Abdurrahman Dilipak
28 Şubat'tan bugüne
28 Şubat'ın tanıkları TBMM'de günlerdir bildiklerini anlatıyor. Hafızalarımız canlanıyor.
Neydi o günler. Kimi özür diliyor, kimi kendini aklama çabasında kimi de meydan okuyor adeta..
AK Parti İstanbul Milletvekili Harun Karaca, 28 Şubat sürecinde İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Müdürü olan Adil Serdar Saçan'ın kendisine işkence yaptığını iddia etti. Karaca, tüm işkence iddialarını reddeden Saçan'a, "Beni sorgu sırasında çırılçıplak soymadınız mı?" diye sordu. Cevap: "Raporla ispatlayıp şikayetçi olsaydın". Organize suçlarla mücadele eden adam bu.. Organize işler bunlar.
Nuh Mete Yüksel 28 Şubat'ta yaptıklarının altına bugün de imzasını atacağını söyledi. Yani fırsat bulsa Hasan Karakaya ve Hasan Maden'i düzmece iftiralarla yine tutuklamaya kalkacak yani..
Ya hu bunlar din gününe de mi inanmıyor yoksa. Hani adaletin kapısındaki adam bu iddialara muhatap olan adamsa, tuz kokmuş demektir.. Adaleti bunlara emanet etmeyle ciğeri kediye emanet etmek arasında bir fark var mı? Efendiler! Bu dünyada yaptığınız ve yapmanız gerekirken yapmadığınız, söylediğiniz ve söylemeniz gerekirken söylemediğiniz her şeyden hesaba çekileceksiniz.. "İnkar" neye yarar o zaman.. Bu tanıklar bir değil ki! Hadi ahiret gününe inanmıyorsunuz diyelim, vicdanınızda mı yok sizin!
Erbakan o dönemde Anıtmezara çıkarken kulağına eğilip hakaretler yağdıranlar şimdi ne düşünüyorlar. Dahasını da planlamışlar, bir harb okulu öğrencisi o sırada yumruk atıp Erbakan'ı düşürüp tekmeyelecekler.. Yani niyetleri daha betermiş. Belki o gençler bir gün vicdanlarının sesini dinleyip konuşurlar.. Bugün kalkmışlar başka şeyler söylüyorlar. Birçoğu ellerine fırsat geçse daha beterini yaparlar.. Şimdi korkularından susuyorlar.
Baksanıza Ali Nabi Koçak'a gelip, seni kadınla bastık der aleme rezil ederiz diye tehdit ediyorlar.. Bir gazete patronu gidip makamında başbakanı tehdit edebiliyor.
O günlerde, Sakarya-Gölcük depremi olmuş, Yeni Asya'da "Deprem ilahi ikaz" diye bir yazı çıkıyor. Gazete patronunu bu yazı sebebi ile DGM'de yargılayıp hapse attılar..
Bu davadaki hakim de, savcı da, herhalde Kur'an-ı Kerim'i de İncil'i de Tevrat'ı da okumamıştır.. Okusalar orada bu konuda yazılanları görürlerdi. Kutsal metinlere dair duyumları bile yok bunların! İşte laikçi kafaların hayalindeki cumhuriyet nesli böyle bir nesil olsa gerek! Bir ölçüde başarmışlar demek ki..
Yargıtay üyeleri de öyle. Okusalar güçleri yetse herhalde o kitapları da toplatırlardı.. Kendilerine sorsan "Müslüman" olduklarını söyleyeceklerdir. Belki hâlâ da okumamışlardır.. Belki bazıları emekli olmuşlardır. Şimdi ne düşünüyorlar bilmiyorum.. Vicdanlarının sesini susturmak için belki de sürekli içiyorlardır..
Bunun hakimi, savcısı, polisi, gazetecisi yok, hepsi aynı karaktere sahip..
Alın size Haber Türk'ün genel yayın yönetmeni bir gazetecinin TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonundaki ifadesi: Fatih Altaylı 28 Şubat döneminde başörtülü kadınlar için söylediği "fahişeler, şerefsizler, satanistler" sözlerini daha da ileri giderek "Yanımda olsalardı döverdim" diyerek savundu. O zamanlar Doğan Mediada Radyo D'de çalışıyordu. Niye böyle davranırdı biliyor musunuz? O dönemde Gölcük depremi olduğunu ve bir grup başörtülünün '7.4 yetmedi mi' pankartını açmasına çok sinirlenmiş. O kızlar "Yanında olsalarmış dövermiş". O depremde birçok tanıdığı insanı kaybetmiş bu nedenle o sözleri söylemiş. Herhalde polis olsa bu kızları soyup işkence yapardı! Gazetecisi böyle olursa!.. Şecaat arz ederken sirkatin söylemek böyle bir şey olsa gerek!
Belki unutmuştur, hatırlatalım. Yeni Şafak'ta bu sözü söylemesinin bir gün sonra bir haber çıktı. Bu sözlerin terbiyesizce söylemiş sözler olduğunu ifade eden açıklamalar vardı ve bu açıklamalardan biri de bana aitti.. O gün başörtüsü zulmüne karşı direnen kızlara karşı "fahişe, para ver seninle birlikte olurlar" şeklindeki sözleri sebebi ile Altaylı sanık olmadı, ama Altaylı'yı eleştirdiğimiz için biz sanık olduk ve tazminat cezasına çarptırıldık. Evet mahkeme bizi mahkûm etti.. Onlara yasa işlemiyordu çünki.. Bizim ise itiraz hakkımız bile yoktu. Bugün hâlâ o günleri savunuyor olmak, köprülerin altından çok sular aksa bile, birilerinin hâlâ değişmediğini gösteriyor. Nuh Mete Yüksel, Serdar Saçan ya da Fatih Altaylı.. Ne farkları var.. Ben farkı fark edemiyorum, ya siz! Düne dair pişmanlık da duymuyyorlar, özür de dilemeye niyetleri yok. Gün gelecek pişmanlık duyacaklar ama vakit çok geç olacak..
O günler böyleydi. Hele bir Kurtul Altuğ var, Sözcü mü, Gözcü mü o günlerde Doğan grubu içinde yayın yapan bir gazete var. Andıçlanmış olmalıydı, her gün bana bir şeyler söylüyorlar. Hakaret, küfür bini bir para.. Aşağılık ifadeler. Dava açıyorum. "Atatürkü eleştirme, Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı sadakat konusunda iyi bir sınav vermeme cür'etini gösterenlerin, bu eleştirilere ve daha fazlasına tahammül göstermeleri gerekir" diye karar veriyorlar.. Onlara karşı kinaye yollu eleştiriyi bile tazminat yolu ile cezalandırmaya kalkıyorlar..
Media tetikçiliğinin revaçta olduğu günlerde birileri "kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle" kabilinden bizim üzerimizden şecaat arz ediyorlar.. Bizi şamar oğlanına çevirmek istiyorlar..
Gazete sahibi tutuklanıyor, kimsenin sesi çıkmıyor. Yayın yönetmeni tutuklanıyor ses yok. Gazete otomatik silahlarla taranıyor, gazeteye gelip, "binanızı başınıza yıkarız, cesedinizi bile bulamazlar" diye gazete patronu tehdit ediliyor, kimseden ses çıkmıyor.. Gazete aboneleri fişleniyor, reklam verenler tehdit ediliyor.. O günlerde bu yaşananlara dair bu beylerin söyleyecek tek cümleleri bile yok mu?
28 Şubat'ta 19'u hakkında operasyon yapılmak üzere, 25 gazeteciyi tutuklama planı yapmışlar. İşbirliği yapılacakların sayısı ise 137. Gerisini hesaba bile dahil etmemişler. Belki de onları nasıl susturacaklarını biliyorlardı.. Durum bu! İfade vermesi gereken 137 gazeteci var daha..
Bu iş Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağı ile bir bütün.. Bu ayaklar tek tek çökertilmeden bu dosya kapatılamaz.. Bana kalırsa henüz bu işin çok başındayız. Selâm ve dua ile..
yeniakit