Aşk ve Gözyaşının Öyküsü
(Ey kalem! Nasıl bu cümleleri yazabiliyor ve musibetin şiddetinden kurumuyorsun? Ey el! Nasıl da yazıyor ve kırılmıyorsun?)
Bilmiyorum bu gece hangi gurbetten bahsedelim? Hangi mersiyeyi okuyalım? Ve hangi garibin bu gece musibetinden bahsedelim? Acaba katli kah da üryan parça parça olmuş Hüseyin'in bedeninden mi? Yoksa ne kolu ne de başı olan Alemdar Abbas'tan mı?
Acaba, Peygamber'e benzeyen yüzü kılıçlara geçirilen Ali Ekber'den mi? Yoksa şu anda topraktan olan beşiğinde yatmakta olan altı aylık Ali Asker'den mi?
Acaba, savaş meydanının köşe bucağında garip bir şekilde canlarını veren İmam Hüseyin'in yaranlarından mı? Yoksa bir anda yetimlik ve esarete vurulmuş Hüseyin'in çocuklarından mı?
Gariplikten mi bahsedeyim, yoksa mazlumluktan mı?
Vefadan mı bahsedeyim, yoksa ahit ve sözünü çiğneyenlerden mi?
Susuzluktan mı, yoksa ateşten mi?
Aşktan mı bahsedeyim, yoksa Zeynep'ten mi?
Çok güzel bir adı andık" Zeynep adını"
Evet! Bırakın da Zeynep'ten bahsedelim; artık bundan sonra Kerbela Zeynep'ten sorulur, ulaşması gereken mesaj onun boynunda"
Evet! Bırakın da Zeynep'ten ve Zeyneb'in acılarından diyelim; Zeynep'ten ve onun kederinden diyelim. Zeynep'ten ve onun kıssalarından diyelim. Zeynep'ten ve onun hamasetlerinden diyelim. Zeynep'ten ve onun kalbinden diyelim. Aman Zeyneb'in kalbinden"
Ama Zeyneb'in hangi gam ve kederinden bahsedeyim? Kaybettiği kardeşlerinden mi? Yoksa tek tek savaş meydanına gidip de geri dönmeyen kardeşinin çocuklarından mı? Yoksa gözlerinin önde kesilip, doğranan kendi çocuklarından mı?
Zeynep, "musibetler anası" olsa da çocukluğundan bir çok acılar çekse de ilk önce ceddi Peygamber, sonra genç annesinin şehadeti, sonra gençliğinde başı yarılarak kanlara boyanan babası Ali, sonra ciğerleri parça parça olmuş masum kardeşi Hasan Müçteba ve şimdi de bir benzeri olmayan büyük acı Kerbela" Acısını tatmakta.
Benim başsız öyküme kulak verin dostlar
Benim yalnızlık öyküme kulak verin
Gerçi acılarla dolu bu öyküler anlatılmaz
Söylemekle olmaz.
Peygamber kızının kızıyım, adım Ümmil mesaib
Hz. Zeynep (s.a) Aşura sabahından ikindi vaktine kadar beş kardeşini, beş kardeş oğlunu, dört amcaoğlunu ve üç tane de oğlunun ölümüne şahit olmuş ve kardeşinin onlarca yaran ve dostlarının şehadetini görmüştü. Şayet, bunların hepsi bu akşam başlayan esirlik ve itilip kalkılmışlıktan çok daha hafifti"
Savaş bitmiş ve imam Hüseyin'in mübarek başını bedeninden ayırmışlardı. O hazretin parça tike olmuş elbiselerine, sarığına, gömleğine, pantolonuna ve ayakkabılarına bile acımadan el atmış onları üzerinden çıkarmışlardı! "Buhdel" adlı bir kişide imam Hüseyin'in r.a yüzüğünü almak için saldırdı, ama şişen ve yaralarla kaplı olan parmaktan yüzüğü çıkarmayı başaramadı, sonunda hançerini çıkararak imam Hüseyin'in parmağını keserek yüzüğü parmağından çıkararak aldı!!! İmam Hüseyin'in atı üstü başı kan ve bereler içinde çadırlara doğru koştu. Ehl-i Beyt kadınları ve kızları atın kanlar içinde tek başına geri döndüğünü görünce artık yalnız ve yetim kaldıklarını anlayarak feryatlar içinde hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. İmamın bacısı "Ümmi Gülsüm" feryat ederek şöyle dedi: "Ey Muhammed! Ey Ali! Ey Cafer! Ey Hasan! Neredesiniz? Bir bakın, Hüseyin'e neler ettiler?..."
Sonra düşman orduları Peygamber Efendimizin haremine hamle ettiler. Bir taraftan çadırları ateşe veriyor, diğer taraftan gördükleri tüm şeyleri yağmalıyorlardı. Onlar hatta kadınların hicaplarına bile el atarak, elbiselerini çekiyorlar ve üzerlerinden çekip alıyorlardı. Kadınlar ve kızlar başı açık ve korku içinde çadırlardan kaçıyorlardı. Kaçarlarken ayak yalın olan ayaklarına dikenler batıyordu"
Çadırlardan çöllere doğru kaçan Ehl-i Beyt kadın ve kızları, ansızın katli kahı görerek imam Hüseyin'in kesik başını gördüler. Olayı nakleden ravi şöyle diyor: "Allah'a yemin ederim ki Ali'nin kızı Zeyneb'in çığlıklarını ve yürekleri yakan bu nidasını unutmuyorum: "Ey Muhammed! Göklerdeki meleklerin salât ve selamı senin üzerine olsun. Bak gör, bu senin kana bulanmış, parça tike olmuş Hüseyin'indir. Bak bunlar senin kızlarındır, esir olunmuş ve çöllere dağılmış. Allah'a, Ali'yel Mürteza'ya, Fatımatu'z Zehra'ya, Seyyid-uş Şüheda Hamaza'ya şikâyetim var. Ey Muhammed! Bu çöllere yığılmış senin Hüseyin'indir, zina zadelerin elleri tarafından öldürüldü, rüzgâr esiyor toz toprak üzerine yığılıyor. Ey Muhammed'in ashabı! Kalkın ve görün ki Muhammed Mustafa'nın çocuklarını bu şekilde esir alıyorlar" Hz. Zeyneb'in yürekleri parçalayan ağıtı o kadar acıklıydı ki düşmanları bile ağlatmıştı.
Sonra imam Hüseyin'in kızı "Sakine" babasının mübarek bedenini kucaklayarak, ağlamaya başladı. Bu sahne göçebe Araplardan bir grup gelip onu zorla babasının bedeninden çekene kadar devam etti.
Çadırları yağmalamakla meşgul olan Yezid'in ordusu, İmam Zeynel Abidin Seccad'ın r.a çadırına yetiştiler. Şimr, o sırada hasta olan imama kılıcını çekerek öldürmek istedi, ama onunla birlikte olan adamlar onu uyararak şöyle dediler: "Utanmıyor musun? Bu hasta gencide mi öldürmek istiyorsun?" Şimr, dedi ki: "Emirin fermanı tüm Hüseyin'in çocuklarını öldürmem yönündedir." Yanındakiler şiddetli bir şekilde ona mani olarak bu işten onu caydırdılar" Allah bu şekilde hastalık zırhıyla onu koruyarak kendi velisini hıfzetti.
Sonra alçaklık, rezillik ve densizlikte sınır tanımayan düşman, son hamlesini yaptı. Ömer b. Saad, ordusuna bağırarak şöyle dedi: "Kim, atlarıyla Hüseyin'in üzerinde sürerek onu çiğnemeye hazırdır?" Olayı nakleden raviler bu konuda yemin etmektedirler ki- Haram zade olan on kişi bu cinayeti işlemek için gönüllü oldu. Sonra atlarını hazır ederek başsız ve parça tike olmuş Hüseyin'in r.a. bedeninin üzerinde sürmeye başladılar. Öyle ki imam Hüseyin'in tüm kemikleri kırılarak un ufak oldu"
(Ey kalem! Nasıl bu cümleleri yazabiliyor ve musibetin şiddetinden kurumuyorsun? Ey el! Nasıl da yazıyor ve kırılmıyorsun?)
Şimdi Zeyneb'in halini bir düşünün ve tasavvur edin" Bir taraftan peş peşe gelen yürekleri dağlayan musibetler, diğer taraftan hasta olan kardeş oğlunu koruması gerekmekte, bir taraftan çöllere dağılan Ehl-i Beyt kadınlarını yanmış çadırlara toplayıp bir araya getirmesi gerekmekte"
Kerbela sahrası gittikçe kararmakta, aç kurtlar sağa sola koşuşmuş kız ve kadınların peşine düşmüş şayet onların kulaklarındaki küpe ve ziynetlerini ele geçirirler...
Ey Zeynep! O karanlık ve garipler gecesinde neler çektin?...
الا لعنة الله علی القوم الظالمين و سيعلم الذين ظلموا أي منقلب ينقلبون.*
*اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَثٖيرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذٖينَ ظَلَمُوا اَیَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
"Ancak iman edip iyi işler yapanlar, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akıbete) döndürüleceklerini yakında bileceklerdir." (Şuara, 227)
Kaynaklar:
1. Seyyid ibni Tavus; el- Luhuf fi Katli Tufuf; Kum Razi yayınları, 1364
2. Şeyh Abbas Kummi; Nefsi'l Mehmum; tercüme ve tahkik Allame Ebu'l Hasan Şe'rani; Kum: Zevil Kurba yayınları,1378
3. Şeyh Saduk; Emali; Tercüme Ayetullah Kemrei; Tahran: Kitapçı yayınları, 1370
4. Farsça şiirler; hal dilidir ve senedi kati değildir. (kaynak: Adab-ı mersiye hani. Yayına hazırlayan Murteza Vafi; Kum: Şafak Yayınları, 1380