Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

8 Mart’ta ne oldu?

İnşallah, “Dünya Kadınlar Günü” bahanesi ile gay ve lezbiyenler sokağa çıkmazlar!. İdlib’de operasyonlar devam ederken böyle bir hareket çılgınlık olur. Buna destek verecek belediye ve derneklerin de bu konuyu bir defa daha düşünmeleri gerek.

8 Mart, bu sene sadece “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmayacak. “İstanbul Sözleşmesi” ve “Cinsiyet Eşitliği” politikası da gündem olacak! Bu iki ifsat hareketi de en az LGBT kadar aileye yönelik bir tehdit olarak toplumda infiale sebep oluyor.

8 Mart’ta dünyada birçok şey oldu. Bunlardan biri de 1857’de, yani bundan 162 yıl önce ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları talebiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin, fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, çoğu kadın 129 işçi hayatını kaybetti. Amerika Sosyalist Partisi, 28 Şubat 1909’da New York’ta bir “Kadınlar Günü” düzenledikten sonra, 1910 Uluslararası Sosyalist Kadın Konferansı her yıl bir “Kadınlar Günü” düzenlenmesini önerdi. ABD’de kadın işçilerin bu trajik ölümleri sebebi ile 26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde toplanan 2. (Sosyalist) Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Almanya Sosyal Demokrat Partisi delegeleri Clara Zetkin, Kate Duncker, Rosa Luxemburg ve arkadaşları bundan böyle her yıl bir “Kadınlar Günü” düzenlenmesi önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi ve 8 Mart ulusal bayram olarak kabul edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu da, 16 Aralık 1977 tarihinde, 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul etti.

ABD’deki bir olay zaman içinde sosyalistler tarafından yeniden ele alınarak uluslararası bir güne dönüştürüldü. Ancak bugün artık kimse ne ABD’yi, ne sosyalistleri hatırlıyor.

1921’de Moskova’da gerçekleştirilen “3. Komünist Enternasyonal 3. Kongresi”ne bağlı “Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı”nda o dönem ağırlık kazanan “sınıfa karşı sınıf” politikalarının etkisiyle “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı benimsendi. Ancak, 1930’lu yıllarda faşizme karşı birleşik cephe politikalarına geçiş sürecinde tekrar “Dünya Kadınlar Günü” adına dönüldü.

“Dünya Kadınlar Günü” olarak “8 Mart günü”nün seçilmesinde bugün farklı yorumlar mevcut. Mesela Rusya’da çarlığın yıkılmasına yol açan “1917 Şubat Devrimi”nin 8 Mart’ta yapılan “kadın yürüyüşü ve grevleri ile” başlamış olması bunlardan biri. New York’taki yangının dışında mesela ayrıca ilk uluslararası kutlamaların düzenlendiği 19 Mart 1911’den sonra, 25 Mart 1911’de New York’ta gerçekleşen Triangle Gömlek Fabrikası yangınını bir başlangıç kabul edenler de var. 

Bu kadın günü kesinlikle Kızılderililer ve kara derililerle ilgili değil. Çünkü zaten onlar batılı kaynaklarda, “insanlaşma aşamasını tamamlamamış maymunlardı”.

Bugün ABD, batı ülkeleri ve sosyalist ülkelerde farklı biçim ve muhteva ile de olsa eşzamanlı olarak kutlanmaya başladı. Türkiye’de 8 Mart Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, batılılaşma sürecinde kutlansa da sonraki yıllarda ise de uzun bir süre 8 Mart kutlamalarına izin verilmedi. Ancak “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. Böylece 8 Mart, 1975 yılında yeniden kutlanmaya başlandı. 12 Eylül’cüler 4 yıl süre ile kutlamaları yasaklasa da 1984’ten itibaren kutlanmaya devam edildi.. Artık sağcı, solcu, liberal, sivil, devlet herkes bu kutlamanın bir parçası oldu. 

2003 yılında yurt çapındaki çeşitli Dünya Kadınlar Günü kutlamaları arasında, Taksim’de başlayan ve her yıl 8 Mart’ta tekrarlanan “Feminist Gece Yürüyüşü” ile artık konu kadın olmaktan çıkıp gay ve lezbiyenlerin meydan okumasına, aileye karşı bir meydan okumaya dönüştü.

İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW ile birlikte bu konu, devletin ve uluslararası örgütlerin desteklediği, anayasanın koruma taahhüdünde bulunduğu aile ve gençliği hiçe sayarak aileye ve cinsiyet farklılığına meydan okuyan bir eyleme dönüştü.

Bu hareket cinsiyetçi yanı ile faşist, başlangıcı itibarı ile sosyalist, karakteri itibarı ile kapitalist bir hareket olarak kendilerinden olmayan herkese meydan okumaktadır. Bu anlamda en büyük hedefleri adına “Yeşil tehlike” dedikleri ve NATO tarafından “Kızıl tehlike”nin yerine ikame edilmek istenen “İslam” olarak ortaya çıkmaktadır. İslamofobik bir hareket olarak 8 Mart bu çevreler için bir istismar alanı olarak kendini göstermektedir. Kadın ve erkek bir insanın iki eksik parçasıdır. Lut kavmi’nin sapkınlığı içindeki, kendini “Lilith’in kızları ve oğulları” olarak tanımlayan bu müfsit topluluk özgürlük adına Şeytana köleliğin yollarını döşemeye çalışmaktadır. Evlenme azalır, boşanma artarken, devam eden evliliklerde mutluluk katsayısı hızla düşerken, bunların sayısındaki artış dikkat çekicidir.

Biz cennetin ayakları altına serildiği annelerimizi, kız kardeşlerimizi, halalarımızı, teyzelerimizi arıyoruz. Onlarla birlikte bir aile oluşturan babalarımızı, dayılarımızı, halalarımızı, teyzelerimizi, amcalarımızı arıyoruz. Onlarsa hâlâ “Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini arıyor”lar.

Biz bugün bizim de ait olduğumuz medeniyetin paydaşları olan siyasileri, Media’yı, STK’ları, kişileri, gay ve lezbiyenleri, feministleri ya da maçoluğu yüceltenleri açık ve net bir dille ve Müslüman kimlikleri ile kınamaya çağırıyoruz. Aslında bu tür kutlamalar toplumda bir turnusol kağıdı görevi yapıyor. Bu vesile ile kim kimdir, daha yakından tanıyoruz. 

Bir kez daha hatırlatalım, bu “İstanbul Sözleşmesi” ve CEDAW karşısında partilerin tutumu, birilerinin siyasi hayatına mâl olabilir. Benden söylemesi. Hiçbir başarı bu kaybı telafi edemez. 

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 865 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar