Ahmet Taşgetiren
Askerin Bagajı
“FETÖ’nün siyasi ayağı”nı tartışırken “Askerin bagajı” diye bir başlık açmak da kaçınılmazdır.
Olay, sadece en son İlker Başbuğ’un “Biz de başörtüsü konusunda yanlış yaptık” mealindeki ifadelerinden hem daha derindir hem de çok daha kapsamlı bir özeleştiriyi gerektirir niteliktedir.
Öyledir ama ne bir kısım ‘asker’in ya da “Asker merkezli” düşünenlerin hâlâ ne o bagajın farkında oldukları söylenebilir ne de benim ‘bagaj’ diye nitelediğim yaklaşımdan vazgeçtikleri…
Adam (yani Doğu Perincek) bir TV programında “İlker Başbuğ gözaltına almaya gelenlere karşı direnmeliydi” diyor. Yani ‘asker’in kendinde yargıya karşı direnme yetkisi bulmasını tabii görüyor.
Bu ‘sivil askercilik’ yaklaşımı. Bir de ‘asker askercilik’ var ki, o, Türkiye’nin çok partili siyasi hayata geçtiği zamandan beri “Cumhuriyeti korumak kollamak misyonu” ile siyasi hayat üzerindeki ‘vesayet’in adıdır.
Asker adına darbeler yapılır. Asker adına muhtıralar verilir. Siyasetin akil insanlarından Cemil Çiçek ‘Uzunca bir süre MGK’nın sivil kadroların asker tarafından hesaba çekildiği bir tür savaş meydanı halinde olduğu’nun altını çizer. Medya da her MGK öncesinde böyle bir savaş ikliminin fotoğrafını verir.
1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat post modern darbesi, 27 Nisan 2007 e-muhtırası ve 2008 Ak Parti’ye yönelik kapatma davası…
Bilen bilir, bunların bir kısmı alenen ‘asker’in içinde yer aldığı, bir kısmı ise ‘asker’in arkasında bulunduğu, hepsi de ‘Millet iradesi’ üzerindeki askeri vesayeti sergileyen hadiselerdir.
Bunlar, yani “millet iradesini denetlemek” ‘asker’in işi midir?
Öyle görülmüştür. Asker içinde bir grup, ister komuta kademesinde, ister cuntalar halinde “Cumhuriyeti koruma kollama” zamanının geldiğine, sivil kadroların dalalet hatta hıyanet içinde bulunduğuna kanaat getirmişler ve iktidarı alaşağı etmişlerdir. Öyle ki bazen alt rütbeli subaylar genelkurmay başkanını bile ihanete ortak olmakla suçlamıştır. (Bkz. 27 Mayıs ihtilali) Bazen 9 Mart-12 Mart olayında olduğu gibi cuntalar üç gün arayla darbenin mahiyetini değiştirmişlerdir.
Şöyle bir soru soralım:
- Ak Parti iktidarının ilk yıllarında AB normları çerçevesinde ‘siyaset üzerindeki askeri vesayeti kaldıran’ Kopenhag Kriterleri getirilmeseydi, ‘asker’in gündemine “Artık darbeler dönemi kapandı, millet ne dediyse o, asker kendi görevi ile meşgul olmalı ve sivil iradenin emrinde hareket etmeli” gibi bir yaklaşım girer miydi?
Şu soruyu da soralım:
- Ak Parti’nin ilk yıllarında asker bünyesinde “Bu partiden nasıl kurtuluruz?” yollu oluşumlar gerçekleşmedi mi? Anayasa Mahkemesi’nin taa 2008’de kalkıştığı kapatma davası, salt bir yargı hareketi miydi? 2007’deki e-muhtıra neyin nesi idi? GATA’ya bir “Başbakan eşi”nin alınmaması neyin nesi idi?
Haydi bir soru daha soralım:
- Genelkurmay Başkanlığı döneminde ‘demokratik tavrı’ öne çıkan Hilmi Özkök, hâlâ bu yönüyle eleştirilere maruz değil midir?
Bir soru daha:
- Hadi açık yüreklilikle söylensin: Şu andaki statü emekli-muvazzaf pek çok ‘asker’in ve ‘askerci’ çevrenin içine sinmiş midir ve imkân olsa ‘rövanş’ duyguları harekete geçmeyecek midir?
Bütün bunlardan nereye geliyoruz?
Türkiye’nin ‘darbeler ve müdahaleler’ döneminden çıkabilmesi ‘asker’in asli vazifesi olan vatan savunmasına dönebilmesi için çetin bir mücadele verilmiştir.
Burada siyasi iktidar, birçok çevre yanında (Buna ABD, AB ve liberal kesimler dahildir) “Gülen’in devlet bünyesindeki adamları” ile işbirliği yapmıştır. Deyim yerindeyse bir tür ‘win win-kazan kazan’ ilişkisidir bu. Bunu yaparken muhtemel ki başka türlü işin içinden çıkılamayacağını düşünmüştür. Denebilir ki burada Gülenin adamları sonunda “FETÖ’leşecek bir kazanım” elde etmişlerdir. Bu da siyasi iktidarın muhasebe alanına girmektedir. ‘Devleti yönetmek için paralel yapılar oluşumuna zemin hazırlayacak iş birlikleri’ herkese ders olacak örneklikler ortaya koymuştur çünkü. İktidar kendisine halen bundan kurtulup kurtulmadığını sormalıdır.
Asker de, işaret etmeye çalıştığımız ‘bagaj’ın sağlıklı bir muhasebesini yapmalı, bunun TSK’ya ödettiği bedeli görmeli, mevcut durumu içine gerçekten sindirip sindirmediğine bakmalı, eski tortuların bir yerlerde saklı kalmasına müsaade etmemelidir.
“Hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler oldu” bunu hepimiz biliyoruz. Asker de biliyor, siyasi iktidar da biliyor, Gülen’in adamları da biliyor. Cemil Çiçek “Demokratik tevbe”den söz ediyor ya… Belki de herkes onu yapmalı.