Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Apo çağırdı da ne oldu?

Çok çalışmışlar belli, ama yine de aceleye getirmişler. Oyuncular biraz amatör, bir de senaristler hem algı, hem de denge hesabı ile, önlerini göremediklerinden kararsız kalmışlar sanki. Bir kere yola çıktılar, mecburen bir şeyler yapmaları gerekiyordu, bu kadar oldu anlaşılan. “Olacak o kadar”, “Çok güzel hareketler bunlar”. Ne demiş atalarımız, “Kervan yolda dizilir.”

“Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” hemencecik okudum. Önce canlı dediler, sonra yazılıya çevrildi, 1 sayda dediler, sonra 3 sayfa oldu, okunan metin yarım sayfa. Anlaşılan heyet giderken daha geniş bir metinle gitmişler, o metin orada 3 sayfaya indirilmiş, ama sıra okumaya gelince önce 1 sayfaya, sonra da yarım sayfaya indirilmiş.

"PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. Asrı…” diye başlayan deklarasyon, bir yanlışla başlıyor. Tarihin değil, belki 20.YY’demesi gerekirdi. Yoksa 1500 den başlayıp 1800’lere kadar devam eden Kızılderililerin yok edilmesi, kara derililerin köleleştirilmesi, sarı ırkın sömürgeleştirildiği bir zamanı yok saymak mümkün değil.

Ve devamında şöyle deniliyor: “iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur”. Aslında iki dünya savaşı ve iki kutuplu dünyadaki soğuk savaşa atıf yapılırken reel sosyalizme atıf yapması önemli. Bir kere PKK tam da işte bu bataklıkta hayat buldu. Bu proje aslında bir ABD ve NATO Projesi idi ama SSCB’ye ihale edildi. Ama başları sıkışınca kaçtıkları yer AB ülkeleri idi. Örgütün oto finansmanı için de bu işi çok iyi bilen CIA örgütü Afganistan’dan gelen uyuşturucu işine bulaştırdı.. Uğur Mumcu tam da silah ve uyuşturucu konusunu soruşturuyordu vurdular. Eşref Bitlis de oynanan oyunu görünce o da uluslararası sistem tarafından susturuldu. Bu örgüt ne zaman ortaya çıkmış; “Kürt realitesinin inkarı, özgür konuşma ortamının olmadığı zamanda ortaya çıkmışÖzal dönemi ve ardından SSCB dağılıp soğuk savaş bitince, Türkiye’de de göreceli bir özgürlük ortamı oluşunca aslında PKK’ya gerek kalmamış. Sonuçta örgüt “Teori, program, strateji ve taktik olarak yüzyılın reel-sosyalist sistem gerçeğinin ağır etkisinde kalmış”, 1990’larda reel-sosyalizmin iç nedenlerle çöküşü ve ülkede kimlik inkarının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’nin anlam yoksunluğuna ve aşırı tekrara yol açmış”. Bunun sonucunda da “Dolayısıyla ömrünü benzerleri gibi tamamlamış ve feshini gerekli kılmıştır”. Yani PKK’nın 1991’de tasfiyesi gerekiyormuş ama, zamanın ruhunu iyi okuyamayınca 35 yıl da boşu boşuna insanlar ölmüş ve öldürülmüşler.

Bunu anlamak için bu kadar kan dökmeye ne gerek vardı: “Kürt-Türk ilişkileri; 1000 yılı aşan tarihler boyunca Türkler ve Kürtler, varlıklarını sürdürmek ve hegemonik güçlere karşı ayakta kalmak için gönüllülük yönü ağır basan, hep bir ittifak içinde kalmayı zorunlu görmüşlerdir. Kapitalist modernite’nin son 200 yılı, bu ittifakı parçalamayı esas gaye edinmiştir”. Kapitalistlerin oyununa gelmiş çatışan taraflar. Bu ittifakın parçalanması Kapitalizmin oyunuymuş! Bunu on binlerce insanın hayattan kopartılmasının ardından 47 yıl sonra anlaşılması ne kadar acı. Son pişmanlık fayda vermiyor maalesef.

PKK’lar ne yapmışlar: “Etkilenen güçler, sınıf temelleriyle birlikte buna hizmeti esas bellemişlerdir”. Ve sonra “Cumhuriyetin tek tipçi yorumlarıyla birlikte bu süreç hızlanmıştır”. Günümüzde çok kırılgan hâl alan tarihsel ilişkiyi, şimdi “kardeşlik ruhu içinde, inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görev”miş. “Kardeşlik ruhu içinde inanç” diye “din kardeşliğine de dolaylı bir atıf ilginç. Ama artık yeni DSÖ şemsiyesi altında “Kürt demokratik ulusal koalisyonu(!?), Yahudi, Hristiyan, Ezdi” gibi unsurları da içinde barındırıyor. Sosyalistler hep vardı. Bugün Ateistleri de var, LGBT’lileri de. Öcalan çözüm adresini, dünyada can çekişen “Demokrasi” olarak gösteriyor ve diyor ki: “Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır. Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nin; güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır”. Yani bütün bu olanlar Türkiye’de Demokrasi olmadığı için olmuş.

Şu tesbitler ilginç: “Aşırı milliyetçi savruluşunun zorunlu sonucu olan; ayrı ulus-devlet, federasyon, idari özerklik ve kültüralist çözümler, tarihsel toplum sosyolojisine cevap olamamaktadır”. Ayrı bir ulus devlet, federasyon, idari ve kültürel, coğrafi özerklik talepleri yok! “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkün olacağı kabul ediliyor ve, silahlı örgüt ve mücadelenin sona erdirilmesi, politik örgütlenme ve sivil toplum örgütlenmesi ile yola devam edilmesi kabul edilmiş oluyor. Yani silahını dağda bırakıp, daha doğrusu teslim edip, düz ovada siyaset yapmaları gerekiyor.

Tabi bu nasıl olacak o henüz belli değil. Anayasa değişikliği mi olacak, yasa mı çıkartılacak, referanduma mı gidilecek, af mı çıkartılacak, bu soruların cevabını henüz bilmiyoruz. Tabi iç ve dış unsurların, farklı siyasi ve sivil örgütlerin, talepleri ve görüşlerini de henüz bilmiyoruz, bu sürece ilişkin.. “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı ancak demokrasiyle taçlandırıldığında kalıcı ve kardeşçe bir sürekliliğe sahip olabilecektir. Sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir”. Sürece ilişkin Demokrasi adres olarak gösterilirken, Türkiye’nin 2.YY’ına da atıf yapılması ilginç! “Barış ve demokratik toplum döneminin dili de gerçekliğe uygun geliştirilmek durumundadır” derken, herhalde kendi bu yeni yaklaşımına meşru bir gerekçe ile konuyu bir zorunluluk şeklinde değil, rasyonel gerçekler çerçevesinde değerlendirmek istiyor.. Öcalan Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Erdoğan’ın desteği, diğer partilerin malum bu çağrıya yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde “silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum” diyor.. Ve Apo’nun son sözleri “Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere” yönelik, kendi ifadesi ile : Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Bakalım süreç bundan sonra nasıl gerçekleşecek. İşin bir PJAK İran tarafı var. Bir Irak tarafı var, orada Kandil dışında Barzani ve Talabani bu işe ne diyecek. Bir Suriye tarafı var SDG ve PYD olarak bilinen. Türkiye’de DEM, HDP falan bir takım partiler, dernekler var. Bu işin bir AB boyutu, ayrıca İngiltere, Rusya boyutu var. Ermenistan boyutu var. Fransa, Yunanistan, Almanya, Suriye, Yunanistan, Vatikan boyutu var. Ayrıca bir İsrail boyutu var. Yarım sayfalık düğün davetiyesi gibi bir çağrı ile bu işlerin çözülmesi zor.

Benim gördüğüm Öcalan bir mutabakat üzerinden bir şeyler söylüyor. Samimi itiraflarda bulunmuyor, özür de dilemiyor. Bir özeleştiri ya da kimseyi suçlama da yok. Ne ABD’den, ne Rusya’dan, ne AB’den, ne de NATO’dan söz ediyor. İsrail’den de söz etmiyor, eski Suriye rejiminden de. Yani samimi bir açıklama değil, politik bir uzlaşı metni. Onun arka planını da söylemiyor.

Bu açıklamada aslında adres de tam belli değil. Diasporadakilerden, tutuklulardan, İran, Irak, Suriye’deki Kürt oluşumundan, silahların ne olacağından, dağdakiler iner, yurt dışındakiler dönerse ne olacak, af mı edilecekler? Kayyum atanan belediyelerde durum ne olacak? Bundan sonra bu süreci kim yönetecek? Örgütün mal varlığı, örgüte kaynak sağlamak için oluşturulan kayıt dışı, kara para trafiği ve işletmeler, örgütün diğer ülkelerin istihbarat örgütleri ve mafyöz yapılarla kurduğu ilişkiler ne olacak? O ilişkiler içindeki elemanlar da eski suçlarından bu şekilde muaf mı tutulacak? Bunların sayısı, sınırı ne ve buna kim karar verecek! Bütün örgütlerin tasfiyesi örgütlenmesinden daha zordur.

Sahi, madem, yarın biri sorarsa “PKK ile barışıyorsunuz, FETÖ ile ne zaman barışacaksınız?” derse ne diyeceksiniz? Bugünkü PKK eski PKK değil. Dün PKK’ya Komkar ve Rızgari’ye karşı göz yumulmuştu(!?). O PKK yok artık. Apo’nun sözünü dinleyenler dağdan inse bile, dağdan inmeyenler de olacak. Onlar ne olacak? Kongre “yola devam” kararı verirse ne olacak?

Ha! Şu var, bu taktik manevra ile, PKK içinde bir bölünme yaşanacağı kesin. Tabanda da kopanlar olacak. Örgüt kendi içinde zayıflamanın ötesinde devam kararı alanlar bile içeride iktidar, yöntem ve nihai hedef konusunda birbirine girecek. bir’den Fazla örgütler, dış bağlantılarla onların himayesinde yeniden yapılandırılırsa işimiz daha da zorlaşacak. Bunu da bir kenara not edelim. Özellikle de İsrail’in Suriye’de DSÖ çatısı altında, Kürtlerinde içinde olacağı bir bölgesel federasyon, özerk bölge ve Kanton siyasetine dikkat çekmek isterim. Bir ucu doğu Akdeniz, öteki ucu Kürdistan, Musul Petrolü’nde pay sahibi, Arap, Fars, Kürd Yahudilerinin merkezinde yer alacağı, bir ucu ileride ile Ermenistan’a, Bakü’ye kadar uzanan, Karadeniz ve Hazarın eşiğinde Fırat koridorunu kontrol eden bir Kürdistan ve kendi doğu sınırını kontrol edecek, kukla Filistin devleti bugün için PKK’dan daha ciddi bir sorundur. Bu senaryonun bir sonraki adımı Karay/Nuhi yasalar ve Hazara/Kafkas-Hazar koridorudur. Bu Türkiye coğrafyasından daha büyük bir coğrafyayı ifade ediyor! Batı, Rusya’nın yumuşak karnını kontrol etmek için Türkiye’den çok Hazara-Karay federasyonuna daha sıcak bakabilir. TeoPolitik bir okumayla bunu görmek aslında çok da zor olmayacaktır.

Peki dünden bu güne ne oldu?. Aslında hiçbir şey olmadı. Dağ fare doğurdu!. KCK’dan ses yok. Artık olmayan PKK, “silah bırakıyorum” dedi. Onun yerine KPG yoluna devam ediyor. PCDK, PJAK, PYD, YPG de öyle, gelişmeleri izliyorlar ve ona göre bir değerlendirme yapacaklar. AK Parti kanadında değişik yorumlar var. Kimine göre bütün unsurlar silah bırakmalı, kimine göre, vatandaşlık tanımı gözden geçirilebilir, yerel yönetimlere yetki devri yapılabilir, Ama Erdoğan’a yenide Cumhurbaşkanlığı yolu açılmalı!? Binali Yıldırım öyle diyor. Kimi “biz sonuca bakarız” diye kestirip atmış. O hangi sonuç belli değil. Barzani’ye göre bu proje bir “rüzgar satan” projesi. Barış olmalı ama, “Kürdistan” diye bir Kürt devleti var, Federasyon da var, Kültürel haklara sahip idari özerklikte, onlar bundan vazgeçmeyecek. Peki Dağdakiler ellerinde silahlarıyla mı inecekler, silahlarını bırakıp mı, Af çıkacak mı, Diasporadakiler ne olacak. Kayyum atanan belediyeler ne olacak, Demirtaş ne olacak. Bu soruların hiçbirinin cevabı yok. “Bunlar gelince Apo’yu bırakıp, PKK’lıları serbest bırakacaklar” diye seçim kampanyası yürütenler, şimdi kendileri aynı taleple ortaya çıkıyor havası oluştu. Projenin sahibinden, çağrıyı yapan kişiden ise bu konuda bir haber yok. Çünkü sağlığından haber alınamıyor.

Apo aslında hiçbir şey söylemedi, sadece, “bu iş çok uzadı, dünya değişti, çok sıkıldım ben artık eve gitmek istiyorum” dedi. Bu akılla “bir çürük ipliğe hülya dizenlerden olmayalım” da. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 253 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar