Selâhaddin Çakırgil
Arakan Müslümanları da Endülüs gibi yanarken
Müslüman dünyası herhalde Moğol İstilası ve Endülüs’ün düşüşü, Birinci Dünya Savaşısonrasından sonra 600 küsur yıllık Osmanlı devletini tarihten silinmesi şeklinde yaşanan büyük ‘travma’dan bu yana, özellikle son yarım asırdır yaşanan çaresizlik girdabına düşmüş değildi. Başta Filistin olmak üzere Irak, Suriye, Yemen vs. bütün Ortadoğu coğrafyaları, Keşmir, Cezayir, Eritre, Filipinler, Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Karabağ, Kosova; Ogaden, Yemen, Orta Afrika ve son olarak da Arakan Müslümanları vs.
***
Kişi veya toplumlar zayıf olduğu ve çaresizlik içine düştüğü zaman, ister istemez etraftan yardım umar, bekler..
Bu bekleyiş, ya aynı kan ve dil soyundan, aynı coğrafyadan olanlardan olur, ya da aynı inanç, ideoloji vs, paylaştığı diğer ortak değerler açısından yakın bulduklarından..
Bu tabiîdir ve fıtrîdir. O kadar fıtrîdir ki, bazı hayvanlar bile en çaresiz bir durumda kaldıklarında sığınacak bir insan veya diğer güçlü canlı arayışında olduklarını özellikle de bakışlarıyla hissettirirler. Nitekim, bazı canlıların, hattâ ayrı cinslerden hayvanların tehlike içindeki yavrularını korumaları altına alıp kendi yavruları gibi koruduklarına dair son derece düşündürücü, ibret verici sahneleri ‘belgesel’lerde hemen daima görmek mümkündür.
***
Aynı durumda kendimizin kaldığını düşünelim. Kimlere el uzatırız veya uzatmayız? Ya da kesinlikle hayatî bir tehlike içinde kalmış ve yardım isteyen ve hattâ yardım istemek durumunda bile olmayan, ama mutlaka yardım edilmesi gereken birileri karşısında n’aparız?
Daha aykırı örnekleri de daha tahayyül edebiliriz.
Sözgelimi, bize amansızca düşman olan bir kimse, bizim onunla savaşımız dışında, bizim dahlimiz olmaksızın son derece güç duruma düşse, mesela bir kazada, bir arabanın altında veya bir depremde bir yıkıntı altında veya bir sel veya deniz kazasında boğulmak üzere olsa, sahip olduğumuz yüksek insanî değerlerin gereğince, onun yardımına koşmaz mıyız? Yoksa, ‘Ey alçak.. Sen ki bir dinsizdin, ateist’tin! Buldun cezanı..’ mı deriz?
Düşmanlarımız için bile, ‘Allah’ım onları ıslah eyle, ıslah olmayacaklarsa mahv’u perişan ve kahreyle..’ demiyor muyuz?
Elbette Müslüman insan olarak vazifemiz, Allah’ın güç durumda kalan bütün yaratıkları, kulları karşısında da, ‘Allah yardım etsin..’ demeyip; ‘Allah’ım, darda olan kullarına yardımcı olmak hasletini bize de nasip eyle..’ deriz.
***
Ve amma başkalarından yardım istemek noktasına gelince..
Önce Allah’tan yardım diler ve sonra da müslümanlardan ve güç zamanlarımızda, ‘Ey filan soy veya kavimden olanlar..’ diye değil, ‘Yâ eyyuhel’muslimîn’ / Ey müslümanlar..’ diye yardım isteriz.
Amma, -bizim toplumumuzun zenginleşen ve materyalistleşen bazı kesimlerinde de görüldüğü üzere- bazıları, ‘Yahu, dünyayı biz mi kurtaracak veya besleyeceğiz? Bizden başkası yok mu? Bize ne filan ülkedeki insanlardan..' laflarını işitiriz.
Nitekim, bugünlerde Miyanmar’ın Arakan bölgesindeki Müslümanlara yardım konusunu ülkemizin en üst seviyedeki temsilcisi gündeme getirdiğinde, bundan dolayı bir de sevinmemiz gerekirken, eleştirenler bile oluyor. Halbuki bu gibiler büyük felaketler olduğunda yardıma koşan yabancı güç odaklarının insanseverliğini hayranlıkla anlatırlar.
Bereket ki, bugün, ‘Arakan halkına hiç kimse sahip çıkmasa, biz çıkarız..’ diyen bir ‘insan’var.
***
Ne diyordu, 500 yıl öncelerde, Ebul’Beqa Salih bin Şerif, ‘Endülüs’e Ağıt’ şiirinde:
‘… Ve hele siz denizaşırı ülkelerde, bin nimet içinde,
Saltanat içinde muhteşem bir hayat sürenler; bir hayat kesiksiz bir ömür boyu!
Endülüs'ün (ve bugün Arakan’ın) zavallı halkından var mı haberiniz?
(…) sizin kulağınız sağır, gözünüz kör, kalbleriniz meflûç mu?
(…)Onların sesi, insan olanın yüreğini eritirken,
Siz müslümanlar, onların kardeşi, kayıtsız; halinden memnun ve haz maymunu!
Yürekli, utanan, alçalmaktan korkan …kimse kalmadı mı yeryüzünde?
Hakkın yardımcısı, hak peşinden giden, kendini hakka adamış tek kişi yok mu?’
***
Bugün Müslüman halkımızın en üst temsilcisine bakıp, o soruya, iftiharla, ‘Var!’ diyoruz, hamdolsun.
stargazete