Selâhaddin Çakırgil
AB, ‘ekonomik bir dev, askerî bir böcek ve politik bir cüce..’
İki Dünya Savaşı’ndan ağır darbeler alarak çıkan bir kıtadan ne beklenebilirdi? Ama yine de Avrupa Birliği ideali gündemde idi.
1991 Yazı’nda Sovyetler Birliği dağıldığında, komünist blokta NATO’ya karşı 1955’te oluşturulan Varşova Paktı da kendisini feshetmiş, sıra NATO’ya gelmişti. Ama NATO’nun patronu olan B. Amerika’nın öyle bir niyeti yoktu. Avrupa ülkeleri ise artık global bir savaş tehlikesi ortadan kalktığına göre, kendi mes’elelerini kendilerinin halledebileceklerini düşünüyorlardı.
1992 yılında Napoli’de toplanan NATO Liderler Toplantısı’nda, Fransa Başkanı Mitterand‘Amerikan güçlerinin de Avrupa’dan çekilmesi zamanının artık geldiğini’ söyletmişti.
İlk gün, dönemin Amerikan Başkanı (Baba) Bush, ‘istenmedikleri yerde kalmayacaklarını’söyleyerek Avrupalı liderleri iştahlandırmıştı, ama ertesi gün aynı Bush, sözünü geri almış ve ‘Avrupa’yı savaşta biz kurtardık ve yeni Avrupa’yı biz kurduk. Buradan gidecek de değiliz’ deyivermiş; Avrupa liderleri de, zor önünde eğilmek gerektiğini bir daha öğrenmişlerdi.
Papa 2. Jean Paul de o sırada, ‘Amerika’nın zayıflatılmasının Hristiyanlığın zayıflatılması demek olacağını’ ihtar ediyordu.
***
Bu arada, Avrupa’nın kendi krizlerini tek başına çözmeye gücünün yetmeyeceğinin gösterilmesi de gerekiyordu.
Yugoslavya’nın dağılmasıyla Hırvatistan, Slovenya veSırbistan arasında meydana gelen kanlı savaşlar bir-kaç ayda durdurulmuştu; ama Bosna Savaşı başlayınca, USA emperyalizmi, bu buhranı, Avrupa’nın güçsüzlüğünü göstermek için kullanmakta gecikmedi. Nitekim, yıllarca süren o korkunç facia, sonunda, Amerika’nın zâlimce bir dayatması olan Dyton Andlaşması’yla bitirilebildi.
O zamandan beri AB ülkeleri, Amerika’nın vesayetinde olduklarını iyi anladılar ve hattâ Türkiye’nin bu birliğe alınması veya alınmaması konusunda bile, Amerika’nın gözüne bakmaları gerektiğini öğrendiler.
***
AB ülkeleri ise Türkiye’yi kendi bünyelerinde hep, bir yabancı madde olarak görüyorlardı. Sadece elbette karşılıklı ekonomik menfaatler çerçevesinde ilişkiler olabilirdi. Ama bir saldırı karşısında, Avrupa’nın kendisini savunamayacağını bilen USA emperyalizmi, Türkiye’yi NATO’nun hele de Avrupa jandarması olarak tutmak düşüncesindeydi.
Ve bugüne geldik.. Türkiye, NATO’nun eskisi gibi gözü kapalı bir fedaî, jandarması durumunda olmayacağını gösteren bir lider tipini ortaya çıkardı..
Avrupa’nın, ekonomik dev olduğu doğruydu ama askerî bakımdan zayıf ve yaşlı bir böcekve siyasî bakımdan ise bir cüce idi.
***
Nitekim, İngiltere, bir referandumla birlikten ayrılma kararı verince, AB dağılmanın eşiğine daha bir geldi.
İtalya da, ekonomik buhran içinde çırpınırken, AB’den ayrılmak konusunda, 4 Aralık günü ‘Evet mi, Hayır mı?’ referandumuna gidecek.. Halihazırdaki başbakan Matteo Renzi ise ‘referandumda AB’den ayrılma oyu çıkarsa istifa ederim’ diyor. İspanya ve Portekiz ise zâten yerlerde..
B. Amerika’da D. Trump denilen bir milyarder kapitalistin Başkan olmasının dünyaya neler sunacağı ise tam bir meçhul..
AB ve ABD, iç içe geçmiş halkalar olup, kendi mantıklarınca, tarihin sonuna gelmiş bulunuyorlar.
***
Fransa’da, 2017 Baharı’nda yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ‘Millî Cephe lideri ırkçı Mm. Marine le Pen seçilebilir’ denilirken; Cumhuriyetçi blok partileri eski başbakanlardan ve ‘Fransa’nın Margareth Thatcher’ı’ olarak nitelenen François Fillon’uCumhurbaşkanlığı adayı olarak sahneye çıkarıverdiler. Belki de kazanabilir..Trump’ın Fransa’daki simetrisi..
***
AB’nin lokomotif sorumluluğunu üstlenmiş olan Almanya’nın Başbakanı Merkel ise ‘Ama, ‘Her ne olursa olsun, AB üyesi olmalıyız’ denilen uşağılık eşiğini aşan bir iradeye sahip, bugün.. Ve AB üyesi olmazsa, kıyamet de kopmaz.
stargazete