Abdurrahman Dilipak
Allah'tan Korkmak
Sahi, Gazzeye niçin yardım edemedik, neden korktuk ya da kimden korktuk.? Allahtan korkmamız gerekmez mi idi, zalimler karşısında susmaktan. CoVID aşısı olurken, ölmekten korktuk değil mi, ama aklımızı kullanmadık, Ecelin Allah’ın elinde olduğunu hesaba katmadık, Cahillerden ve zalimlerden olduk, sonuç ortada. Niye her fırsatta “Allahu ekber” diyoruz ki. O “en büyük” değil mi,? O zaman biz neden işlerimizi o “en büyük olan”a göre yapmıyoruz ki!
Allah’tan (cc) korkulur mu? Anne’sinden ya da Polis’ten korkar mı insan!. Annesini üzmekten korkar insan, Suç işlemekten korkar. Ah bu insanlar! Sahi insanların çoğu en çok kimden korkuyor dersiniz. Bir çok memur Allah’tan korktuğundan daha çok korkar amirinden, bir çok işçi işini kaybetmekten korktuğu için yanlışlara göz yumar.
Ya da şöyle sorayım: Allah korkunç biri mi? (Haşa). Hayır! Allah’ın rızasından uzak düşmekten korkar insan. Onun rahmetinden uzaklaşmak ve bunun sonucu Allah’ın gazabından korkmaktır asıl söz konusu olan.. Daha doğru bir tanımla, insanlar kendi yaptığı işlerin sebeb olduğu acıların aynısının kendilerine tattırılacağından korkmaları gerekiyor.
Allah mutlak ve mükemmel iyilik, güzelliktir. Şeytan mutlak kötülüktür.. Şeytan’dan korkmamız, onun peşine takılmaktan olmalıdır aslında. O Şeytan Allah’ın muttaki kullarına hiçbir kötülük yapamaz. Hatta o Şeytan ve onun peşine takılanlarla savaşımız üzerinden Allah’ın rızasını kazanırız.
Allah’ın rızasını kazanmak için “adil şahid” olmak gerek. Dahası, “eşya’nın hakikatı”na tanıklık etmemiz gerek: “Hak’kı Hak, batıl’ı batıl bilip Hak’da toplanmamız” gerek.
“Eşyanın hakikati” deyince, bazı kişilerin içyüzünü öğrenmek insanları çok mutlu etmiyor. İnsanlar kalbi, vijdanı ile sizin haklı olduğunuzu biliyorlar. Sizinle insanlar dünya malı, makamı, menfaatı sebebi ile ara koyuyorlar. Yani, dünya malı, makamını, kalblerine ve vijdanlarına tercih ediyorlar. Bu temel bir tercih sorunu. Herkes sonunda bu şekilde safını belirliyor. Kalbi ile aklı ayrı vadilere savrulmuş insanlar aslında çok temel bir tercih yapıyorlar. Onlar yakın durdukları, menfaat umdukları, öfkesinden korktuklarının suçuna ortak oluyorlar. Onları yakacak olan ateş, bunlara da dokunacak. Sonunda, haksızlıklar karşısında sustukları için pişman olacaklar.
Oysa kaderimiz ezelden belli idi. Allah zamandan ve mekandan münezzehtir. O zamanda yaratıldık. Zaten yaratıldığımız zaman, mekan, anne-baba, derimizin rengi, cinsiyetimiz bir kader. Öte yandan rızgımız’dan az ya da çok yemeyeceğiz. Ecel’imizden önce ya da sonra ölmeyeceğiz. Başımıza gelen hayır ya da şer, sonuçta Allah’ın iradesinin sonucudur. Allah (cc) ilk yaratışında, sonucu biliyordu. Bu süreçte elbette kim kendi iradesi ile hangi tercihi yapmışsa onun sonucuna katlanacaktır. Şunu bilelim ki, Hayır da şer de Allah’ın iradesi içindedir. Bu süreçte kişilerin başlarına gelenler hayır ya da şer olsun, o kişinin imtihanı ile ilgilidir. Ve geri dönük kader sorgulaması yapmak, “şöyle olsaydı böyle olurdu ya da olmazdı” demek Şeytandadır.
Herkesin “iman ettim” dediği “Amentü” konusunda bile insanların farkındalıkları şüphelidir. Bilmedikleri bir şey için “iman ettiklerini” söylüyorlar ama öyle düşünüp, o imanın gerektirdiği gibi davranmıyorlar. Onun için imanımızı gözden geçirmemiz gerek. Başımıza gelen hayır da olsa şer de olsa, o işin sorumluluğu kime aid olursa olsun, o olay olacaktı ve oldu. Ve bu olan şey bir imtihan gereği olarak kaderimizin bir parçasıdır ve değişmez, değiştirilemez. Bize düşen o “irade”içinde bizim “rıza”ya uygun davranıp davranmadığımızın hesabını yaparak tercihimizi Rızaya uygun kullanıp kullanmadığımızı ve ondan sonra yapmamız gerekenlerin sorumluluğunun idraki içinde olmaktır.
Bütün bunlar “Allah’tan korkmak”la ilgilidir. Sonuçta kim zerre-i miktar iyilik ya da kötülük yapmışsa karşılığını görecektir. Haddi aşanlardan olmamamız gerekiyor. Haklı olmanın kimseye haksızlık yapma hakkı vermediğini bilmemiz gerek. Olan olmuştur. O artık değişmeyecek. Ondan ders çıkaracak, haksızlık yapmaktan tevbe edeceğiz. Öte yandan sabırlı olacak, sabrı tavsiye edeceğiz.
Karşılıklı olarak bu dünyayı birbirimize cehennem etmek hiç de zor değil. Genellikle insanlar birbirlerine karşı haksızlık yaparken, o konuda kendi sorumluluklarını görmezden geliyor ve hep karşısındakileri suçluyorlar. Kimse önce “ben nerede yanlış yaptım” sorusunu sormuyor.
Allah’tan korkanlar, sulhetmekten yanadırlar. Her zaman “barış daha iyidir”. Yeter ki yanlış yapan yanlışını tekrarlamasın, özür dilesin, tevbe etsin. Bizden istenen bağışlayıcı olmamızdır. Bağışlayanlar bağışlanacaktır çünkü.
“Kul hakkı”na girmek diye bir şey var. Onun için helalleşmek gerek. Taraflar kendi arasında helalleşmedikçe Allah (cc) kul hakkını affetmeyecek.. Allah’tan korkanlar kul hakkına girmekten, haksızlık yapmaktan korksunlar. Sahi, günde 40 defa “Alemlerin Rabbine hamdolsun” diyoruz, sonra da tekrar dönüp, 40 tane şikayet sıralıyoruz.
Bu konuda Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Allah yine de yaptığınız kötülüklerin çoğunu affeder. Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle kazandıklarınız (yaptıklarınız) yüzündendir. (Allah) çoğunu da affeder.” (Bakara 155; Nisâ 62, 79; Kasas 47; Rûm 41; Şûrâ 48) Suç “samur kürk” olsa da, kimse üzerine almak istemiyor. Bazı durumlarda, Allah (cc) mal, can, sevdiklerimizi artırıp-eksiltirken, bazan bir yanlışımızın sebeb olduğu bir ceza, ya da bizim ellerimizle saldırgan bir tarafı cezalandırmak ya da mazlumlara yardım etmek için de böyle bir şey yapmış olabilir.
Allahtan korkuyoruz evet, ama bu, kendi günahlarımızdan bağımsız “Rahman ve Rahim olan”ın zatından duyulan bir korku değil, onun rahmetinden mahrum olma korkusudur. Cahillerden, zalimlerden olursak o zaman onun cezası ile ilgili bir korkudur. Allah’ın rızasından uzaklaşıp, Allah’ın (cc) kullarına ve yarattıklarına karşı, onun rızası dışında, zulümler sebebi ile, yaptıklarımızın faturasının bize ödetilmesinden duyulan korkudur. Allah’ın gazabı yaratılış gayesinden uzaklaşarak adaletten uzaklaşanların uğrayacakları ceza ile ilgili bir korkudur. Evet, biz bu dünyada yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızda, söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden hesaba çekileceğiz. Bu konuda korkusu olmayanlar, Allah’ın bağışlamasına sığınanlar için korku yok! Onlar üzülmeyecekler de. Aksine onlar, müjdelendikleri, şehidlerin yüzündeki gülümsemede gizli bir sevince kavuşmanın heyecanını yaşamaktadırlar.
Aslında bir çok ayette meal olarak bazan “korkmak” yerine “sakınmak” kullanılır. (Nahl 128) deki şu ifadeler buna örnektir: “Çünkü Allah, gönülleri kendisine saygı ve sevgiyle dopdolu olup buyruklarına karşı gelmekten sakınanlarla ve dâimâ iyilik edip işini güzel yapanlarla beraberdir”.
“Allahtan korkmak” ile ilgili bazı ayetlerin meallerini hatırlayalım mı? :
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 119)
“… İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir tek ilâhtır. Öyleyse yalnız benden korkun!.Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Mutlak mânada itaat ve kulluk da her zaman ve yalnızca O’na aittir. Buna rağmen siz hâlâ Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz? (Nahl 51-52)
“Onlara şunu sor: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kim? O kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkaran kim? Kâinattaki bütün işleri çekip çeviren, bütün varlığı yöneten kim’? Hepsi, ‘Allah!’ diye cevap verecektir. ‘Öyleyse şu gittiğiniz yanlış yolun âkibetinden korkup Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?” de. (Yunus 31)
“Ey iman edenler! Kudret ve yüceliğine yaraşır bir biçimde Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkun ve ancak O’na gönülden boyun eğmiş müslümanlar olarak can verin”. (Ali İmran 102)
“Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı da taş kesildi, hatta taştan daha katı oldu. Çünkü öyle taşlar vardır ki bağrından ırmaklar çağlar. Öylesi de vardır ki, çatlar da arasından sular akar. Bazısı da Allah korkusundan yuvarlanıp düşer. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir”. (Bakara 74)
Birileri Allah’tan korkmuyorlar ama (!?), herkesten, herşeyden korkuyorlar. Gölgelerinden bile korkuyorlar. Aslında bu korkunun kaynağı, vijdanlarında, kendi yaptıklarının sonucu vijdanlarında oluşan korkudur. Onların gözleri var görmez, kulakları var duymaz, kalpleri var hissetmez.
Allahtan korkan, Allaha kul olan, kula kulluk etmez, Allahtan başka kimseden de korkmaz. Selam ve dua ile.