Hasan Karakaya
10 yılda Hocaefendi mi değişti, Hükümet mi?
“Dershane tartışması” gündeme geldiğinden bu yana arkadaşlarla konuşuyoruz... Bir arkadaşımız, şöyle bir soru attı ortaya: “İslâmi terbiye dershanede mi daha iyi verilir, yoksa okulda mı?”
“Elbette okulda” dedi arkadaşlardan biri ve sebebini de şöyle açıkladı;
“Muhafazakâr bir öğretmen; dershanede, nihayetinde 2-3 saat ilgileniyor öğrenciyle... Ne kadar İslâmi terbiye verirse versin, o öğrenci ertesi gün okula geliyor... Dershanede kazandığı hassasiyetleri, hele de Gezi’ci bir hocası varsa silip götürüyor... Oysa, dershaneler okul olursa, hocalar muhafazakâr olacağından, daha iyi hizmet verir.”
Çok doğru bir tesbit...
O halde; “Zaman gazetesi”nin başını çektiği, sonunda Fethullah Hocaefendi’yi de işin içine dahil ettiği grup; niye “dershaneler kapatılıyor” diye bağırıyor ve konuyu, “eğitime büyük darbe” diye niye saptırıyor?..
KAPATMA YOK, DÖNÜŞÜM VAR
Hele de, ortada “kapatma” diye bir amaç ve çalışma yokken!.. Malûm; Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, çalışmanın özünü şöyle açıkladı önceki gün;
“Bizim burada yapmak istediğimiz, dershanelerin dönüşmesinin önünü açmak, dershanelerin, özel okullara dönüşmesi ve bu yönde hizmet vermesini sağlamaktır... Özel okula dönüşünce de bunların desteklenmesi ve bazı öğrencilerin özel okullarda okuması halinde onlara destek sunulması, dershaneler de görev yapan öğretmenlerle alakalı tedbirler alınmasını içeren bir dizi yardımı da barındıran bir adım atıyoruz esasında.
Onun için, bu bir dönüşüm projesi dersek daha iyi olur. Türkiye’nin her yerinde bugün özel okullar, özellikle büyük yerleşim yerlerinde var. Biz bu okulların artması ve özel eğitim veren kurumların çoğalmasından da memnuniyet duyarız. Esasında bu konuda atılacak adımlar bunu da güçlendirecektir.”
Ne ilginç değil mi;
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın açıkladığı, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın da üstüne basa basa vurguladığı bu proje, “yeni” değil, “2002’den yana gündemde olan” bir projedir...
Dahası, bu proje “10 yıl önce” açıklandığında, “yabancı ajanslar” bu haberi şöyle duyurmuşlardır:
“Hükümet, cemaatin dershanelerini özel okula dönüştürüp, bu yolla onlara para aktaracak!”
Neredeen, nereye?..
Dün, “yabancı ajanslar” tarafından “Cemaat’e para aktarma projesi hazırlamak”la itham edilen Hükümet, bugün, aynı “Cemaat” tarafından, “Eğitime darbe vurmak”la suçlanıyor, iyi mi?..
Burada “özür” dilemesi gereken kimdir, takdirlerinize bırakıyorum.
ÇEVİK BİR’E MEKTUP
Ali İhsan Karahasanoğlu kardeşim, dünkü yazısında, “birçok insanın unuttuğu” bir konuyu hatırlattı... Evet, “Zaman’ın yöneticilerinden Alaaddin Kaya’nın Çevik Bir’le olan randevusu”nu hatırlattı.
Hani, o Çevik Bir’e; “Bizi Akit gibi gazetelerle karıştırmayın” dediği randevusunu!..
Peki, ne yapmıştı Alaaddin Kaya?..
Hocaefendi adına, 28 Şubat’ın önemli ismi ve de “Sincan’da yürütülen tanklar” için, “demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen Çevik Bir’den randevu alıp; “Hocaefendi okullarını devretmeye hazır!” mesajını ulaştırmıştı...
Sadece Alaaddin Kaya’nın dilinden değil... “Hocaefendi’nin kendi mektubu”yla da aynı teklif yapılmıştı...
Öyle bir “mektup” ki; “övgü sınırı”nı da aşmış ve “Çevik Bir’e methiyeler” dizilmişti...
Mektup, şöyle başlıyordu:
“Genel Kurmayımızın çok değerli ikinci Başkanı,
Sayın Komutanım;
Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum...
Değerli Komutanım, Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere...”
Hocaefendi; mektubunun devamında;
Kurdukları okulların Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısına aykırı bir faaliyette bulunmadığını, okulların da Türkiye adına lobi faaliyeti yapmaktan başka bir amaç gütmediğini, bu okulların zaten devlete ait olduğunu, fakat yine de istedikleri zaman okulları devlete devredebileceklerini, kendilerinin de ne zaman isterlerse okulları şereflendirip teftiş edebileceklerini nazik bir üslupla dile getiriyordu...
İfade, aynen şöyleydi:
“Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim... Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir...
Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş (üstlenmiş) şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımız’ın İkinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz...”
Düşünebiliyor musunuz;
28 Şubat’ın, o “en tantanalı günleri”nde, yani “Allah kelâmının öğretildiği Kur’an Kursları’nın ve İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarının kapatıldığı” o günlerde; Fethullah Hocaefendi, Çevik Bir’e mektup yazıyor ve diyor ki;
“Devletimiz bizim okullarımızı devralabilir ya da ben, bu okulların kapatılmasını teşvik edebilirim... Ya da, istediğiniz zaman gelip, teftiş edebilirsiniz!”
MÜCTEHİD(!) GENERALLER!
Ali İhsan kardeşim, bu mektubu hatırlatmakla kalmıyor, Hocaefendi’nin, o “karanlık süreç”te; millete karşı “Topyekün Savaş” başlatan komutanlar için “şunları söylediğini” aktarıyordu:
“Mesela şimdi onlar da şöyle düşünüyorlarsa.. biz burada milli güvenlik.. milletimizin güvenliğini şayet koruma mevkiinde bulunuyorsak.. ister gerçekten öyle olsun.. ister bizim içtihatlarımıza, algılamalarımıza göre.. şu gelişmelerde rejim için şayet bir tehlike ise.. bizim sorumluluğumuz altındadır, bunlara müdahale etmek..
Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa.. meseleyi böyle algılıyorsa.. bana göre onlar masumdurlar.
Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır. Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.”
Görüyorsunuz ya;
Millete karşı “Topyekûn Savaş” başlatan; “İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımları ile Kur’an Kursları’nı kapatan!.. Başörtüsünü ise zorla açtıran” komutanlara karşı “bir sevap” kazandıracak kadar “hoşgörülü” ve hatta onları “İslâm müctehidi” yapacak kadar “bonkör” olan Hocaefendi, bugün kalkmış; AK Parti Hükümeti’ni “Firavun”a ve “Karun”a benzetiyor... O zaman sormak hakkımız değil mi;
“Değişen ne?.. Ya da, kim değişti, nasıl değişti?”
“Zulüm”lerin ve “yasadışı zorbalıklar”ın mimarları olan 28 Şubat’ın generalleri “müctehid” ama; “Katsayı zulmüne son verip, üniversiteleri Anadolu çocuklarına da açan... İmam Hatip Liseleri’nin orta kısımlarını açıp, Kur’an Kursları’nda yaş sınırına son veren... Başörtüsü yasağını, üniversitelerden sonra kamuda da kaldıran...” bir Hükümet “Firavun” ve “Karun” öyle mi?..
Söyleyin Allah aşkına;
“Değişen ne?..
Değişen kim?”
BU HİDDET NİYE?
Dün, kurulmasını kendisinin teşvik ettiği “okul”ların; “Kapatılmasına... Devredilmesine ve de teftiş edilmesine” hazır olan bir Hocaefendi; bugün “Dershanelerin değişim ve dönüşümü”ne niye karşı çıkıyor, bunu niye “musibet” olarak görüp, “dişinizi sıkın, sabredin” çağrısında bulunuyor?..
Şu hâle bakın;
Dün, “Kahraman ordumuzun şerefli mensubu” dediği “general”lerin, bugün “tutuklu” olmalarından “üzüntü” duyup; “Yaşlı başlı adamlar orada hesap verince ciğerim yanıyor benim... Elimde bir imkân olsa, onların hepsini serbest bırakırım” diyen bir Hocaefendi; Hükümet’i “Firavun” ve “Karun” olmakla suçluyor, iyi mi?..
Anlayamadığım şu:
28 Şubat’ta, “okullar”ını “generallere devretmeye” hazır olan bir Hocaefendi, bugün “dershaneler” için niye bu kadar celallendi?.. Niye bu kadar hiddetlendi?..
Var mı bir anlayan?..
Varsa, bana da anlatsın!..
-------------------------------------------------------------------------
Talimatla haber ya da iki körün hikâyesi
İki “kör” vatandaşın “dolma yeme” hikâyesini bilirsiniz... Körlerden biri, diğerini; “Dolmaları niye çift çift yiyorsun” diye suçlamış... Öteki; “Ulan Allah’tan kork” demiş;
“Sen kör, ben kör, nereden çıkardın dolmaları çift çift yediğimi?”
Arkadaşını itham eden kör demiş ki; “Ben öyle yiyorum da!”
“Dershane tartışması” çıktığından bu yana, bizim ve bazı gazetelerin “talimatla haber yaptığını” iddia eden arkadaşlar, öyle anlaşılıyor ki; bizi de “kendileri” gibi sanıyorlar... Açık ve net, biz “talimatla” haber yapmadık, yapmayız!.. Kendileri nasıl haber yapıyor, orasını bilemem...
“Özür dileme” meselesine gelince... “Kavga”yı başlatıp; “Dost... Arkadaş... Kardeş” demeden “yumruk” atanlar mı “özür” dilemelidir, “kendilerini savunanlar” mı?..
Bu arkadaşlar, önce “ayna”ya bakmalı ve “nerede hata yaptık?” deyip, kendilerini sorgulamalıdırlar!..
Ben, sürekli, “Ne zaman, nereden yumruk yiyeceğim?” endişesi taşıyarak yaşayacaksam nerede kaldı arkadaşlık, nerede kaldı kardeşlik?..
yeniakit