız. Değilse, Hakkın, adaletin yolunda ilerler ve O’nun rızasını gözetir, O’na sığınırsanız, o zaman “Hak şerleri hayreyler / Sen sanma ki gayr’eyler / Arif anı seyreyler / Görelim Mevlam neyler / Neylerse güzel eyler”..
İnsanlar kendi aralarında maslahatı gözeten sözleşmeler yapabilirler. Elbette söz verdiğimizde de sözümüzde durmamız gerekir. Bugünkü anlamda kendilerine “yasa yapıcı” denen insanlar bu kurallara dikkat etmek zorundadırlar. Kendi heva ve heveslerine uyarak, birileri üzerinde İlahlık ve Rablik taslamak anlamına gelen bir anlayışla hüküm kuramazlar. Maslahattan maksat, insanın aklı ile vijdanını barıştırmaktır. Bu Maslahatın ilk gayesidir. 2. Adım, Adalet, Barış, Hürriyet yolunda insanı insanla barıştırmaktır. Benim bir başkasına uzaklığım onun bana uzaklığına eşittir. Allah’tan başka kimse benim İlahım ve Rabbim değildir, ben de kimsenin İlahı ve Rabbi değilim. Herkesin dini kendine. Farklılıklarımıza rağmen, barış içinde bir arada yaşamanın 5 şartı, mal, can, namus, akıl- inanç ve nesil emniyetinin muhafazası şartına bağlıdır. 3. Adım, insanın tabiatla, fıtratla barışmasıdır. Bu 3 barış bizi Allah’la barışa götürecektir. Değilse insan Allah’la savaştadır. O zaman insan insanın kurdu olur. İşte o zaman Allah, bunların üstlerine pislik yağdırır, onların işlerini sarp dağlara sardırır, onları birbirlerinin başına musallat eder ve onların varacağı yer cehennemdir.
Bu konu sadece seçim sistemi ya da “baraj”la ilgili değil. Hayatın her alanı ve herkesle ilgili. Bu konu CoVID’le ya da günlük hayatımızla ilgili. Allah’ın rızasını ve adaleti gözetenlere selam olsun..
Bakın, yeryüzünde eğer işi ehline vermiyorsanız, adaleti gözetmiyorsanız orada zulüm vardır. Adalet yoksa barış teslimiyyetir. İşte “Cihad” orada bir ibadet olarak ortaya çıkar. Batılılar bunu “self determination” diye kendilerine uyarladılar. Buna “kendi geleceğini, (Haşa) kendi kaderini belirleme” gibi bir anlam yüklediler. Adalet ve barış yoksa, özgürlük hayaldir. Özgürlük yoksa insanlar başkalarının kul’u-kölesi olur. Kula kulluk yoktur!
Evet, yönetimde istikrar, ancak adaletle mümkündür. Bu kural yasama, yürütme ve yargı erkine, başka insanlarla teşrik-i mesaide bulunan herkese ve kendi nefsime tebliğ olunur. Zira Allah öyle buyurdu! Unutmayalım, “iman ettik demekle yakamız bırakılıvermeyecek” (Ankebût Suresi 2-3.)
Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyden hesaba çekileceğimiz bir gün var. Bu dünyada yapıp-yapmadıklarımız, söyleyip-söylemediklerimizle ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyacağız, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız”. Her yerde ve her zaman, her iş ve sözümüzle imtihan oluyoruz. Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.(Bakara 155-157). Sahip olduğumuz her şey, mal, mülk, makam, para, evlad, her şey bir imtihan vesilesidir ve rızaya uygun olmayan tasarruflar sebebi ile bu değerler bizim için yakıcı bir ateşe, fitneye, zor bir imtihana dönüşebilir. (Enfal 28). Günde 40 kez tekrarladığımız Fatiha’da verdiğimiz sözü hatırlayalım, “Galubela zamanı”nda “elestü bezmi”ndeki ahdimizle birlikte, “ya Rab bize Hakkı hak, batılı batıl göster. Hak’da toplanmayı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil.” (Fatiha) Ya Rab bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Bizim ellerimizle cezalandır zalimleri ve bizim ellerimizle yardım et mazlumlara. (Tevbe 7-16) Selâm ve dua ile.