Abdurrahman Dilipak
korku ve umut
KORKU İLE UMUT ARASINDA BİR YERDE!
Müslüman “havf ile reca” yani her zaman, her konuda “korku ile umud” arasında bir yerde durmalıdır. Tabi ki, umudumuz korkumuzdan önce gelmeli. Tıpkı merhametimizin öfkemizden önce gelmesi gerektiği gibi. “Defi mazarrat celb-i menafiden evla” olmalı. Her zaman, iki şeyden birini seçme durumundayız. İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, acı-tatlı. Bütün bunları HAK-BATIL temelinde bir tercihle cevaplamamız gerekiyor. İnsan bu tercihleri doğru yapacak düzeyde akıl ve zekaya sahip değilse, kaç yaşında olursa olsun AKİL kabul edilmez.
Sanırım biz bu konuda dengeyi ve ölçüyü, istikameti kaybettik. Korkularımız ve umutlarımız, dünveyi, beşeri ve nefsi tercihlere dayanıyor. Kişilere, olaylara, nesnelere HAK nazarı ile, RIZA açısından bakmıyoruz. “Allah (cc) bu konuda ne buyurdu, Resulullah olsa nasıl davranırdı?” diye bakmıyoruz. Oysa Yaşayan Kur’an olacaktık, “Veresetül enbiya” olacaktık. “Ego Santirik: Ben Merkezci” bir bakışımız vğ unutuldu gitti.
Diğerkâmlık İslam’da Allah’ın rızası dışında bir çıkar gözetmeden ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek ve gerektiğinde bedel ödeyerek başkalarının iyiliği için fedakârlıkta bulunmak, çaba göstermek anlamına gelir. İslam’da buna İSAR da denir. Ancak bu aynı zamanda CİHAD’dır ve bunun karşılığını Allah o kişiye, bu dünyada ve/veya ahirette, on katı, yüz katı hatta 700 katı ile geri verecektir. “Kendimiz için istediğimizi kardeşimiz için istemeden gerçekten iman etmiş olmayacağız. “bencil” olmayacağız. Bir kişi ya da topluluğa olan öfkemiz ve düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecek. “Türkçü”, “Kürtçü” olurken bir “kollektif ego”ya sahip olmuyor muyuz. Bu ego, “ferdî ego”dan daha tehlikelidir. Hatta nev-i şahsı’na münhasır “Süper ego”dur.
İSAR ihtiyaç halinde ya da beşeri bir incelik olarak “başkalarını kendine tercih etmek” ile ilgili bir kavramdır. Bu bir incelik olmasının yanında “Tevazu” işaretidir. İslam’da bunun pratik hayattaki karşılığı komşuluk ve akrabalık ilişkilerinde de kendini gösterir.
Biz Müslümanlar olarak bu ve buna benzer bir çok hasletimizi kaybettik. Kapitalizmin ve Faşizmin rekabetçi anlayışı bu değerlerimizi köreltti. Hatta aynı toplum farklı parti ve takım taraftarı oldukları için adeta birbirine düşmanlık ediyor bugün. Onun zararı üzerinden kazanç, onun acıları üzerinden sevinç, onun yenilgisi üzerinden kendimize zafer damıtıyoruz. MİKRO FAŞİZM hayatımızın her alanını kuşattı. “Benim liderim, benim örgütüm, benim şeyhim, benim memleketim, benim akrabalarım, BEN, BENİM..”, aslında hepsi Şeytanın bizi kuşatması için kulağımıza fısıldadığı şeyler. “BİZ” derken eğer o “biz” “Kollektif ego”yu ifade ediyorsa, o daha da tehlikelidir. Önemli olan azınlık da olsak, çoğunluk da olsak, HAK’kın tecelli ettiği yerde isek tercihimiz o olmalı.. Eğer rızaya uygun şekilde “bir ve takva”yı ifade ediyorsa değerlidir. HAK temelli her iş ve her söz değerlidir. Haksızlık temelli her şey ise batıldır!
(Nisa 135)de ne deniyordu: Ey iman edenler! Hakk üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan (hâkimler) ve Allah için (doğru söyleyen) şahitler olun. (Dürüstlükten ve hakkaniyetten asla uzaklaşmayın.) Velev ki bu şahitliğiniz kendinizin, ana-babanızın veya akraba ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa! (Yine doğruluktan ve Hakk’tan ayrılmayın. Üzerine şahitlik veya hâkimlik yapacağınız kimseler,)Onlar ister zengin olsun ister fakir bulunsun (yine sakın adaletten ve doğru bildiğinizden caymayın). Çünkü (taraflar kim olursa olsun,) Allah ikisine de sizden daha yakındır. (Yani, bizzat O’nun kullarıdır, buna rağmen adaleti buyurmaktadır.) Onun için siz adaletten ayrılıp haddinizi aşarak (Hakk’tan yüz çevirip) nefsinizin hevâsına uymayın. Eğer (adaletten ve doğru şahitlikten)dilinizi eğip bükerseniz veya büsbütün Hakk’tan yüz çevirirseniz, Allah şüphesiz yaptıklarınızdan Haberdardır. (Bunun hesabı ve azabı çok ağırdır!..) Burada asıl soru şu: Kendi lideriniz, Şeyhiniz, Tarikatiniz, partiniz, örgütünüz, ailenizden biri (Ya da herhangi bir kişi, topluluk da olsa) de olsa Hak namına onların aleyhine ve düşmanınızın lehine bir şahidlikte bulunabilecek misiniz! İşte cevabını arayan soru bu. Yoksa “iman ettik” demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi sandınız!
Sanırım bizim “Atalarımızın dini”ne dönüşen, gelenekle sentezlenmiş, din olmayan şeylerin içine dahil edildiği dinden, yeniden “Allah’ın dini”ne geri dönmemiz, “yeniden Müslüman olmamız” gerekiyor, tıpkı Allah’ın kitabında bildirdiği, resulullah’ın yaşadığı ve gösterdiği gibi! Din ve devlet adamlarını da İlah ve Rab edinmekten vazgeçmemiz gerekiyor. Tevhid’den ayrılmamamız gerekiyor.
Daha dürüst, daha akıllı ve daha cesur olmamız gerekiyor. Daha ahlaklı olmamız gerekiyor. “El Emin” olmamız gerekiyor.
Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar, sayıca azdılar. Mallarını-mülklerini geride bıraktıkları için maddi açıdan yetersizdiler ve ayrıldıkları yerdekilerle, geldikleri yerdeki yerleşik halk benzer etnik ve dini özelliklere sahiptiler. Müslümanların çok kısa sürede iktidar olmalarının iki sırrı vardır. “El Emin”diler ve “Adil”diler. İnsanlar onlar için şöyle diyorlardı: “Onlar bilirler ve yalan söylemezler, söz verdiklerinde ise sözlerinde dururlar”.
“Hubbu lillah” ve “buğzu lillah” ahlakı ile ahlaklanan mahzun olmayacaklar. Bu ahlak’la ahlaklanan hiç kimse, hiç kimsenin meşru hakkına karşı bir tavır içinde olmayacaktır. Onlar yeryüzünde “Allah’ın rıza’sı”nın tecellisinin vesilesi olacaklardır. Ve Allah (cc) onların elleri ile zalimleri cezalandıracak ve mazlumlara yardım edecektir. Selam ve dua ile.
mirathaber