Hasan Karakaya
Bakmayın “Bilâl” dediklerine... Asıl düşmanları “Hilâl”!
İlk önce, “25 Ekim Pazar günkü yazım”daki “iki yanlış”ı farkedip, ikaz eden “dikkatli okurlarıma” teşekkür ediyor, “yanlışlıklar”dan dolayı da, sizlerden “özür” diliyorum.
Efendim; o yazının ilgili bölümünü, buyrun tekrar okuyalım:
l “Şevki Yılmaz’ın o günlerde sarfettiği bu söz, pek fazla yankı bulmaz!..
Öyle ya; yıl 1990’dır...
Yani, “henüz irtica tehlikesi(!) yok”tur!..
Ne zaman ki, aradan 7 yıl geçer, 1977’de yani “Erbakan’ın Başbakan olduğu 28 Şubat Süreci”ne gelinir, bugün Halk TV ekranlarında, kendi seyircilerine “pezevenk” diyen adamlara gevrek gevrek gülen “Hamam böceklerinin amansız düşmanı Uğur Dündar”, hamam böceklerinin cirit attığı “tozlu raflar”dan bir “kaset” indirir!..
O kasette, “Şevki Yılmaz’ın 7 yıl önceki konuşması” vardır!..
Evet, “Kerhane” açan Celal Doğan’a “Pezevenk” dediği konuşma!..
Gördüğünüz gibi; 3. satırda “yıl 1990’dır” deniliyor ama 6. satırda“1977’de” deniliyor!..
Doğrusu, “1997” olacak...
Söz konusu dikkatsizlikten dolayı tekrar özür diliyorum!..
BOŞALMA HAKKI MESELESİ
Gelelim “ikinci” yanlışlığa...
Yazıyı tekrar hatırlayalım:
l “Şevki Yılmaz da; o günlerde, tıpkı Müjdat Gezen gibi “Pezevenk”demenin, Azeri Türkçesi’nde “yol gösterici” demek olduğunu söyledi ama, kimin umurunda?!?..
Şevki Yılmaz; “kerhane” açan dönemin Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan’a “pezevenk” dediği için yanılmıyorsam “tazminat” ödemeye mahkûm edilmişti!..
Ödedi mi, ödemedi mi, bilmiyorum...
Ama o günlerde, “kendi partisi” de dahil, adeta “linç” edilmişti!..
“Pezevenk” ifadesini kullanan Osman Özbek ise, “Boşalma hakkımı kullandım” deyip, çıkmıştı işin içinden!..
Olan, Şevki Yılmaz’a olmuştu!..
Şimdi düşünüyorum da;
Halk TV’deki “pezevenkçi”ler ve “al-kışlayan”lar, o zamanlar Şevki Yılmaz’a niye “yol göstermediler” acaba?!?..
Özellikle Uğur Dündar!!!..
İşte burada, gerçekten bir “yanlış hatırlama” var... Ben, yazımda;“Pezevenk” ifadesini kullanan Tuğgeneral Osman Özbek’in; “Boşalma hakkımı kullandım” dediğini yazmışım...
Oysa, okurlarım dedi ki;
“Özbek’in boşalma hakkını kullandığını söyleyen dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir!”
Okuyucularım haklı...
“Boşalma hakkı” ifadesini kullanan Osman Özbek’in kendisi değil, gerçekten de Süleyman Demirel’miş!..
Sözü de, aynen şöyleymiş:
“Bizim geleneğimizde üniformalı kişiler siyasi beyanat veremez... Tabiî ki, bu münferit bir olaydır!.. Genelkurmay Başkanvekili beni ziyaret etti... General Özbek’in beyanatı hakkında da bilgi aldım...
Bana söylenen şey;
Bu bir boşalmadır!”
Okurlarıma “ikaz”larından ve o günleri hatırlatmalarından dolayı bir defa daha teşekkür ediyorum!..
“KIÇÜSTÜ OTURTMAK!”
Kızdıklarında, öfkelendiklerinde ve infiale kapıldıklarında “Pezevenk!.. Boşalma” gibi ifadeleri kullanan, sadece Şevki Yılmaz veya Osman Özbekdeğildi...
Rahmetli Turgut Özal da; hem “sabırsız”, hem de “çabuk köpüren” ve hatta zaman zaman “ağzını bozan” bir insandı...
Meselâ;
“Nasıl da kıçının üstüne oturttum” sözü, bunlardan sadece biridir!..
Bu söz, elbette tarihe geçmiştir ve zaman zaman ben de kullanıyorum...
Bugün de kullanacağım...
Akit’ten Ahmet Anapalı ve Habertürk’ten Murat Bardakçı’nın yazılarını okuyunca, dedim ki:
“Hürriyet’e tarih dersi verip, nasıl da kıçüstü oturtmuşlar?”
OSMANLI’YA HİLAL, RUS’A HAÇ!
Gerçekten de, Murat Bardakçı önceki günkü yazısıyla; Almanya Başbakanı Angela Merkel’in İstanbul’da ağırlandığı Mabeyn Köşkü ve “hilâlli koltuklar” üzerinden “algı operasyonu” yapan, eski gazetesi Hürriyet’e okkalı bir “tarih” dersi vermiş!..
Demiş ki;
“Bu koltuklar, hattâ Yıldız Sarayı’nın eşyalarının çoğu, “imparatorluk stili” demek olan “ampir” üslûptadır! Bugün bize büyük ve iri görünen, işlemeleri fazla, renkleri de parlak hissi veren ampir mobilyalar 19. yüzyılın başlarında, özellikle Napolyon Bonapart döneminden itibaren moda olmuş ve sadece İstanbul’un değil, Avrupa ile Rusya’nın büyük saraylarının merasim daireleri de bu mobilyalarla döşenmiştir.
Genellikle Fransa’da ve sipariş üzerine imal edilen koltuklar ile kanepelerin işçilikleri birbirlerine benzer ama aralarındaki fark, baş kısımlarına konan ve siparişi veren memlekete göre değişen süsler, daha doğrusu sembollerdir.
Türkiye için imal edilen mobilyaların baş kısımlarına İslâm Sultanlığı’nı sembolize eden hilâl, Rus Sarayı’na gönderilenlere de haç yerleştirilmiştir.”
Demek ki, neymiş;
Koltuklardaki hilal “sonradan” konulmamış, “19. yüzyıl”dan itibaren“moda” olarak zaten varmış!..
Tabiî, her ülkenin kendine göre “sembol” kullanması da cabası!..
“Osmanlı” için imal edilen “mobil-ya”larda, “İslâm Sultanlığı”nı sembolize eden “Hilal”in, Rus Sarayı’na gönderilen mobilyalarda da “Haç”ın kullanılması, ülkelerin tarihinde “sembol”lerin ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyar!..
KRALİÇENİN TACINDAKİ ELMAS!
İşte, olayın tam burasında, yazarımız Ahmet Anapalı’nın dün yazdıklarını aktarmadan geçmek olmaz...
Ahmet Anapalı;
Batılılar önünde “süklüm-püklüm” ve “ezik-büzük” duran “Mankurt Medya” mensuplarının, sıra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gelince, nasıl bir “canavar”a dönüştüğünü anlattığı yazısında demiş ki:
“Monarşizmle idare edilen ama çok enteresan, demokrasinin beşiği olarak gösterilen İngiltere’de kraliçenin tacı bizim idarecilerimizde olsaydı acaba ne olurdu? (...)
Değerli taşlar içinde ilginç bir hikayesi olan ve şimdi İngiltere kraliçesinin tacında yer alan ünlü elmas... Hindistan’da bulunan 191 karatlık dünyanın en büyük elması kuhinur’dur.
Farsça ışık dağı anlamına gelen, bugün İngiltere Krallık hazinesinde bulunan bu elmas, uçuk pembe renklidir. 1937 yılında kraliçenin tacına takılmıştır. Büyüklüğünün ne kadar olduğunun daha iyi anlaşılması için bir karşılaştırma yapmak sanırım faydalı olacaktır.
Dünyanın en değerli elmasları arasında gösterilen ve hâlâ paha biçilemeyen Topkapı Sarayı’nın hazinesinde mümtaz bir yere sahip KAŞIKÇI ELMASI sanırım çoğu kişi tarafından bilinir ve görülmüştür.
İşte bu Kaşıkçı Elması, sadece 86 karat yani 17 gramdır. İngiltere Kraliçesinin tacında alnın üst kısmını süsleyen ve İngiltere’ye, Hindistan’dan çalınarak götürüldüğü iddia edilen Kuhinur Elması sıkı durun tamı tamına 191 karat yani yaklaşık 50 gramdır ve bu haliyledünyanın en büyük ve en pahalı elmasıdır ki hemen hemen 70 milyon dolarlık bir değer biçilmektedir.
İşte bu efsaneler ülkesinin gizemli ve şu an İngiliz Kraliçesinin alnını süsleyen 70 milyon dolar yani bizim paramıza göre 210 milyon lira (ESKİ PARA İLE 210 TRİLYON) lira değerindeki bu elmas, muhalif ya da değil hiçbir İngiliz gazetecinin gündeminde yer etmez ve tek bir İngiliz bunu konu etmez. (...)
Acaba Beştepe Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki oda sayısı ile meşgul olan bizim kökü dışarıda kendi içeride garip gureba gazetecilerimizin Avrupa’da karşılığı var mıdır?
Yani, 1300 odası ile Fransa Paris’te ciddi bir araziyi işgal eden, kapı tutamakları bile altından yapılmış Versay Sarayı’na ve içinde 17. Yüzyılın tüm ağırlığıyla üretilmiş barok ve gotik yapılı eşyaları ile misafir ağırlanmasına laf eden, Hollande’ın ya da Merkel’in oturduğu koltuğun üstündeki haç figürü ile alay eden bir Fransız gazeteci var mıdır?”
AL BİRİNİ, VUR ÖTEKİNE!
Cevabı ben vereyim;
Elbette yoktur...
Çünkü Batılı gazeteciler, “yerli”dirler, “milli”dirler, “milliyetçi”dirler!..
Hatta, “ırkçı”dırlar!..
Bizim gazeteciler ise;
Hâlâ “kompleksli”dir!..
Hâlâ “ezik-büzük”tür!
Hâlâ “Batı’nın kölesi”dir!..
Daha açık söyleyeyim;
Hâlâ “Mankurt”tur!..
Bir “mankurt gazeteci” de, elbette “sahibinin sesi” olmak zorundadır!..
Onun için “Batı’nın kölesi”dirler!..
Bakmayın “Bilâl” dediklerine!..
Onların asıl düşmanı “Hilâl”dir!..
“Ay-Yıldızlı bayrak” dururken, tabutların üzerine “PKK paçavrası”örtmeleri bundandır!..
Onlara “gaz” verip, ekranlarında “saz” çaldıranlar da, “hilâl”e düşmandır!..
Biri, “logo”sunun yanındaki “Türkiye Türklerindir” yazısına rağmen“Türkiye düşmanlığı” yapar, diğeri; “Bizim bayrakla sorunumuz yok”deyip, tabutlarına “PKK paçavrası” örterek, “Türkiye düşmanlığı” yapar!..
Tekrar edelim...
Bakmayın “Bilâl” dediklerine!..
Asıl düşmanları “Hilâl”dir!..
“Beyaz Türk”ünün de,
“Beyaz Kürt”ünün de!..
Al birini, vur ötekine!..
*******************************************************************
Heeyy Murat Bey... Bu gidiş, iyiye gidiş değil!
Tarih 4 Ekim 2015... O günkü yazımda; “Şehir Üniversitesi”nde ne dolaplar döndüğünü yazmıştım... Sanıyorum, “ilk yazan” da ben olmuştum... O yazımda, üniversitenin “Mütevelli Heyet Başkanı” olanMurat Ülker’e seslenmiş ve “Üniversiteye rektör olarak atayacak Ali Atıf Bir’den başkasını bulamadın mı?” diye sormuştum...
Öyle ya; “Spermlerini akıttığı kâğıt peçeteyi bir sanat eseri(!) olarak hâlâ saklayan Bedri Baykam”ın “Boş Çerçeve”sine, bugünün parasıyla “360 bin lira” ödeyen Murat Ülker; o günlerde çok eleştirilse de, hiç kimse saygı sınırını aşmamıştı!..
Ama, “Başörtüsü düşmanlığı” yapması ve “Paralel Yapı’ya destek” vermesi ile bilinen Prof. Ali Atıf Bir’i, o günlerde Şehir Üniversitesi Rektörlüğü’ne ataması; affedilir bir hata değildi!.. Nitekim, her üçünü de yakından tanıdığım, gerçekten “bilimadamı” haysiyeti taşıyan 3 isim; evet Prof. Dr. Burhanettin Duran, Prof. Dr. Medaim Yanık ve Doç. Dr. Fahrettin Altundün; 7 yıldır görev yaptıkları Şehir Üniversitesi’nden “istifa” ettiklerini açıklamışlar!..
İstifa gerekçeleri, özetle şöyle:
“Üniversite Rektörlüğüne Ali Atıf Bir gibi İstanbul Şehir Üniversitesi’nin misyonu, vizyonu ve değerleriyle açık bir karşıtlık içinde olan, ‘YÖK türbanla mücadelede sonuna kadar haklıdır... Türban, üniversiteye girerse Türkiye Şeriatla savaşı kaybeder’ gibi ifadelerle anti-demokratik veözgürlük karşıtı cephede yer alan ve bugüne dek “paralel devlet yapılanması”na destek veren bir ismin getirilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz...
Ve “Biz yokuz” diyoruz.”
Murat Ülker’in, bu “samimi ve dostane uyarı”yı dikkate almasında yarar var!.. Yoksa, sonu hiç iyi olmaz!..
Her şeyini kaybedebilir!..
Korkarım, elinde sadece “Boş Çerçeve” kalır!..
yeniakit