Adem'in Varisi Hüseyin!
Biz kalanlara seslenirken gidenler Hüseynî bir iş yapmıştır, kalanlarsa Zeynebî bir iş yapmalıdırlar, yapmıyorlarsa Yezidîdirler
"Yaşadığımız yerin bir başka yere, göklerin başka göklere çevrileceği ve bütün varlıkların kabirlerinden çıkıp bir ve her şeye galip olan Allah'ın huzuruna vardıkları o dehşetli günde, Allah onlardan hesap soracaktır." (İbrahim-48)
Allah Rasulü Hz. Muhammed (sav)'in vefatından sonra İslâm devletine önderlik eden Raşit Halifeler, Allah'ın adaletini yeryüzünde uygulamaya çalışmışlar, müslümanca bir yaşamdan sonra gerçek aleme göçmüşlerdi. Ancak daha sonra gelenler hilafeti saltanata dönüştürerek, İslamı kendi zulümlerine destekçi olarak kullanmışlardı. İslam gerçek fonksiyonunu yitirmiş, padişahların, şahların, saltanat sahiplerinin zulümlerini örten bir perde haline getirilmişti. Her tarafta zulüm kol gezmekteydi artık"
Hicretin 60. yılıdır, özgürlük, adalet ve halkın peygamberinin ölümünden 50 yıl geçmiştir. Her şeyin yıkıma uğrayarak, inkılabın verdiği bütün ürünlerin yitirilip, halkın en sağlam inancının karamsarlık olduğu bir dönem başlamıştı"
Evet, soylu cahiliyenin yeniden dirildiği,"zorbalığın takva ve kutsallığın güzel giysisini giyerek" İslamın zorbalık ve altın kurbanlarının gönlünde çoşturduğu-özgürlük ve eşitlik isteğini öldürdüğü, ırksal cahiliyenin insan inkılâbının mirasına konduğu, "Doğruluk Kitabı"nın dolandırıcılık mızraklarının ucuna geçirilip yükseltildiği, minarelerin boğazından "şirk ezanlarının" duyulduğu, "Samiri'nin altın öküzü"nün tevhid çığlıklarını attığı; Nemrud'un İbrahim'in Sünnetine dayandığı, Sezar'ın başına Peygamber sarığı sardığı, celladın cihad kılıcını elinde taşıdığı, imanın "uyku ilacı" ve "küfrün aleti"ne dönüştüğü, mücahitlerin çektiği tüm acıların boşa gidip, münafıklarına hiç yoktan gömüler getirdiği, cihadın katliam, zekatın kamu soygunu, namazın halkı dolandırma, Tevhid'in "şirk" örtüsü, İslamın teslimiyet ve boyun eğme zinciri, sünnetin yönetim üssü, Kur'an'ın cehalet kaynağı, rivayetlerin de uydurma aletine dönüştüğü, kırbaçların yeniden sırtlara inmeye başladığı, özgürlüğün yeniden sürekli bağlandığı bağlarla bağlanıp tutsak edildiği, düşüncenin uzak durgunluk ve suskunluk zindanlarına kapatıldığı, kitlelerin boyun eğip, özgürlerin tutsak olduğu, tilkilerin rahat kurtların da tok olduğu, dillerin ya altın karşılığında satılmış, ya zorla susturulmuş, ya da kılıçla kesilmiş olduğu bir dönemdi"
Bu dönemde ansızın karanlıkta bir ışık parladı, karanlıkların derinliginden, dipdiri bir şehidin adım sesleri duyuldu; simsiyah ümitsizlik gecesinden, bir ümidin apaydınlık nurlu yüzü belirdi. Başlıbaşına bir tarih olan evden, Fatıma'nın sönük ve üzüntülü evinden bir er çıktı; gerçek uğrunda kızgındı, yapacağı işe kararlıydı. Fatıma'nın evinden bir er çıktı; Medine'ye Mekke'ye, İbrahim Peygamber'in kurduğu Kabe'ye, Nemrut tarafından tutsaklık zincirleriyle bağlanmış olan Allah'ın evinde, İslam'a Muhammed'in çağrısına, sonra da Şam'ın Yeşil Sarayı'na bakıyordu"
Açlara, zincire vurulanlara, Rebeze çölünde can verenlere, darağacına çekilenlere bakıyordu. Fatıma'nın evinden bir er çıktı; o er bütün sorumluluğun ağır yükünü omuzlarında taşımaktaydı, bu yük omuzlarını çökerrtiyordu sanki" O, yapayalnız, insan acısının varisiydi" Adem'in, İbrahim'in ve Muhammed'in mirasçısıydı O"
O yapayalnızdı, ama onun yetiştirdiği mektepte yapayalnız insanın da sorumluluğu vardı. Çünkü sorumluluk, irfan ve imandan meydana geliyordu, kudretten ve imkandan değil. O , yaşayışın, inanç ve cihad'tan başka bir şey olmadığına inanmıştı, inanç yolunda savaşmanın gerekli olduğuna hükmetmedeydi"
Fatımanın evinden bir kadınla çıktı o er, adım adım onunla beraber yürüyordu ve kardeşinin yüklendiği ağır yükün yarısını da sanki o omuzlarına almıştı. İmam Hüseyn ve kardeşi Zeynep'ten başkası değildi bunlar"
İmam Hüseyn (ra); elinde hiçbir şey olmadığı halde ne yapacaktır? O da Abdullah bin Ömer gibi bir ibadet köşesine yalnız çekilip; "Ben Fatıma'nın oğluyum, Peygamberin torunuyum, cennet benimdir." Diyerek susacak mıdır?..
Asla! O, insanların karşısında yüklenmiş olduğu sorumluluktan gözünü yummayacaktır, silah yerine eline tesbih almayacaktır, savaş meydanı yerine inziva bucağına çekilmeyecektir"
"Ümeyyeoğullarına karşı gücüm yok, şu halde ilmi ve fikri savaşa girişmeliyim." de demeyecektir..
"Şehadet'in büyük öğretmeni, şimdi kalmış, cihadı "güç yetirmeye" bağlayarak, düşmanına üstün gelmekten yenmeyi anlayan herkese, şehadetin bir yenilği ve yitiri değil, tersine bir seçim olduğunu, onunla mücahidin kendini Allah'a teslimiyetle gelen özgürlüğün eşiğinde, aşk mihrabında kurban etmekle zafere ulaştığını öğretmek üzere yola çıkmıştır.
Ve, "insanoğluna yaşam veren" Adem'in varisi Hüseyn, insanoğluna "nasıl yaşanması gerektiğini" öğreten büyük Peygamberlerin varisi Hüseyn şimdi gelmiş insan oğluna bu dönemde "nasıl ölünmesi gerektiğini" öğretecektir. Hüseyn, yaşamak için bütün alçaklıklara boyun eğen, zayıf ruhlu insanları kara ve rezil bir ölümün beklediğini gösterecektir"
Şehidlerin efendisi Hüseyn, Emevilerin zalim rejimlerine karşı cihad açtı ve bu yönetime biat etmeyi reddetti. Müslümanların hiçbir zaman İlahi Hukuku hiçe sayan ve yaratılıştan glen insanın hürriyeti pahasına egemenliğini zorla sürdüren ve keyfi kararlarını halk üzerinde uygulamaya kalkan yönetimlere teslim olmaması gerektiği Hüseyn'nin gelecek nesillere bıraktığı kutsal bir mirastır. Bu amaçla verilen mücadele, düşmanın geçici yönetiminin sahip olduğu ölçüde para, madde ve insanı harekete geçirmeyi gerektirmez. Hüseyn ibn-i Ali'nin savaş araç-gereçleri yoktu. Arkasında dini takva ve hakka adamış kişi hiçbir zaman sonuçları önemsemez. Mücadelenin sonucu her zaman adaletin ve hakkın yanında olan gücün elindedir. Zulüm, sayı ve kaynak bakımından aşırı üstünlüğe rağmen neticede yok olur gider. Böyle durumlarda şartları göz önünde bulundurup tedbir hesapları yapmak, sonucun çok miktarda kan verilmesine değip değmeyeceği tartışmalarında bulunmak, Hakk'ın koruyucularının zihinlerinde kuşkular doğuran lanetli şeytanın işidir. Olaylar hiç de böyle düşüncelerin doğru olduğunu ortaya koymuyor. Sayısız cihad örneklerinin yanı sıra Kerbelâ olayı, yetecek silahı olmayan 72 kişinin, güçlü bir devletin çok üstün kuvvetlerine karşı kahramanca verdiği parlak bir mücadele örneğidir"
Hz. Hüseyn bize şehadetinden büyük bir ders vermişti; Bu ders Hacc'ı yarıda bırakıp şehadete doğru yola çıkmasıdır. Bütün atalarıyla, büyükbaba ve babasının bu geleneği ni diriltmek için cihad ettiği Hacc'ı yarıda bırakıp şehadeti seçer. Tarihin hacıları, namaz kılıclarıyla İbrahim'i sünnete inanmışlara; imamlık-önderlik-olmasa, öncülük olmasa, hedef olmasa, dolayısıyla Yezid olsa; Allah'ın evinin çevresinde dönmenin puthanenin çevresinde dönmekle denk olduğunu öğretmek üzere Hacc merasimini bitirmez. Hüseyn'in haccı yarıda bırakarak Kerbela'ya doğru yola çıktığı an, Hüseyn olmadan tavafını sürdürenler, o an Muaviye'nin Yeşil sarayı'nın çevresinde tavaf edenlerle denktir. Çünkü şehid bütün hakk ve batıl alanlarıyla zulüm ve adalet savaşlarında bulunup tanıklık eder. Bulunuşuyla da bütün insanlara, savaş alanında bulunmadıkça, kendi döneminin hakk ve batıl savaş inancında bulunmadıkça nerede istersen orada ol! Mesajını vermek istiyor. Hakk ve batıl şehidi olmadıkça nerede olmak istersen orada ol! İstersen namaza dur, istersen içki masasına otur" birdir.
Hz. Hüseyn yurdundan çıkıyor, ölüm için kıyam ediyordu. Düşmanı teşhir etmesi için, ölümden başka silahı yoktu. O, şehadetiyle düşmanın zulüm perdelerini yırtmak, hakim iktidarı mahkum etmek istiyordu. Kendisiyle beraber gelen ailesine, çocuklarına, dostlarına ve yakınlarına ölüm için gitmekte olduğunu söylüyor, onları bu kanlı ölüme alıştırıyordu.
Beyza denilen yere gelindiğinde çevresindeki Müslümanlara şöyle sesleniyordu Hz. Hüseyn;
"Ey İnsanlar! Hz. Peygamber buyuruyor ki, (Kim ki zulmeden ve ilahi sınırları aşan, Allah'a verdiği sözden-ahidden dönen ve peygamberin sünnetini hiçe sayıp, insanlar üzerinde zorla hükmünü yöneten bir yöneticiye rastlar da, söz ve işleriyle ona kışrı çıkmazsa Allah ahrette ona iyi bir hayat nasip etmeyecektir.) Bakın! Onlar şeytanın peşinden gidip, Allah'ın hükümlerine karşı çıkıyorlar. Bozulma baş gösterdi. Allah'ın koyduğu sınırları çiğniyorlar. Gayr-ı meşru olana da meşru kılıfı giydirildi"
Bir başka yerde ise şöyle sesleniyordu Hüseyn;
"Olup bitenleri görüyorsunuz, Dünyanın rengi değişti. Tümüyle faziletten yoksun hale geldi, Yalnızca her iyiliğin tortusu kaldı. Dikkat! Görmüyor musunuz, hakk ve doğru yerin altına gönderildi. Bilerek batıl işler peşindeler. Kötü gidişi önleyebilecek kimse kalmadı. Zaman, her mü'minin Allah uğruna hakkı savunacağı zamandır, Şehid olmak istiyorum, Zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir."
Bu konuşmaları dinleyen Zahir isminde bir ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ey Peygamber'in torunu! Allah yardımcın olsun. Konuşmalarını dinledim. Dünya sonsuz bile olsa, sonsuza dek bu dünyada kalacak olsak bile vallahi sana yardım için bu hayatı terk etmeye hazırız. Sonsuz bir hayatı yaşamaktan çok, seninle birlikte şehid olmak istiyoruz."
Hz. Hüseyn, kendisine, savaşması halinde öldürüleceği yolunda tehditler yağdıran Hür'e karşı şöyle haykırıyordu: "Beni ölümle mi korkutuyorsun? Zulüm zirveye çıkmış, siz ise beni öldürmek istiyorsunuz öyle mi? Bir savaşta kardeşinin tehditlerine cevap veren bir sahabenin sözlerini tekrarlamak istiyorum: "Geliyorum, Niyeti Allah yolunda olup İslam uğruna cihad ettikçe, cesur bir kimse için ölüm hiç de yenilgi anlamına gelmez."
Olayların gelişmesinden Hz. Hüseyn'in ölümünün kaçınılmaz olduğunu anlayan Zeynep, sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyor, Hüseyn içten ve sıcak sözlerle onu teskin etmeye çalışıyordu: "Ne oluyor bacım? Korkarım ki, duygularımız ve şeytani güçler inancımız ve sabrımızdan ağır basacak." Hz. Zeynep: "Hüseyn kendini öldürürken, buna katlanmanın imkansız olduğunu söyler. Hz. Hüseyn; (Allah böyle diliyor.)dedi. Bu söz Zeyneb'in üzüntüsüne üzüntü kattı ve aşırı üzüntüsünden dolayı kendini tutamaz oldu. Bunu gören Hüseyn sabır ve dayanma üzerine uzun bir konuşma yaptı;
"Bacı! Allah'tan kork. Teselliyi Allah'ın merhametinde ara. Her insan ve her yaratık kesinlikle ölecektir. Bu dünyada her şey ölümlüyken, ölüm düşüncesiyle bunca üzüntü ve keder niye? Peygamberin hayatı her Müslüman için bir örnektir. Bu örnek bize neyi öğretiyor? Sabır ve metanet sahibi olmamız gerektiğini değil mi? Hem, Allah'a güvenmemizi ve Allah'ın iradesine teslim olmamızı da öğretiyor. Biz bu prensipten ayrılamayız."
Ve Hz. Hüseyn Aşura günü, düşman mızraklarıyla şehid edilen altı aylık yavrusunun kanını avucuna tutuyor , sonra "Ey Allah'ım, bu kurbanı benden kabul et ve tanık ol" diyerek o kanı gökyüzüne savuruyor.
Zulüm ve tuğyan ordusuyla çarpışırken, sonunda vücudu yara ve berelerle bitkin düşen Hüseyn atından düşüyordu. Kalbi atıyor, dudakları kımıldıyordu yine: "Allah'tan başka ibadet edilecek hiçbir şey yoktur ve mutlak otorite yalnızca O'na aittir." Bu şehadettir, kişinin hayatını Hakk'ı korumak için feda etmesidir.
Cafer bin Muhammed bin Ali o gün Hz. Hüseyn'in 33 küçük, 34 de büyük olmak üzere toplam 67 kılıç ve mızrak yarası aldığını nakleder, Hz. Hüseynin mübarek başını keserek vücudundan ayıran cani ise Sinan bin Enes'dir. Allah ona lanet etsin.
Toprağa ve kana bulanmış olan Hüseynin gövdesinden ayrılmış başı ilahi otoriteye mutlak teslim oluşun sembolü ve başka türdeki geçici güçlerin korumasız inkarcısı oluyordu. Hz. Hüseynin bu şehadetle dünyalı kişilere anlatmak istediği şudur: Hayatın ne olursa olsun yaşamak anlamına gelmediğidir. Hayatın bazen yaşamak, bazende kendisinden vazgeçmek olduğudur. Güç ve kudretin olmadığı zamanda zulme isyanın sonucu şehadete kavuşmaktır gerçek yaşam"Hakkı savunmak için ölmek yeniden dirilmektir aslında, o şehidin kanı yüzbinlerce vücutta yeniden dirilecek ve zulmün önünde duracaktır.
"Emperyalişt güc"ün altında buzağısı her yerde tapınılan nesne haline glediği zaman, çaresiz Hüseynin adı "Samiri"nin büyüsünü bozar ve bu nedenle de "batıl"ın bağlarının zaferi, Hüseynin "Hakk" uğrundaki başarısızlığıyla kıyaslandığında solar solr ve bir hiçe dönüşür. Kerbela olayı bir yandan gerçeği savunan kişilerin ezilmesi özelliğiyle acıklı bir olayı simgelerken, bir yandan da geçici otoritelerin ortaya koyduğu canavarlık özelliğiyle korkunç bir barbarlık örneğini temsil etmektedir.
İnsan zihni Allah korkusundan başka tüm korkulardan kurtulduğu zaman Hüseyn'e layık olduğu saygı gösterilecek ve insanlar Fatıma'nın sevgili oğlunun hayatını seve seve feda ederk Allah'a karşı ne kadar yüce bir itaat örneği sergilediğini takdir edeceklerdir. Ey Hüseyn! Senin yolun bizim de yolumuzdur"
Ey Şehadet'in büyük üstadı!
Ey Hüseyn!
Seninle ne söyleşelim?
O "korkunç, fırtınalı , girdaplı ve karanlık gecede" yol lambasının ışığı!
Ey kurtuluş gemisi!
Ey kanı çölün her noktasında ebedileşen, çoşan!
Her zamana yayılan, her nesle ulaşan, kıyama hazır her zeminde kanı hatırlatan , her elverişli tohumu toprağın altında açan ve yeşeren her susuz çiçeği kanıyla yaprakş hayat ve canlılığı kavuşturan!
Ey şehadetin büyük üstadı!
Bizim de bu karanlık ve ümitsiz gecemize bir şimşek çak!
Bizim kurumuş, yarı ölü halimize bir damla kanını yay! Bizim bu soğuk ve donmuş kışımıza o çöl kıyamındaki ateşinden bir kor bağışla!
Ey aşıklarını "siyah ölümden" kurtarmak için "kızıl ölümü" seçen!
Sen her damla kanınla halka hayat ve dirilik verirsin. Tarihi hareketlendirirsin. Çağın donuk, ölü bedenini ısıtırsın ve bu çoşkuyla dirilik, aşk ve ümit saçarsın.
İmanımızın, halkımızın, tarihimizin ve zamanımızın dibdiri bedeni Şehadet'in kutlu ve mübarek olsun.
LÂ İLÂHE İLLALLAH MUHAMMED RESULULLAH
Kalbim kalbinize bağlıdır; amelim amelinize tabidir. Allah'ın salatı üzerinize, ruhlarınıza, cesedlerinize, cisimlerinize, aşikâr ve gizlinize, zahir ve batınınıza olsun.. VESSELÂM..
KAYNAKLAR
Ali Şeraiti, Dua, Bir yayıncılık, 1983-İstanbul
Ali Şeraiti, Şehadet, Fecr Yayınları, 1989-Ankara
Murtaza Mutahhari, Şehid, Zaman Yayınları-İstanbul
M. Ebul-Kelam Azad/Zakir Han/Mevdudi/M.İkbal, Hz.Hüseyn: Bir sembol, Beyan Yayınları, 1984-İstanbul
Hadimullah AZADÎ