Askerî savcılık aslında ne demek istedi?

Dün, bu yazıyı yazmaya başlamadan önce, niyetim Brüksel Parlamentosu"nda "başörtülü" olarak yemin edip, "Avrupa"da ilk ve tek başörtülü" milletvekili olarak tarihe geçen Mahinur Özdemir hakkında yazmaktı... Mahinur"un, "yemin ederkenki fotoğrafı"ndan hareketle "2 Mayıs 1999 gününün Türkiye"si"ne gidecek ve bir başka "fotoğraf"la ilgili düşüncelerimi açıklayacaktım... Hani, "içinin karası yüzüne vuran" Bülent Ecevit"in; Merve Kavakçı"ya hitaben "Bu hanıma haddini bildirin" derken, "kapkara" olan yüzünü hatırlatacaktım... Biliyorsunuz; Ecevit"in "haddini bildirin" şeklindeki "hedef gösterme"sine, DSP"lilerin "Dışarı!.. Dışarı!.." diye alkışla tempo tutarak karşılık vermeleri sonucu, Merve Kavakçı, "yemin edemeden Meclis"i terketmek" mecburiyetinde kalmıştı... İşte o günkü "Meclis manzarası"nı hatırlatacak ve "nüfusunun yüzde 99"u Müslüman" denilen Türkiye"de, "başörtülü" Merve Kavakçı yemin edemezken, "nüfusunun yüzde 99"u Hıristiyan" Belçika"nın parlamentosunda "başörtülü Mahinur Özdemir"in ne kadar rahat ve alkışlar arasında yemin ettiğini anlatacaktım.

BİR AÇIKLAMA, YAZIMI DEĞİŞTİRTTİ!

Evet, işte bu olayı anlatacaktım...

Ne var ki, dün Yayın Kurulu toplantımız devam ederken son anda gelen bir haber, bütün düşüncelerimi ve elbette yazı konumu alt üst etti.

Ajanslardan geçen "son dakika" haberlerinde özetle şöyle deniliyordu:

"Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı, "Taraf gazetesinde yayımlanan belgenin Genelkurmay Başkanlığı"nda hazırlanmadığı, böyle bir belgenin mevcut olmadığı anlaşıldığından ve aslı bulunmayan fotokopi belgenin 4. sayfasındaki imza bloğunda Albay Dursun Çiçek'in isminin üzerinde yer alan imzanın, şüpheli Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olduğuna, bu belgenin hazırlanması ve herhangi bir kişiye verildiğine ilişkin şüpheli hakkında delil bulunmadığından, soruşturma konusu olay ve Çiçek ile ilgili itiraz yolu açık olmak üzere kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini" bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığı Askerî Savcılığı, Taraf gazetesindeki habere konu olan belgenin, Genelkurmay Başkanlığı karargahında düzenlenmediğinin tespit edildiğini, böyle bir belgeyle ilgili olarak gerek elektronik ortamda, gerekse yazılı kayıtlarda herhangi bilgi, belge, emir veya emareye rastlanılmadığını bildirdi."

ŞİFRE ÇÖZMEK DAHA KOLAY!

Resmi açıklama buydu...

Ama, bu açıklamayla "ne denilmek isteniyor"du?..

Açıklamada öyle "muğlak", öyle "lastikli" ifadeler kullanılmıştı ki; Yayın Kurulu"ndaki arkadaşlar; "Şunu demek istiyorlar!.. Hayır bunu demek istiyorlar" şeklinde birbirini nakzeden görüşler ileri sürdüler!..

Bir karar veremeyip, tıkandığımız noktada "hukukçu" arkadaşımızı çağırdık... Öyle ya; "hukukçunun dili"nden, ancak bir başka hukukçu anlardı!..

Hukukçu arkadaşımız; sanki "bulmaca" çözmeye çalışır gibi; Genelkurmay Askerî Savcılığı"nın açıklamasını; önce "soldan sağa", sonra da "yukarıdan aşağıya" okuyup, çözmeye çalıştı!..

Öyle bir açıklama ki;

Sanki, "birkaç bilinmeyenli denklem!"

Hani, bu kadar kafa yorsak, herhalde "Mısır"daki piramitlerin şifresi"ni bile çözerdik!..

Anlayamıyorum; bu "hakim" ve "savcı"ların açıklamaları hep böyle niye "anlaşılmaz" olur?..

Niye ilk okuyuşta anlaşılmaz da, "şifre" gibi yazarlar ifadeleri?..

Herhalde "farklı anlaşılsın" ve herkes farklı yorumlayıp, "keser gibi kendine yontsun" diye!..

Hep öyle oluyor ya;

O günkü atmosferde "kim güçlü" ise, "onun yorumu" doğru kabul ediliyor ya!.. Bu da öyle olmalı!..

Hele hatırlayın;

"367 ucubesi" de, "Sabihgiller familyası"nın istediği yönde kabul görmemiş miydi?..

Her neyse... "Hukukçu" arkadaşımız; bir "dedektif" gibi "şifre"leri takip edip, sonunda bağırdı;

"Evreka!.. Evreka!"

Demek ki bir şey bulmuştu! Neyi bulmuştu acaba?

Arşimet gibi "suyun kaldırma gücü"nü mü, yoksa "hamam tası"nı mı?..

Hayır; uzun uğraşlardan sonra, "Genelkurmay Askerî Savcılığı"nın ne demek istediğini" bulmuştu!..

En sonunda; bizim ve sizlerin anlayabileceği şekilde, şöyle özetledi açıklamayı;

"Genelkurmay Askerî Savcılığı diyor ki;

Top benden çıktı...

Benim yapabileceğim bir şey yok... Bundan sonrası Ergenekon savcılarının bileceği bir iştir!"

TOP, ERGENEKON SAVCILARI"NDA!

Ohh be... Şu kavurucu yaz sıcağında, FSM Köprüsü"ndeki uzun araç kuyruğunda çakılıp kalmışken, camdan uzatılan "buz gibi bir ayran" içmiş kadar rahatladık!..

Yahu, şu "hukukî açıklama"ları çözmek, meğer ne kadar da zormuş!.. Hukuk dilini anlamak, "Patagonya dili"ni anlamaktan daha zormuş!..

Ama, dedim ya; "hukukçu" arkadaşımız sayesinde, "ne denilmek istendiğini" bizler de anladık...

Ve de sizlerle paylaştık;

"Düğümü Öz savcı çözecek!"

Efendim, olayın özü de, özeti de bu başlıkta!..

"Askerî Savcılık" zımnen diyor ki;

"Arkadaş, ben emir-komuta zinciri içinde karar veririm!.. Malûm, emirle harekete geçmiştim!..

14 gün sonra verdiğim bu kararın da, talimat dışı olması elbette beklenemez!..

Adı üstünde, ben askerî savcıyım!..

Ben bir şey yapamıyorum!..

Ama yapmak isteyenin de önünü kesmiyorum..

Bu konu, benim görev alanımın dışında olduğundan, soruşturmanın bundan sonraki bölümünü sivil savcılara bırakıyorum!"

Evet, bunu diyorlar...

Bundan sonrası, gerçekten de "Savcı Zekeriya Öz ve arkadaşları"nın işi...

Bakalım onlar nasıl bir "bilgi, belge ve bulgu"ya ulaşacaklar, nasıl bir karar verecekler?..

ALBAY, NİYE FARKLI İMZA KULLANDI?

Sivil savcılar; askerî savcılığın "uzuun açıklaması" sonrasında, herhalde şu sorunun cevabını arayacaklardır:

"Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek; daha önce çeşitli yerlerde kullandığı 21 imzanın aksine, askerî savcılıkta verdiği ifadenin altına niçin farklı bir imza atma ihtiyacı hissetmiştir?.. Çeşitli yerlere attığı 21 imza mı kendisine aittir, yoksa askerî savcıya verdiği ifadenin altına attığı imza mı?!?"

Albayın bu soruya vereceği cevap, herhalde "düğüm"ün çözülmesine büyük katkı sağlayacaktır!..

Bunun için, hiç vakit kaybetmeden, "albay"ın, bir de "sivil savcılara ifade vermesi" gerekmektedir...

Sanıyorum ki, bu işlem de bir-iki güne kadar halledilir ve "Albay"ın ifadesi" alınır!..

Evet, ifadesi alınır ve sonra da "kamuoyunun tatmin olacağı" bir açıklama yapılır!..

Çünkü, Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından yapılan dünkü açıklama, "tatmin edici değil"dir!..

6 ASKERİ ŞEHİT EDEN MAYINLARI KİM DÖŞEDİ?

Hele de bu açıklama;

"Tümgeneral"e ait bir "ses kaydı"nın internet sitelerine düştüğü güne denk gelmiştir ki; "yok" demekle, bir olayın yok olamayacağını göstermiştir!..

Efendim, konuyla ilgili dünkü haberler şöyleydi:

"27 Mayıs"ta Hakkari Çukurca"da 6 askerimizin şehit olduğu mayın patlamasıyla ilgili internet sitelerine ses kayıtları düştü. Hakkari Tümen Komutanı Tümgeneral G.K. ve Çukurca Tugay Komutanı Tuğgeneral Z.E arasında geçen telefon konuşmaları internete düştü. Z.E, 6 askerin şehit olduğu mayınlarla ilgili "Bu mayınlar büyük bir olasılıkla döşediğimiz mayınlar" diyor.

Mayınları bizzat kendisinin yerleştirdiğini belirten E, bütün rütbelileri tek tek çağırarak mayınların yerini gösterdiğini ifade ediyor ve bütün sorumluluğu üzerine almaya hazır olduğunu söylüyor.

Bir başka görüşmede ise olayın örgüt işi olduğuna yönelik rapor yazıldığı anlatılıyor."

Demek oluyor ki;

Tümgeneral G.K. tarafından yerleştirilen mayınlar, 6 askerimizin şehit olmasına yol açmıştır!..

Yani, askerlerimiz "PKK tarafından döşenen" değil, "general tarafından döşenen" mayınlara basıp şehit olmuşlardır!..

Ama bizlere, yani kamuoyuna şöyle yansıtılmıştır olay;

"Yine PKK mayını: 6 şehit!"

"Resmî açıklama" böyledir!..

Ama "olayın aslı" başkadır!..

Askerlerimizin, "generalin döşediği mayınlarla şehit olduğu" herkes tarafından biliniyorken, tutulan "resmî rapor"da denilmiştir ki;

"Olay, örgüt işidir!"

Sorarım size; internet sitelerine düşen "ses kaydı" olmasaydı; bizler, olayın "resmî rapor"daki gibi cereyan ettiğini bilmeye devam etmeyecek miydik?!?

Ama, ne oldu?.. 27 Mayıs"taki olayın "aslını" ancak dün öğrenebildik!..

Ve bir defa daha anladık ki;

"Hiçbir şey gizli kalmıyor!"

İnanıyorum ki; "ihanet plânı"yla ilgili olarak da, "resmî açıklama"ların dışında gelişmeler olacak ve "gerçek"ler gün yüzüne çıkarılacaktır!..

Çünkü, her "resmî" açıklama, mutlaka "gerçek" demek değildir!..

İlginize, bilginize ey okur!..

Yuvarlak kafalı!

Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Oğuz Taşkınalp, dün yaptığı açıklamada; "Türkiye"de kadın ve erkekler üzerinde yaptığımız antropometri (insan ve ölçü) çalışmalarında, Türk insanının kafa şeklinin yüksek oranda "yuvarlak kafa" (brakisefal) olduğunu belirledik" demiş!..

Aslında, bu açıklama "malûmun ilâmı"dır!.. Yani, Türklerin "yuvarlak kafalı" olduğunu bilmeyen zaten yoktu!..

Ki, bunun için "antropolojik" çalışmalara, hele hele "iskelet"ler üzerinde araştırma yapmaya da hiç gerek yoktu!..

"Kafa"lar tarafından yapılan "resmî açıklama"lara bakılsaydı, onların ne kadar "yuvarlak" olduğu görülürdü!..

"Dönek"lere bakılsaydı da, onların "yuvarlak"lığı hemen anlaşılırdı... Öyle ya; "yuvarlak" olmasalardı, nasıl dönebilirlerdi ki?..

Aslında, günümüz insanının "konuşma"ları da yeterliydi "yuvarlak" olduğumuzu tesbit için...

Baksanıza; neredeyse hiç "köşeli lâflar" eden insan kalmadı, hemen herkes "yuvarlak cümleler" kullanıyor!..

Hasılı kelâm; ne kadar "yuvarlak" olduğumuzu anlamak için "kafanın şekli"ni incelemeye hiç gerek yoktu!.. Yapılan "resmî açıklama"lara, kurulan "cümle"lere, "dönek"lere ve "karteldeki homolar"a bakılsaydı, ne kadar "yuvarlak" olduğumuz belgelenirdi!..

Vakit

Bu yazı toplam 1820 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar