Hasan Karakaya
Alman seçimlerinde Hıristiyan Merkel"in rolü!
Bu "pencere"den bakarak fotoğrafı okumak ne derece sağlıklı olur?.. "Seçim sonuçları"ndan hareketle, "Almanya nereye gidiyor?" diye sorabilir miyiz?..
Bu "soru"lara cevap vermeden önce, bir "durum tesbiti" yapmakta yarar var...
Efendim, malumlarınız olduğu üzre, Almanya"da önceki gün "genel seçimler" yapıldı.
Kesin olmayan resmi sonuçlara göre, Birlik Partileri, yani CDU ve CSU oyların yüzde 33.9"unu alarak kazandı.
Sosyal Demokrat Parti"nin (SPD) yüzde 23, Hür Demokrat Parti"nin (FDP) yüzde 14,6, Sol Parti"nin yüzde 11,9 ve Yeşiller Partisi"nin yüzde 10,7 oranında oy aldığı bildirildi.
Bu rakamlara göre 622 milletvekilinden oluşacak Federal Meclis"teki koltuk dağılımı şöyle olacak: CDU/CSU 239, SPD 146, FDP 93, Sol Parti 76, Yeşiller Partisi 68.
SEÇİMLERİ NASIL OKUYALIM?
Bütün dünya, şu anda işte bu sonuçları yorumlamaya çalışıyor.
Göründüğü kadarıyla;
Angela Merkel"in başında bulunduğu Hıristiyan Demokrat Parti ve Bavyera Eyaleti"ndeki "kardeş parti" konumundaki Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi, yani CDU ile CSU, yüzde 33.9 oy olarak, "az bir kayıp"la çıktılar seçimlerden!.. Çünkü bu iki parti, 2005 seçimlerinde yüzde 35.2 oy almıştı...
"İktidar partileri"nin yıpranması ve oy kaybına uğraması gayet normaldir!..
Kaldı ki; "yüzde 1.3"lük kayıp", pek kayıp da sayılmaz!..
Buna karşılık, 2005 seçimlerinde yüzde 34.3 oy alırken, önceki gün sadece yüzde 23 oy alabilen, dolayısıyla "yüzde 11.2 oranında oy kaybı" yaşayan Sosyal Demokrat Parti"nin yaşadığı hezimet, ciddi ciddi değerlendirilmelidir!..
Tablo, gayet net;
"Hıristiyan ittifakı" ile "Hür Demokrat"lar kazanıp "yeni bir koalisyon" için hazırlanırlarken; "Sosyal Demokrat"lar, ağır bir yenilgi yaşamışlardır!..
"Sosyal Demokratlar"ın yenilgisi sadece Almanya ile de sınırlı değildir... Malûm, sosyal demokratlar, Türkiye"de de, yıllardır hezimetten kurtulamıyor!..
ALMANYA"DA HIRİSTİYANLIĞIN YÜKSELİŞİ
Biraz önce bahsettiğim gibi;
Seçim sonuçları alındı, yeni hükümet kurma çalışmaları başladı... Büyük ihtimalle Angela Merkel başbakan olarak görevine devam edecek, Guido Westerwelle de Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olacak!..
Seçim sonuçlarını yorumlayanlar diyor ki;
"Seçim sonuçlarının böyle olmasında, Angela Merkel"in izlediği yabancı düşmanlığı, Türkiye aleyhtarlığı ve İslâm karşıtlığının büyük rolü vardır!"
Doğru olabilir... Bu sebeplerden her biri, az veya çok sonuçları etkilemiş olabilir!..
Ama, bence, "Merkel"in galibiyeti"nde en çok rol oynayan husus, Merkel"in "koyu bir Hıristiyan" oluşudur!..
Evet, Merkel, "koyu bir Hıristiyan"dır!..
Zaten, "Türkiye"nin AB üyesi olması"na karşı çıkmasının temelinde de, "koyu bir Hıristiyan" olmasının büyük rolü vardır!.. Tıpkı; "yabancı düşmanı" ve "İslâm aleyhtarı" olmasında da, "Hıristiyan"lığının etkili olması gibi!..
Tabii, onun "Hıristiyan" oluşu, tek başına yetmez!.. Bir de "Merkel"in Hıristiyanlığının destek bulması" gerekir ki; önceki günkü sonuçlar, Merkel"in arkasındaki "halk desteği"nin devam ettiğini gösteriyor!..
Peki, ne oldu da Almanya böyle bir "değişim" geçirmeye başladı?.. Ne oldu da, sol partiler "hezimet" yaşamaya başladı?..
Düşünebiliyor musunuz;
Willy Brandt gibi, "Sosyal Demokrasi"nin kurucusu ve sembolü" bir isimle başlayan, Helmut Schmidt ve Gerhard Schröder ile devam eden "Sosyal Demokrat" süreç, "Hıristiyanların zaferi"ne dönüştü!..
Demek oluyor ki;
Alman halkı, "özüne dönmeye" başladı... Öyle olmalı ki; "halktan ve halkın değerlerinden kopuk" sosyal demokrat partiler cezalandırıldı, "Hıristiyan partiler" ise ödüllendirildi!..
Öyle ya;
Gerhard Schröder gibi bir "sosyal demokrat" liderin yüzde 48 ile Başbakan olduğu bir ülkede, bugün sosyal demokrat oyların yüzde 23"e düşmesi, daha başka nasıl izah edilir?..
Fotoğraf gayet açık;
"Almanya"da Hıristiyanlık yükselişte,
Sosyal Demokrasi ise düşüşte!"
DİNLENME VE MANEVİ YÜKSELİŞ GÜNÜ
Fotoğrafı ortaya koyduğumuza göre; şimdi de, bu "başarı"yı getiren sürecin nasıl başladığını gözler önüne serelim.
Bugünkü Vakit"in manşetinde de gayet net ifade edildiği gibi; bundan 3 yıl önce Berlin Eyalet Meclisi bir karar alır...
Karar şudur:
"Pazar günleri sadece Imbis adı verilen fast food büfeleri ve benzinlikler açık olacak, alışveriş merkezleri ise, 52 haftanın sadece 10 Pazar"ında açılabilecektir!"
Kiliseler, Berlin Eyalet Meclisi"nin bu kararına itiraz ederler... Derler ki; "Meclis"in bu kararı, Anayasa"daki inanç özgürlüğü ile çelişmektedir!"
Gerekçeleri de şudur:
"Alman Anayasası; Pazar günlerini Dinlenme ve Manevi Yükseliş Günü olarak kabul etmiştir... Alışveriş merkezleri, Pazar günleri kepenklerini açarak, Anayasa"nın bu maddesini çiğnemektedirler!"
Uzatmayalım... Konu, yargıya intikal etmiş... Federal Anayasa Mahkemesi "kiliselerin başvurusu"nu kabul edip, konuyu görüşmeye karar vermiş!..
Bakalım, sonuç ne olacak?..
MÜSLÜMANA CUMA TATİLİ YOK!
Ne yalan söyleyeyim;
Almanya"daki alışveriş merkezlerinin "sadece 10 Pazar açık" olacağına dair karardan benim haberim yoktu.
Demek oluyor ki;
"Din" ve "inanç" mevzubahis olduğunda ne "laiklik" geliyor akla, ne de ilericilik ve sosyal demokratlık!..
Söyleyin Allah aşkına;
"Kilisenin bu kadar etkin olduğu" ve tabiî "halk tarafından da desteklendiği" bir ülkede "Merkel"in zaferi" hiç yadırganır mı?..
Ya da;
"Laikçiliğin bu kadar etkin" olduğu bir Türkiye"de, "Sol ve Sosyal Demokrat Partiler"in hezimeti hiç anormal karşılanır mı?..
Görüyorsunuz işte;
"Laikliğin merkezi" ülkelerden biri olmasına rağmen, Alman Anayasası, Pazar günlerini "Dinlenme ve Manevi Yükseliş Günü" olarak kabul ediyor!..
Yani, "Pazar" günlerinin "tatil" olması, "laikliğe aykırı" değil!.. Tam aksine, "tatil olmaması", dine aykırı!..
Ya Türkiye"de?..
"Halkı Müslüman" bu ülkede; Museviler için "Cumartesi" günleri, Hıristiyanlar için "Pazar" günleri "tatil"dir ve onlar "havra"larına veya "kilise"lerine rahatlıkla gidip "ibadet"lerini yaparlar ama, "işçi" veya "memur" olan bir Müslüman, elini-kolunu sallaya sallaya "Cuma Namazı"na gidemez!..
Niye gidemez?..
Çünkü, "Cuma günü tatil değil"dir!..
Evet evet;
Musevi için Cumartesi, Hıristiyan için Pazar günleri tatildir ama, Müslümana Cuma günleri tatil olmadığı için; "işçi" veya "memur" olan bir Müslüman, "şef, amir, müdür veya patron"un önünde iki büklüm eğilip, "Cuma Namazı için izin istemek" mecburiyetindedir!..
Verirlerse, ne âlâ!..
Vermezlerse, "Cuma Namazı"na gidemezler!..
Hele söyleyin bana;
"Halkı Müslüman bir ülke"de, bir Müslüman"ın "namaz izni" istemek gibi "şapşalca bir uygulama"ya boyun eğmek zorunda kalması, abesle iştigal değil midir?
SOL, NİYE HEZİMET YAŞIYOR?
Hatırlıyorum da;
1974 yılında, yani "MSP"nin iktidar ortağı olduğu" günlerde, Karayolları Genel Müdürlüğü koltuğunda Orhan Batı oturuyordu... Orhan Batı; "işçilere Cuma Namazı tatili" vermişti de, yanılmıyorsam Danıştay iptal etmişti!..
Yine hatırlıyorum da;
Başkanlığını Hüseyin Tanrıverdi"nin yaptığı Hizmet-İş Sendikası"nın; 1997 yılında Diyarbakır, Şanlıurfa ve Konya belediyeleri ile imzaladığı "toplu sözleşme"lerde "işçilere ibadet hakkı" tanınmıştı da en büyük tepkiyi dönemin DİSK Başkanı Rıdvan Budak göstermişti!..
Düşünebiliyor musunuz;
Toplu sözleşmedeki hükümler; sadece Müslüman işçileri değil, Hıristiyan ve Musevi işçileri de kapsadığı halde, Rıdvan Budak, bu girişimi "terbiyesizlik ve ahlâksızlık" olarak yaftalamıştı!..
Bunun gibi, nice örnek!..
Bütün bunlar gösteriyor ki;
Türkiye"deki "laiklik" uygulaması "din düşmanlığı" şeklindedir ve bu uygulamanın aktörleri de; hem "halk"tan, hem de "halkın inançları"ndan kopukturlar!.. Bu yüzden de sevilmezler, sayılmazlar!.. Varlıklarını ve etkinliklerini "baskı, dayatma ve ceberrutluk"larla sürdürürler!..
Ama, asla "iktidar" olamazlar!..
Almanya"da, Merkel"in ikinci defa kazanmasını, bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Sizce de böyle değil mi?..
=============
Onların ayrıcalığı ne?
"Danıştay Cinayeti"nin tetikçisi Alparslan Arslan"ın; bugüne kadar olduğu gibi, bundan önceki duruşmalarda da yaptığı hareketlerin "şov" olduğunu düşünüyorum... Evet, "rol" yapıyor, rolünü "oynuyor" Alparslan Arslan!.. "Hasta" değil, son derece sağlıklı!..
Bana kalırsa; en az "diğer ETÖ sanıkları" kadar sağlıklı!
İşte bu açıdan, babası İdris Arslan"ın dünkü isyanını haklı buluyorum... Malûm, şöyle diyordu:
"Oğlum zorla duruşma salonunda tutuluyor. Diyelim duruşmaya hastane raporuyla getiriliyor, hasta olan sanıklar duruşmaya bile çağrılmıyor. Ergenekon"un yöneticisi olduğu iddiasıyla yargılanan Mehmet Haberal, Şener Eruygur ve Levent Ersöz neden hâlâ duruşmaya getirilmedi? Oğlumun hastane raporu açıklandı, Mehmet Haberal, Şener Eruygur ve Levent Ersöz"ün hastalığı ne? Raporları neden açıklanmıyor? Bu çifte standart değil mi?"
Gerçekten de sormak gerekmez mi;
"Onların hastalığı" ne?.. Ya da, "rapor"ları nerede?.. Ne yani; "Profesör" veya "general" olunca, "farklı muamele" yapılır diye bir kural mı var?!?..