Selâhaddin Çakırgil
Aldanan olmak da istenmez; ama aldatan olmaya yeğlenir
Önce bir noktaya değineyim..
Bir süre önce, Aksaray’da metrodan inip merdivenlerden çıkarken, gelen geçene bir el ilanı tutuşturan 30 yaşlarında, iki kibar genç insan ile karşılaştım.
Kağıdı elime alır almaz, fizikî gösterişi yerinde ve A.K. isimli bir zatın renkli fotoğrafını gördüm, onun vereceği bir konferansa davet için el ilanı olduğunu anlayınca, ’15 Temmuz Askerî Darbe hıyanetinin henüz ilk ânında bile hemen darbecilere alkış tutan birisinden öğrebenileceğim bir şey yok..’ deyip iade ettim.. O genç insanlar, ’Beyim, o birkaç cümle, 45 dakikalık bir konuşmanın bir kaç kelimelik kısmı.. Bizi bizden tanıyın..’ dediler. ’Konuyu anlamaya, 45 dakika değil, 45 saniye bile yeterlidir..’ deyip yoluma devam ettim.
***
Cuma günü namazdan sonra, Cağaloğlu’nda İran Konsolosluğu önünde yapılan protesto gösterisinde birisi, ’Halep Cinayeti’nde İran’a alkış tutan birisi olarak filanca ünlü hocanın da zikredilmesi’ni isteyince, ortalık biraz dalgalandı.
’O zatın öyle bir yaklaşımı var mı?’diye sordum. Gerçekten de varmış..
Hemen Youtube’dan bir konuşmasını gönderdiler.. Üç-dört yıl öncelere ait.. ’Suriye Mes’elesi’ni Türkiye ile İran anlaşarak halledebilirdi. Türkiye, İran’a, ’Al, Suriye senin olsun.. Yeter ki, o bebek suratlı câniyi ve Baas Partisi’ni iktidardan uzaklaştır..’ deseydi, iş biterdi..’ diyordu!
Aman Allah’ım! Bu hocalar ne de çok diplomasi biliyorlar!.
***
Sözkonusu protesto gösterisinden yazımı yetiştirmek üzere ayrılıp tramvaya giderken karşıma, 45-50’sinde bir zat çıktı.. Doktor olduğunu söyledi. ’Biliyor musun, 1978 yılında, Tıbbiye’de idim ve İran’daki o büyük devrim çalkantıları sırasında, sana bir mektup yazmış ve, ’Siz bu şiîleri tutuyorsunuz, ama, yarın İran komünistlerin eline düşerse ilk kurşunum sana olacak..’ demiştim. Komünistlerin eline düşmedi, ama, daha iyi de olmadı..’ dedi..
Hatırladım. Kısaca belirteyim.. Haftalık Tevhîd dergisini çıkarıyorduk.. Tirajı da 40 bine ulaşmıştı. ’İran’da şiîleri desteklediğimiz’ söyleniyordu. Bunun üzerine, bir yazımın sonuna, ’Biz İran’da şiîleri değil, Şah’ın zulmüne karşı ’Allah’u Ekber’ nidâlarıyla qıyâm eden ve 100 binden fazla kurban veren bir müslüman halkı destekliyoruz.. Ama, müslümanlar galib gelir de değişirlerse, robot değiliz, bizim tavrımız da değişir.’ diye bir not düşmüştüm.
Hâlâ da, o sözümdeyim. Aynı şartlarda aynı şekilde, haklı olduklarına inandıklarımızın yanında ve zâlimlerin karşısında olmak şiarımız olmalıdır.. ’Ya, filanlar yarınlarda değişirlerse..’ hesabına yatmak, gaib üzerinde tasarruf sahibliği iddiası bile olur.
***
Bir okuyucu, Sezaî Karakoç ağabeyin,’Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz..’ mısraıyla başlayan uzuuun bir mesaj göndermiş...
Şöyle diyor, özetle: ‘İran’ın nasıl bir devlet olduğunu, (diğer)Müslümanlara içten içe nasıl kin beslediğini, İslama kendi rengini vurmak için, İslam’ı mecrasından çıkarıp, kendine ait bir din oluşturduğunu bize anlatmadınız ey ağabeylerim. (…) ’Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla hareket etmemeliydiniz.. Çünkü sizlerin anlattıkları ile büyümüştük. (…) Yanarım yanarım da onları yıllarca savunduğuma, onlara sevgi beslediğime, onlar için uykusuz gecelerime yanarım!
Acaba sizler de onların yüzlerini gizlediğinizden dolayı vicdanınızda yanma duyuyor musunuz!’
Görülüyor ki, son derece yaralanmış bu kardeşimiz ve haksız da değil.. Hepimiz yaralıyız. Ama, suç işlenmeden vehim ve zannlarla suçlamak olur mu?
Gelecekte kimlerin nasıl olacağına dair kimse kehanette bulunamaz.
Bugün ve yarınlarda da, Şah’ların, Yezid’lerin, zâlim ve kaatil sulta sahiblerinin değil; mazlumların, mustaz’afların /güçleri ellerinden zorbalarca, zalimlerce alındığı için zayıf düşenlerin yanında yer almak dikkat ve hassasiyetimizi korumalıyız.
***
Aldanmak mı? Aldanan olmak da istenmez; ama aldatan olmaktansa, aldanan olmayı tercih etmeliyiz, herhalde..
stargazetesi