Abdurrahman Dilipak
Basına müdahale mi dediniz!
28 Şubat’tan mı örnek vereyim, 12 Eylül’den mi? ya da 12 Mart’tan mı?
Söylemediğim bir sözden dolayı gıyabımda yargılayıp tazminata mahkûm edip, evime el koydular biliyorsunuz..
Erkaya davasından söz ediyorum.
“Darbe yapmayın” dedim diye orduyu darbecilikle suçladığım iddiası ile 7,5 yıl askeri mahkemede yargılandım..
Bir hakim bir davadan beni berat ettirdi diye o mahkemenin savcısını, katibini hepsini başka yerlere tayin ettiler. Daha sonra o hakim RefahYol hükümetinde adalet bakanlığı tarafından bakanlığa “Tetkik hakimi” olarak atanmış. Demirel Erbakan’a muhtıra veriyor, “Dilipak’ı berat ettiren hakimi nasıl terfi ettirirsin!”
Adam bana hakaret ediyor, tehdit ediyor. Mahkeme karar veriyor, “Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı çıkanların bu tür ifadelere tahammül etmesi gerekir”. Ben hakaret edenleri eleştirince sanık olup, tazminata mahkûm ediliyorum..
Ne günlerdi. “Dünya Sigarasız Günü”nde, “Bugün sigara içmeyin parasını İHH ve Mazlum-Der’e verin” dediğim için sanık oldum, İHH ve Mazlum-Der’in hesaplarına el kondu.. Daha sonra aynı yazıyı, ADD ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği için yazdım, hesap numarasını da verdim, ne bana dava açıldı ve ne de o kuruluşların hesaplarına el kondu..
12 Eylül öncesi bir hatıram var.. Erbakan’a Milli Gazete’de çıkan yazı, haber ve yorumları gösteriyorlar ve bunları rejim karşıtı propaganda olarak, irticai yayın olarak niteliyorlar.. Yazar Selahaddin Eş’in işine son verilmesini istiyorlar.. Erbakan, MGK’da sert tartışmalar oldu, Selahaddin beye söyle, başka bir isimle yazısına devam etsin, bundan sonra Selahaddin Eş imzası ile yazısı çıkmasın” dedi.. Ben de teleksle durumu İstanbul’a bildirdim. Kendine de sordum, “müstear adın ne olsun” diye. O da “Selahaddin adı kalsın, Eş yerine Çakırgil diyelim” dedi. Ben de Ankara’ya durumu bildirdim.. “Selahaddin Eş bundan sonra (Çakırgil) diye çıkacak dedim.. Bir gün sonra yazı aynı yerde aynı başlıkla yayınlandı. İmza Selahaddin Eş, aç parantez Çakırgil, kapa parantez..
Çevik Bir her gün aleyhimize bir dava açıyordu. Hatta andıç yayınlıyordu.. Televizyonlarda karşıma beni susturacak güçlü isimlerin çıkartılmasını değilse televizyon programlarına davet edilmemem isteniyordu..
Demirel’in nasıl bir adam olduğunu biliyorsunuz. Ecevit’in de..
Askerlerden her gün zılgıt yiyorduk zaten..
Eklemlenmiş, brifinglenmiş mediayı bilmeyen mi vardı. Milli Güvenlik Akademisi’nden mezun edilen gazeteciler, gazete yöneticileri vardı..
Gülen gitti, bir hafta benim aleyhime yayın yaptılar.. Malum media gazetesi, radyosu, televizyonu ile, hepsi birden topyekûn saldırı başlattılar..
Amiral gemisi “topyekûn savaş”ın merkez karargahı konumundaydı..
Dahası sadece sözle kalmıyorlardı, o dönemdeki faili meçhulleri hatırlayın, işkenceleri.. O günlerde seslerini çıkartmayanlar, derin güçlerin arkasında saf tutanlar bugün basın özgürlüğünden söz edenler değil mi?
Düşünebiliyor musunuz, benim kitaplarım hiçbir kitap fuarına kabul edilmiyor. Hatta Diyanet’in dini yayınlar fuarına bile.. Konferans vermem için salon verilmiyor.. Her yazım, her konuşmam dava konusu yapılıyor.. günde 5 kez, haftada beş gün sanık olarak mahkemeye çıktığım günlerden söz ediyorum..
Şimdi birileri çıkmış, Türk tarihi boyunca böyle zulüm görmedi bu memleket diye ahkam kesiyor.. 28 Şubat’ta bu kadar zulüm görmediklerini söyleyenler var..
Dün seçilmiş milletvekillerine mecliste yemin ettirilmiyordu, bugün cezaevinden çıkıp yemin ettirilip milletvekili olan insanlar var..
Dün paralel yapı, yüzlerce kişiyi, kurunun yanında yaş da yanar hesabı, suçluyu – suçsuzu birbirine karıştırıp bir kısmını hayali belgelerle sanık sandalyesine oturturken iyiydi değil mi?
Dün İHH’ya operasyon için dosya hazırlayanlar, bugün kendileri sanık sandalyesine oturtulunca nasıl da kıyameti kopartıyorlar..
Hürriyet’in manşetlerini unutmadık. Zaman’daki kimi manşetleri de..
Hürriyet o eski günlerin hayali ve özlemi içinde anlaşılan..
Hürriyet Aydın Doğan’dan önce de aynı çizgideydi.. Simavi işin başındaydı o zaman. Derin yapı o günlerde paralel yapı ile değil, kendi içinde başka grublarla çatışıyordu. Hürriyet ve Yeni Asır arasındaki hesaplaşmayı unutmadık.. Sabah gazetesinin, Ciner grubunun ortaya çıkışı, Milliyet’in satılışı, Akşam gazetesi.. Karamehmetler, Ilıcaklar vs..
Kayıtdışı siyasetin her zaman elinin altında bir mediası olmuştur..
Şimdi herkes basına müdahaleden söz ediyor da, dünü hatırlayan mı var..
Basın keşke sadece basın olsa, siyaset de siyaset yapsa.. Taşlar yerine oturana kadar bu hesaplaşma bitmeyecek.. Media yabancı ülke istihbaratlarının 6. Kolu gibi çalıştığı sürece ya da kayıtdışı sermaye ve siyasetin tetikçiliğine soyunduğu sürece, bu kavga bitmeyecek. Media kendi meşru zeminine çekilecek ve siyaset milli iradenin emrinde olacak.. Örtülü KİT hükmündeki kayıtdışı ekonomi, kayıtdışı siyasetin Truva atı olmayacak.. Ekonomi ve politika uluslararası sistemin milli iradeye karşı sıçrama tahtası olmayacak. Bunun için güçlü bir iktidar eli ile önce darbe anayasasından kurtulmamız ve ardından da bürokratik oligarşiye karşı etkin ve hızlı karar alacak bir devlet yapılanması için kapsamlı bir idari reform hareketinin bir an önce hayata geçirilmesi şart. Selâm ve dua ile..
yeniakit