Selâhaddin Çakırgil
‘1919’u tarihin başı kabul etmeme’nin mânâsı
Zaman kavramı İlahî takdir sınırları içinde, ezelî ve ebedî.. İnsanoğlu, zaman mefhumunun belli yerlerine kendi zihnine göre bir takım düğümler atıp takvimler oluşturmuştur.
Yahudi takvimi, 5776’yı; Konfuçyüs ve Buddha dinleri de, milâddan önceki 3100 yılları esas aldığına göre 5 binli yılları gösteren takvimler kullanılıyor.
Miladî takvim, -milâd kelimesinden de anlaşılacağı üzere- Hz. Îsâ’nın (A) doğumunu esas almış; o takvime göre 2016’dayız.
***
Müslümanlar da asırlarca, Hz. Peygamber’in (S) -doğumunu değil- Mekke’den Medine’ye Hicret’ini esas alan bir takvim oluşturmuşlardır. Ve şimdi, 355 günlük Qamer /Ay yılını esas alan Hicrî-qamerî takvime göre 1437’deyiz. 364 günlük Güneş Yılı’nı esas alan Hicrî- şemsî takvime göre ise 1395’de..
Bizde, Osmanlı’nın son demlerinde, resmî takvim değişmediği halde, özellikle edebiyatçılar ve Avrupa görmüşler arasında bir aşağılık kompleksi ve bir özenti ve bir medenîleşmek hareketi gibi görülerek miladî takvim kullanılmaya başlanmıştı.
1923 sonrası dönemde ise.. Bir de ‘takvim inkilabı’ yapılmıştı. İsmet Paşa’nın, ‘Biz harf inkilabı yapmadık, inkilabımızın harfini bulduk..’ dediği üzere, gerçekte ‘takvim inkilabı’ da yapılmamış ve ‘inkilab’larının takvimini bulmuşlardı.
***
Alman filozofu Friedriech Nietzsche de 1890 yılında, çılgınlık döneminin başladığı ve tımarhaneye düştüğü dönemin başında, kendi takvimini o tarihten başlatmıştı; -türkçeye Deccal adıyla tercüme edilen- ‘Anti-Christ’ isimli eserinde..
Gücetaparlığı esas alan onun bizdeki takibçileri de takvimi başka kültürlere göre başlattılar, kendi tarihlerini de, 1919’dan.. ‘Nutuk’un sahibi de tarihini o noktadan başlatır.
***
Bu bakımdan, Kut’ül Ammare Zaferi’nin 100. Yılında ilk kez resmî bir anma töreni yaptıran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 29 Nisan günü yaptığı konuşmada, ‘Milletimizin, medeniyetimizin binlerce yıllık tarihini, neredeyse 1919 yılından başlatan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 200 yılımızı, hattâ son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyet’e atlıyorsa biliniz ki o kişi milletimizin de devletimizin de hasmıdır..’ diye dile getirdiği görüş, kenarından teğet geçilemiyecek kadar derin bir tarih şuûrunu yansıtan bir değerlendirmedir.
***
Bugünlerde ‘Pelikan Dosyası’ diye anılan bir fitne-engiz dosya benim e-mail adresime de ulaşmıştı ama dudak büküp geçtim.
İki insanın her konuda tıpa tıp aynı düşünmeyeceği açıktır. Ama bir takım varsayımlarla birilerinin arasında bir fırtınanın kopmak üzere olduğu gibi bir hava oluşturmak için ve oldukça dikkatlice hazırlandığı intibaını veren bu dosyayı kimler planladıysa, yapılan açıklama onların beklenti, hedef ve hayallerini boşa çıkardı denebilir.
Çünkü Başbakan Davutoğlu bu konuda 3 Mayıs günü partisinin Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmada net bir tavır sergilemiş ve ‘Milletimize, bizi biz yapan değerlerimize ihanet etmeyiz, edenlere de izin vermeyiz. (...) Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim, ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam, yeise düşmesine asla izin vermem’ diyerek birilerinin iştahını kursağında bırakmıştır.
***
Bir vefat münasebetiyle..
15 yılı aşkın bir süredir, yurt dışında yaşamak zorunda kalan Av. Hüsnü Yazgan kardeşimin babası, Bingöl’de 86 yaşında vefat etmiş.. Hüsnü kardeşim, babasının cenazesinde bulunamadı. Merhûma rahmetler ve -anne ve babası ve kardeşlerinin cenazesinde bulunamamanın ne büyük bir ruhî sancı olduğunu bilen birisi olarak- Hüsnü kardeşime ve aile çevresine başsağlığı ve sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.
stargazete