Selâhaddin Çakırgil
Ankara’da dün 98 sene önceki ruhî uyanış tekrar yaşandı
Tarihte yaşanmış ve neticeleri büyük olan hadiselerin mekânlarının ve yıldönümlerinin toplumların hâfızasında uyandırdığı özel mânâlar vardır. Bunlar bazen oldukça kutsanır ve hattâ bir ibadetin rüknü haline gelir. Bazıları da toplumların maşerî vicdanında bir takım yeni heyecanlara vesile olan örfler halinde yaşatılırlar. Müslümanların Haccı, Putkıranların pîri Hz. İbrahîm’in sünnetinin tekrarı mahiyetindedir. Siyasette de, Alman İmparatoru II. Wilhelm, 1899’da Kudüs’e gittiğinde, bu şehre, Salâhaddin Eyyubî’nin girdiği gedikten girmiş ve neyin takipçisi olduğunu göstermişti. Keza, Adolf Hitler de 1940’da Fransa’yı teslim aldığı anlaşmayı, 1918’de Fransa’nın Almanya’yı teslim aldığı anlaşmanın imzalandığı ve Paris Garı’nda müze olarak korunan vagonda imzalamıştı. *** Dün Hacı Bayram’daki Cuma Namazı’na son anda da olsa yetiştim. İstanbul’dan Samsun’a gitmeyi planlıyordum. Tayyip Bey’in yeni Yönetim döneminin ilk Bakanlar Kurulu toplantısını Hacı Bayram Camii'nde kılınacak Cuma namazından sonra yapacağını açıklamasının özel bir mânâsı ve mesajı olduğundan, o sahneyi görmek, halkımızın manevî temellerinin derinliğinden yansımaları temaşa etmek için, güzergâhı değiştirdim ve Hızlı Tren’le İstanbul’dan Ankara’ya geçtim. *** Hacı Bayram Camii ve çevresi kadınlı -erkekli, binlerce insanla adeta kuşatılmıştı. 98 sene önce, aç- perişan halkın temsilcileri olarak, Ankara’ya koşup, Hacı Bayram’da Cuma Namazı’nı kıldıktan sonra, İslam Milleti’nin hayat sigortası olacağı inancıyla, başlatılacak çetin bir mücadeleye atılmak üzere, onbinlerin gözlerinden boşanan yaşlar ve hançerelerinden hıçkırıklarla yükselen ‘tekbir’ler arasında (şimdi Ulus Meydanı’ndan Ankara Garı’na giden yol üzerindeki) ilk Meclis’in binası olarak belirlenen mekâna doğru giden kahraman Müslümanları hayal ettim yeniden.. Çünkü yüz yıla yakın bir aradan sonra, 100 yıl önceki o ölüm-kalım mücadelesine atılışın kararlığı yansıtılıyordu. *** Müslüman halkımız, 15 Temmuz 2016 gecesinde olduğu gibi, şimdi de aynı ferasetle, 100 yıla yakın zamandır kendisine tahakküm eden tepeden inmeci/ jakobenist zorba unsurlara karşı, 1920’deki ruhla mücadele ettiğinin mesajını veriyordu. (Keşke dünkü o muhteşem tablo, onbinlerin tekbirleriyle, eski Meclis’e kadar ve en başta Cumhur’un Başkanı olduğu halde tekrarlanabilseydi.) *** Bu vesileyle belirteyim ki, evvelki akşam, bir tarihçi Prof. dostumla saatler süren ve ülkenin geleceği konusundaki gelişmeleri değerlendirmeye çalışırken, söz, 23 Nisan 1920’ye gelmiş ve Hocamız, ‘Yalnız, dikkat et Selahaddin, 1920’deki o İslamî toparlanış sonunda yaşanan hıyanet yeniden yaşanmaya’ demişti. Hatıra gelmesi bile ürperticiydi.. ‘Allah muhafaza, aman hocam, ağzından yel alsın’ dedim.. Olamaz mıydı? Niye olmasın.. 100 yıl öncelerdeki o kutlu gazânın bir kaç sene sonra bir büyük hıyanetle karşılaşacağını kim tahmin edebilirdi? Evet, edilemezdi ama olmuştu. O hıyanetin tahribatından yeni yeni kurtulmaya, kendimize gelmeye çalışıyoruz. *** Ve inşaallah, müslüman halkımız, aynı oyuna getirilemeyeceğinin ferasetiyle donanmıştır bugün.. Ve 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’yle bir daha anlamıştır ki, öyle bir hıyanet ihtimali gerçekleşecek olsa, 1920 ruhunu katleden hıyanetten de çok daha korkunç bir tablo çıkacaktır karşısına.. Müslüman dünyasının hele de son yüzyıl içinde yaşadığı hüsranları Muhammed İqbâl, ‘Heyhat, bir zamanlar bizim zannettiğimiz Mustafa, meğer Fir’avunun Mustafasıymış..’ diyerek dile getirmişti, olumsuz örnekleri hatırlayarak.. Ama öyle bir durum bir daha olmayacaktır, inşallah. Stargazete