Ahmet Taşgetiren
Bahçeli’nin DEM’e yaptığı şirinlik nasıl gelişti?
Bahçeli’nin DEM’e el uzattığı süreç nasıl başlamış olabilir? Ben şöyle okuyorum:
Evet, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Cumhur İttifakı olmadan olmazdı, Cumhur İttifakı da MHP olmadan olmazdı. Zaten süreç de “Tekeden süt çıkar senden cumhurbaşkanı olmaz” sözlerinden sonra “Fiili olanı hukuki hale getirelim” ile başladı. Dolayısıyla Erdoğan’ın Bahçeli’ye yüklü bir borcu var.
Ancak MHP desteği aynı zamanda bir bagaj da yüklüyor Ak Parti’ye… MHP ile birliktelik sebebiyle bir ara “Kürtlerin en büyük partisi” diye nitelenen AK Parti’nin Kürtlerle ilişkisi önemli ölçüde yara aldı.
Ben bir ara MHP’ye “Türkiye partisi olamama” eleştirisinde bulundum. MHP’nin “Türk milliyetçiliği” Kürtlerde “Dışlanma’ etkisi yapmaktaydı. MHP bunun aksini iddia etse de vakıa buydu. Ve bu, Cumhur İttifakı birlikteliği sebebiyle Ak Parti’nin Kürtlerdeki karşılığını eritiyordu.
Ne oldu?
Sanki Cumhurbaşkanı Erdoğan Bahçeli’nin önüne bu sorunu koydu. Belki burada benim yazdığım keskinlikte değil, “İç cephe tahkimi” gibi daha Bahçeli’nin sıcak bakacağı çerçevede, “en önemli sorun Kürtlerin iç barış paydaşı olabilmesi” idi… HDP ya da DEM ya da başka isimle arzı endam eden Kürt siyaseti, varlığını koruyor, Meclis’te üçüncü parti olabiliyordu. Üstelik 30-40 yaşın altı, aidiyet sancısı içine sürükleniyordu. Bu, Bahçeli’nin çok önceden elini sıktığı Ahmet Türk’ün çok önceden ortaya koyduğu bir tespitti. Bahçeli bir şirinlik yapsa olmaz mıydı?
Sanki böyle oldu ve yaptığı jestle Cumhurbaşkanı’nın çıkışı arasında irtibat kurmasına da bakılırsa, Bahçeli Meclis’te DEM’lilere el uzattı.
Acaba Cumhurbaşkanı ile Bahçeli arasındaki müzakerede sıkışan Suriye sorunu ve bağlı olarak YPG-PYD yapılanması da gündeme gelmiş midir? Suriye işi ne olacak, sorusunun cevabı çok karmaşık gözüküyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan defalarca “Görüşelim” çağrısı yaptı, Esed, “Nuh diyor Peygamber demiyor” görüntüleri sergiledi. Doğrusu, Kuzey Suriye’deki Türk varlığının ne olacağı konusu da girift, ilişkilerimizin soğuk seyrettiği Amerika’nın desteğinde oluşumu ilerleyen YPG – PYD’yi ne yapacağımız konusu da belirsiz.
YPG – PYD işi, DEM ile, yani Türkiye’nin “Kürt sorunu” ile kesişen bir iş. Zaman zaman bu sütunlarda “İç Kürtler – Dış Kürtler” diye konu edindiğim mesele. Bunun bir ucu Kobani meselesine, o da Demirtaş’ın siyaset dışına itilmesine uzanıyor. Kayyımlar bilmem neler… Tabii işin bir ucunda Öcalan var. Öcalan’a uygulanan tecrit var. Dağ var.
MHP tüm bu konularda tavırlı. Hem de keskin tavırlı. Grup kürsüsünde söylenmiş “terörle irtibat, kapatılmalı” söylemleri var. Hatta “AYM’ye öfke” nutukları var.
Ak Parti, tek başına iktidar olduğu dönemde bir “Çözüm süreci” işletti. O dönem en keskin muhalefeti MHP ile Perinçek’in Vatan Partisi sergiledi. Son süreçte Ak Parti’nin çizgisi MHP ile, belki biraz da Perinçek le buluştu. O ilişkiler zaman zaman “Devlet dizaynı” diye de okunuyor.
Aslında Türkiye’nin “iç barış” diye bir sorunu var. Bunu zaman zaman ben de hem “Ak Parti’nin misyon kaybı” eksenindeki değerlendirmelerimde, hem de “Cumhurbaşkanı’nın partili hüviyeti ile milleti temsil sorumluluğu” arasında ortaya çıkan açı farkı sebebiyle yazıyorum. Aynı mesele “Muhafazakâr değerler”in hatta “İslâm aidiyet”nin siyasal ayrışma konusu haline getirilmesindeki tehlike sebebiyle de yazıyorum zaman zaman.
İktidarın Erdoğan ve Bahçeli inisiyatifinde gelişen ve “iç cephe tahkimi” söylemiyle paralel ilerleyen bu “şirin” tavır ve söylemler, kapsayıcı bir “iç barış arayışı”nın ürünü müdür, yoksa Cumhur İttifakı’nın ömrünü 2028 sonrasına taşıma hesabının ürünü mü?
Bu sorunun cevabı DEM’in ilk planda ortaya sürdüğü sıcak konulara nasıl bakılacağından öte Bahçeli’nin “Kürt sorunu”nu nasıl gördüğü ile yakından ilgidir.
Bahçeli DEM’lilere “Türkiye partisi olun” gibi bir çağrıda bulundu. Onlar da sanki “Biz sizden daha çok Türkiye partisiyiz” der gibi bir tavır sergilediler. Yanlış da değildi, HDP – DEM kendi içinde bir koalisyondu ve Doğu’dan Batı’ya uzanan oy potansiyelini barındırıyordu.
DEM, Bahçeli’nin el sıkışması le başlayan hengâmede “Müzakereye açığız” diyerek kapıları açık tutmayı tercih etti. Ancak bu iş, yani genelde artık uluslararası boyutları da bulunan ve “Kürt sorunu”nun bir parçası olan bu iş, daha çok su götürür bir iştir.
Aslında Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren ve kesin çözülmesi gereken kadim bir sorundur. Bir yandan “bin yıldır bir arada olan ve iç içe geçmiş iki milletin aynı vatanı paylaşma ve birlikte yaşamayı başarma” zaruretini ifade eden, bir yandan da sistemik sancılar ihtiva eden bir sorun.
Yani sorun var.
İç barış boyutları Kürt sorununu da aşan bir mesele.
İktidar nasıl bir projelendirme yapmış olabilir? Bir projelendirme yapılmış mıdır yoksa küçük iktidar hesapları mı söz konusudur, bunlara ilişkin tereddütler devam edecektir.
Türkiye siyasetinin Bahçeli’nin el sıkışması ya da gülümsemesine odaklaşmış olması, DEM’in de bundan umut devşirir bir role bürünmesi garabetimizdir. “Barışı harcama” sorununu da içinde barındırır. Bakalım nasıl ilerleyecek?