İbrahim Karagül
Bahattin Yıldız...
Yüreği "bizim coğrafya" kadar genişti.
Hiçbir "çevre"ye hapsedilmeyecek kadar özgür.
Hiçbir "konuşmaya" sığmayacak kadar tarafsız.
Sabırla inşa ettiklerini "başkalarına" bırakacak kadar cömert.
İzmir Kemeraltı'nda simit-çayını paylaştığı dostları, Fatih'in arka sokaklarında yüreğini paylaştığı gençleri, ikbal/iktidar uğruna seferber olanlara tercih edecek kadar erdemli.
Konuşanları, süslü sözler söyleyenleri değil direnenleri, azmedenleri, sessiz ve sabırlı olanları, mütevazı olanları üstün tuttu.
Afganistan için kan akıttı, bedenini o dağlara serpti ama Afganistanlı değildi. Açe'deydi, Srebrenica'daydı, Keşmir'deydi, Orta Afrika'daydı ama oralardan değildi. Ayak bastığı, iz bıraktığı her yerde yüreğinden taşanlarla vardı sadece.
Ama o bu topraklara bağlıydı. Anadolu'dan etrafına bakan, Anadolu'dan uzak Asya'ya, Balkanlar'a, Kuzey Afrika'ya uzanan sessiz öncülerdendi. Bu toprağın insanıydı ve bu toprakların dirilişine adamıştı kendini.
Çünkü bu toprakların dirilişinin coğrafyanın dirilişi olduğuna, "millet"in dirilişi olduğuna inanıyordu. Bu yüzden, tarihi bugüne taşıyacak, "millet"in onur ve haysiyetine katkıda bulunacak her şeye, her simgeye, gerçeğe değer verdi, saygı duydu. Hayatı boyunca bu uzun yolculuktan hiç sapmadı. Göz kamaştırıcı onca fırsata aldırmadan yürüdü..
Dün, onu Fatih Camii'nin avlusundan uğurladık. Mezarını bilemeden, tabutunu taşıyamadan, kendi ellerimizle toprağa veremeden...
Özgürlüğe tutkuyla bağlananlar gibi, yeryüzünün bütün dağları onundu artık. Ve bütün dağlar onun mezarıydı. Çünkü biz, öyle bileceğiz...
Dün, Fatih Camii'nin avlusunda gözyaşlarını gizleyenlerdi asıl sevdikleri. Acıdık, üzüldük, gurur duyduk. Ama dün oradan yüreğimiz buruk ayrıldık. Onun tenezzül bile etmediği şeylerdi yüreğimizi acıtan. Herkes kendi yüreğindekini yaşardı oysa.
Küsmelerimiz, kavgalarımız, sevinçlerimiz eksik olmazdı. Ama asla vazgeçemezdik birbirimizden. Belki bu yüzden, bizim yüreğimizdekiler farklıydı...
Bizim için Bahattin Yıldız daha bir farklıydı...