Selâhaddin Çakırgil
Afrin’e nasıl gelindiği açısından; hâfızamızı tazelemekte fayda var
2011 Baharı’nda Tunus’taki 24 yıllık Gen. Zeynelâbidin bin Ali, Mısır’daki 32 yıllık Gen. Husnî Mubarek, Libya’da 42 yıllık Alb. Muammer Gaddafî ve Yemen’de 34 yıllık Ali Abdullah Salih rejimlerinin arka arkaya ve halk patlaması şeklindeki ayaklanmalarla devrilmesinden sonra..
***
Sıranın Suriye’ye de gelebileceği bekleniyordu. Çünkü, Suriye’de de 50 yıllık bir kanlı Baas rejimi ve yüzde 11-12’lik bir azlık inanç grubuna dayalı (Baba-Oğul/ Esed Hanedânı’hükmediyordu.
Suriye’de de silahsız halk gösterileri sergilenmeye başlandığında, Tayyip Erdoğan, aralarında dostça ilişkiler bulunan Beşşâr’a, ‘halkın barışçı gösterilerine silahla mukabele etmemesi ve derhal Suriye Anayasası’nda değişikliklerle yapması’ önerisinde bulunmuştu.
2003-2010 arasında Beşşâr’la yakın dostluk kuran Erdoğan, Suriye’deki sosyal karışıklıklar ilerlerken, 2011 yılı yaz sonuna kadar Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu, 4-5 kez Şam’a göndererek, ona, yardımcı olmayı denedi. Özellikle de, onbinlercesi zindanlarda tutulan ve silahlı mücadele yanlısı olmayan İkhwan-ul’Muslimîn kitlelerini topluma kazandırması ve kuzeyde Türkiye sınırı boyunda bulunan ve nüfusu 2 milyona varan kürd halkına vatandaşlık kimliği verilmesi gibi iyileştirici tedbirler bunların başta geleniydi.
***
Ama özellikle güneyde Ürdün sınırındaki Deraa’da 50-60 bin kişilik bir protesto gösterisi üzerine bombalar yağdırılması karşısında, tablo değişti; silahlı örgütler de devreye girdi.
O günlerde Beşşâr ise, bir AP heyetine, ‘Ordu’ya hâkim olamadığı’nı söylüyordu.
Davudoğlu’nun da son Şam gezisinden eli boş dönmesi üzerine, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, ‘Beşşar Esed bize verdiği sözleri tutmuyor. Artık aramızda bir güven kalmamıştır’ diyor ve Suriye rejimiyle irtibat kesiliyordu.
Daha sonra Beşşâr, Cumhuriyet’te 4 gün yayınlanan mülâkatında, Erdoğan’la dostluk günleri için, ‘Evet, dost idik, ama, o İkhwan kafalı idi, onları serbest bırakmamızı istiyordu. Biz sekülerizmin bölgedeki bekçisi olarak bunu yapamazdık’ diyordu.
***
Suriye’deki Baas rejiminin devrilmemesi için, devreye İran ve Lübnan’daki gücü olan ‘Hizbull…’ örgütü giriyordu. Ki, bunu daha sonra, ‘Biz olmasaydık, Beşşâr rejimi iki gün dayanamazdı’ diye gururla belirteceklerdi. İran, ‘Beşşar rejiminin korunması’nı kendi ‘kırmızı çizgi’si olarak belirlemişti. Hizbull.. örgütü ve İran, Afganistan ve Irak’dan Suriye’ye gönderilen savaşçı güçler tabloyu daha bir karmaşık hale getirirken; PKK’nin elebaşısı Öcalan da, ‘PYD /YPG gibi örgütlerin, kendilerine en çok yardım edenlerle işbirliği yapmaları’nı isteyince Beşşâr bu örgütleri ‘Türkiye’ye karşı kullandığını’ iftiharla dile getirecekti.
Ama sonra bu örgütler Amerika ve Rusya gibi büyük güçlerce donatılınca, Beşşâr’ı terk ettiler ve o da onları ‘vatan haini’ olarak niteledi.
***
Bu arada devreye, Irak ve Şâm beldelerinde bir İslam Hılâfeti Devleti kurduğunu açıklayan IŞİD / DEAŞ diye anılan bir örgüt girdi ve Irak’ın Musul şehrini, oradaki 50 bin kişilik bir ordunun bütün silahlarını ve Musul Merkez Bankası’ndaki 460 milyon doları ele geçirerek bir anda dev bir örgüte dönüştü.
Bunun üzerine yığınla müttefikleriyle Amerika DEAŞ’ı durdurmak adına Irak ve Suriye’yi bombardımana başladı ve bu durum yıllarca devam etti.
DEAŞ, Suriye rejimini de zorlayınca, çaresiz kalan İran bu kez de devreye girmesi için ‘Putin Rusyası’ iknâ etti.
Amerika ve Rusya, bölgedeki güç odaklarını kendi emellerine uygun şekilde silahlandırmaya başladı ve bu durum Türkiye’yi daha bir ateşe atacak boyutlara ulaştı. Her iki süper güç de Türkiye’yi kendi mihverlerine çekecek planlar uygulamaya koyuldular.
Suriye’yle 400 yıllık birlikteliği ve son yüz yıldır da 910 km.lik bir ortak sınırına ve 3 milyondan fazla Suriyelinin kendisine sığınmasına rağmen, Türkiye yine de o coğrafyaya ilk 5 sene boyunca asker göndermemişken.. Bugün, Afrin’e girmekten başka çaresi kalmadı.
Bugün gelinen noktayı anlamak için bu yakın geçmişi hatırlamak faydasız olmayabilir.