İbrahim Karagül
Barış beklerken savaş gelmesin!
Tunus'tan Mısır'a, Yemen'den Ürdün'e bütün bölgeyi sallayan, ne getireceği kestirilemeyen, bölgedeki yüz yıllık statükonun değişmesi için tarihi bir kırılma olarak nitelenen, "Ortadoğu tipi rejimler"i gömüp demokratik, özgürlükçü ve bölgenin dinamiklerini sahneye çıkarabileceği umulan süreç, sadece iyi beklentileri mi besliyor? Büyük umutlar ve büyük korkular arasında durduğu yer tam olarak belirlenemeyen bu dönem, savaşlara kapı aralayacak bir "barış" anlamına da gelebilir mi? Beklenti ne kadar yüksekse korku, endişe de o kadar yüksek. Totaliter yönetimlerin, monarşilerin, siyasi gücü ve kaynakları tekelinde tutan çevrelerin hüküm sürdüğü, kirli ilişkilerin belirlediği, kaynak verip iktidar satın alındığı dönemin bitmesi umudu herkesi heyecanlandıracaktır. Özgürlük alanlarının genişlemesi, refahın yükselmesi, kaynakların dengeli biçimde dağıtılması, iktidarlarla kitleler arasındaki güvensizliğin ortadan kaldırılması, bu ülkelerin garnizon ülke olmanın ötesinde bir varlık inşa etmesi, tek yanlı kayıtsız şartsız bağımlılık döneminin sona ermesi yönündeki beklentilerin tarihi onlarca yılı buluyor. Mısır'da Hüsnü Mübarek'in yerine kim geçer, İsrail ve ABD'nin kontrolündeki Ömer Süleyman nasıl bir liderlik sergiler, değişim onu da alıp götürür mü, ABD değişimi ne kadar ve nasıl yönetiyor sorularının dışında, bir şeylerin değişmesi için kendini riske atanları büyük hayal kırıklığına uğratacak türden bölgesel düzeyde belirsizlikler yaşanabilir. Ülkelerle sınırlı ya da bölgesel düzeyde çok ciddi güvenlik riskleri ortaya çıkabilir. Müttefikler düşman, düşmanlar ortak olabilir ve yeni güç şekillenmesi bir çok ülkenin güvenlik stratejilerini temelden sarsabilir. İşte bu geçiş, boşluk dönemi çok ciddi korkuları barındırıyor. Şu an korkuyu en iyi ve net İsrail ifade ediyor. Zaten tartışılan da İsrail'in yeni pozisyonunun ne olacağı. En son Genelkurmay Başkanı Gabi Eşkenazi'nin yaptığı açıklama, bu "yeni durum"un ciddiyetini ortaya koydu. "İsrail'in birkaç cephede birden savaşmaya hazırlanması gerektiğini, farklı oyuncular arasındaki ilişkilerin kendilerini buna zorladığını, komşularından gelen tehdidin büyüdüğünü" söylerken, asıl konvansiyonel savaşa hazırlanmalıyız, konvansiyonel olmayana (nükleer) hazırlanırken hazırlıksız yakalanabiliriz mealindeki sözleri son derece dikkat çekiciydi. Eşkenazi'nin sözlerinin siyasi açıklaması ise, Benjamin Netanyahu'dan geldi. Mısır'la imzalanan barış anlaşmasının sonunun gelebileceğine ilişkin bu açıklamanın İsrail'le yakın ilişki içinde olan bütün ülkeler için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yarın Ürdün'de benzer bir değişim iki ülke arasındaki anlaşmaları ve istihbarat ortaklıklarını bitirecektir. Son zamanlarda Türkiye'nin Ürdün'ü İsrail etkisinden uzaklaştırmaya çalıştığına dair iddialar ortaya atılmıştı zaten. Bir başka gün Filistin'de El Fetih yönetimi tasfiye olabilir ve Hamas'a karşı en etkili ortak devreden çıkabilir. Türk-İsrail ekseni tarihe karıştığına, dahası iki ülke birbirine zıt, çatışan bölgesel politikalar uyguladığına göre, süreci yönetemez, kontrol altında tutamazlarsa bölgenin en yalnız, tecrit edilmiş ülkesi İsrail olacak. Dolayısıyla sokaklarda olanlardan daha heyecanlı gelişmeler oluyor, derin pazarlıklar yürütülüyor bugünlerde. Mısır ve Filistin yönetimi olmazsa İsrail Gazze'ye ambargo uygulayamaz. Bu ülke ve güçler olmazsa İsrail Gazze'ye saldırı konusunda müthiş derecede çekingen olacaktır. Ürdün olmazsa İsrail Filistin'de istediğini yapamaz, süreci yürütemez. Bölgedeki ABD müttefikleri, daha doğrusu emir erleri olmazsa İsrail İran'a ve onun uzantılarına müdahil olamaz. Ama İsrail, bütün hesapları tersine çevirmek için bir şeyi yapabilir. Gözünü karartıp dünyayı ateşe verecek ölümcül bir deneme... Sadece Gazze ve Hizbullah'a karşı değil, Batı dünyasını arkasına alacak, onları bir savaşa ve kendini desteklemeye mahkum edecek daha büyük bir saldırıya girişebilir. Bunu yapamazsa, ABD ve müttefikleri de bölgesel dönüşümü yönetme girişiminde başarısız olursa İsrail'in elinde, (kendi mantığına göre) başka da bir seçenek yok gibi. O zaman dalganın varacağı nokta İsrail için intihar olacaktır. Bu yüzden Eşkenazi ve Netanyahu'nun sözleri gerçeği yansıtıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague bile ayaklanmaların Ortadoğu barış sürecini tehlikeye atabileceğini söyledi. Her ne kadar o İsrail-Filistin barış sürecini kastetse de, içinde İsrail olan bütün süreçler bundan etkilenecektir. Süveyş Kanalı'nda çalışan binlerce işçi dün greve başladı. Avrupa ekonomisinin can damarı Suveyş'teki kriz bile tek başına çok etkili olacaktır ve hemen bütün ülkeler bir şekilde krize müdahil olacaktır. Peki, İran ile Mısır-Suudi Arabistan cepheleri arasındaki ilişkiler nasıl seyredecek? Sadece İsrail'i merkeze alarak tartıştık. Bu "cephe"de nelerin değişeceği, ne tür güvenlik endişelerinin ortaya çıkacağı da en az İsrail'le bağlantılı güvenlik kaygıları kadar önemli. Kahire'deki coşkulu meydan okumayı izlerken, bir taraftan da meydanların dışında nelerin döndüğünü, bu coşkunun arkasından ne tür korkuların besleneceğini, ne tür çatışma planlarının servis edileceğini çok iyi izlemek durumundayız. Yoksa sadece Arap sokakları değil, bütün bölge büyük hayal kırıklığı yaşayacak. Barış ararken, umarken savaşla yüzleşmek çok acı olacaktır! yenişafak