Hasan Karakaya
Başörtülüler 'Cumhuriyet kadını' değil mi?
Başörtülüler 'Cumhuriyet kadını' değil mi?
Sadece "üzerinde düşünmek" yani "kafa yormak" için soruyorum... "Türkiye Cumhuriyeti"nin tarihi sadece "88 yıl"la mı sınırlıdır?.. Evet, Türkiye Cumhuriyeti "88 yaşında"dır... Peki ama, görevine bugün veda edecek Sumru Çörtoğlu'nun başkanlığını yaptığı Danıştay, nasıl oluyor da "140 yaşında" oluyor?.. Bunun gibi, daha başka "kurum"lar var... Meselâ; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın kuruluş tarihi 1081... Türk Zabıta Teşkilâtı'nın kuruluş tarihi 1826... Türk Polis Teşkilâtı'nın kuruluş tarihi 1845... Jandarma Genel Komutanlığı'nın kuruluş tarihi 1839... Yargıtay'ın kuruluş tarihi 1868... Danıştay'ın kuruluş tarihi 1869...
Görüyorsunuz ya;
Bunlar "Genç Cumhuriyet"in "yaşlı" kurumlarıdır... Evet, Cumhuriyet "88 yaşında"dır ama, birçok kurum "yüzlerce yıllık"tır!.. Demek oluyor ki; "Cumhuriyet 88 yaşında" demekle bitmiyor bu işler!..
Şunu söylemeye çalışıyorum, "Türkiye Cumhuriyeti"nin kökeni çok daha gerilerde, çok daha derinlerdedir... Zaten, Cumhuriyet'i ayakta tutan da bu "kök" ve "ruh" değil midir?..
ÇANAKKALE"DEKİ RUH... OTOBÜSTEKİ ŞUH!
Bu "ruh"un ne olduğunu anlayabilmek için; çok gerilere gitmeye, çok derinlere inmeye de gerek yok...
Sadece "Çanakkale"ye bakmak bile yeterli...
Çanakkale'yi "geçilmez" kılan "ruh"un ne olduğunu anlamak için, "Bir gazinin mezar taşı"ndaki şu beyti birlikte okuyalım:
"Ey yolcu, benim ölümüme şaşma,
Ben ölmeseydim, sen yaşayamayacaktın!.."
Gerçekten de;
Onlar ölmeseydi, bizler yaşayamayacaktık!!!
Onlar öldüler ki, bizler yaşıyoruz!..
Evet, yaşıyoruz... Yaşadıkça da; birçok şey görüyor, birçok olaya tanık oluyoruz.
Meselâ;
Bir "halk otobüsü"nün; içine yerleştirilen "oda"larla, bir "seyyar genelev" haline getirildiğine tanık olduk.
Gazeteler, bu "mobil kerhane" olayı üzerine şöyle başlık atmışlardı:
"Bakalım, daha neler göreceğiz?"
Bunları gördükçe, "Çanakkale Şehidi"nin mezar taşına bakıp, sorası geliyor insanın;
Onlar, "bunlar yaşasın" diye mi öldüler?!?
"Cumhuriyet"in 88. yıldönümü"nde bu olayın düşünülmesinde ve "gelinen nokta"nın sorgulanmasında yarar var!..
Öyle sanıyorum ki,
"Debdebeli kutlamalar" da, "cafcaflı nutuklar" da, bu "toplumsal travma"yı ve insanımızın yaşadığı bu "çöküş"ü örtbas etmeye yetmez!..
İnsanımız çöküyor beyler!..
Göçüyor içten içe!..
"Bunalım" had safhada!..
"Değer"ler, yerlebir!..
İşte geldiğimiz nokta:
Çanakkale"deki "ruh"un yerini otobüsteki "şuh"lar almış!..
Daha, ne diyeyim?..
Olacağı budur!..
Kim, ne derse desin, "fotoğraf" budur!..
CUMHURİYET'İN ÇIKMAZI MI, AÇMAZI MI?
Peki, sorarım size;
Bu fotoğraf; "Cumhuriyet'in çıkmazı" mıdır, yoksa "Cumhuriyet'in açmazı" mı?
Biliyorsunuz, geçenlerde bir gazete, "o tabela indi" manşetiyle, Beykoz Çavuşbaşı'ndaki "Cumhuriyet Çıkmazı" tabelâsının, belediye tarafından apar-topar indirildiğini yazıyordu...
Tabiî, "hava" da basıyorlardı;
"Biz yazdık, belediye indirdi!"
İyi de;
Belediyenin yaptığı bir "işgüzarlık" değil mi?..
Öyle ya;
"Caddenin" veya "sokağın" ismi "Cumhuriyet" ise ve orada bir "çıkmaz sokak" varsa, adına "Cumhuriyet Çıkmazı" demekten daha doğal ne olabilir?.. Bunu, sokağa "isim" verirken, düşünecektin!.. Eğer "Cumhuriyet Çıkmazı" rahatsız edici bir isim ise, sokak veya caddenin adını "Cumhuriyet" koymayacaktın!..
Ne yani;
"Millet Çıkmazı" oluyor da, niye "Cumhuriyet Çıkmazı" olmasın!?!
BU DA CUMHURİYET MEYHANESİ
Hem; "Cumhuriyet Çıkmazı"ndan rahatsız olan birileri, meselâ "Cumhuriyet Meyhanesi"nden niye rahatsız olmuyor!?!
Sorarım size;
"Cumhuriyet Meyhanesi" mi daha rahatsız edicidir yoksa "Cumhuriyet Çıkmazı" mı?..
Olayı biliyorsunuz...
Muhabirimiz Kenan Kıran, bir fotoğraf getirmiş ve koymuştu önüme... "Al ağabey" demişti;
"Bu da Beyoğlu'ndaki Cumhuriyet Meyhanesi!"
Ne ilginçtir ki;
"Cumhuriyet Meyhanesi" tabelasının altında, şu ibare vardı: "Gazi'den beri!"
Düşünebiliyor musunuz;
"88 yıllık Cumhuriyet"in birçok "kurum"ları kapatıldı, birçok "tesis"inin kepengi indirilip kapısına kilit vuruldu ama, "88 yıldır ayakta" olan bir tesis var;
Adı, "Cumhuriyet Meyhanesi!"
Hem de, "Gazi'den beri!"
Ne acı değil mi?..
Bir yanda "Cumhuriyet" adını taşıyan bir "meyhane", bir yanda "Cumhuriyet kadınları"nın pazarlandığı seyyar bir "kerhane!"
Diyorum ya;
"Ruh" ölünce, "şuh"lar girer devreye!..
Şimdi, ben çok merak ediyorum;
"Cumhuriyet Çıkmazı"na kafayı takanların, "Cumhuriyet" adını taşıyan "meyhane"ye ve "Cumhuriyet kadınları"nın pazarlandığı seyyar "kerhane"ye diyecekleri bir söz yok mudur?..
ARÇELİK'İN 10 KADINI!
"Vatan'ı 35 kuruşa satanlar" bu dediklerim üzerinde kafalarını yoradursun, ben, şu "Anneler Günü"ndeki tahammülsüzlüklere değinmek istiyorum.
Önce, Radikal'de yazan Nur Çintay'ın yazısından kısa bir bölüm:
"Yoğun hassasiyet, Anneler Günü ilanlarında da kendini belli ediyor: Birleşmiş Markalar Derneği 'Unutulmaz Anneler' ile 'Anneler Unutulmaz' sloganları arasında Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'ı ağırlamış.
Arçelik, 'Benim milyonlarca annem var' sloganıyla, kahramanı Çelik'i, bu milyonları temsil ettiğini düşündüğü 10 tane annenin ortasına oturtmuş.
Annelere bakıyoruz şöyle bir: Modern, çağdaş, fevkalade 'laik' anneler! Yaşam tarzlarına müdahale edileceğine dair korkuları olabilecek anneler!
İkisi kolsuz, diğer sekizi kısa kollu giyinmiş.
En uzun kol boyu, dirsekten üç parmak yukarıda diğerlerinin hepsi yaz vitrinleri doğrultusunda omuzdan üç parmak sarkmakta.
Görebildiğim etekboyu ortalaması diz üstü."
"Fotoğraf"ı ortaya koyan Nur Çintay, "bunları niye yazdığını" da şöyle açıklamış:
"Türkiye'deki bütün annelerin gününü kutladığımızı iddia ediyoruz, milyonlarca anne diyoruz... Bu milyonların arasından 'öylesine' seçilen 10 annenin içinde bir tane olsun başı örtülü, hadi türbanı geçtik, çene altı, Kraliçe II. Elizabeth'in Windsor'daki Kraliyet At Gösterisi'ni izlerken ki hali gibi gıdı fiyonklu, sıkmabaşlı, yemenili, köy usulü kulak ardı edilmiş tülbenti (..) Milyonlar içinden 'rasgele' seçtiğimiz 10 annenin arasına bir tane bile böylesi girmez mi diyorsunuz? Türkiye öyle bir yer değil mi diyorsunuz?"
BAŞÖRTÜLÜ KADININ ADI YOK!
Yazıdan da anlaşılacağı üzere, Arçelik'in "Milyonlarca anne"si arasında bir tek "başörtülü, sıkmabaşlı, yemenili ve yaşmaklı anne" yok!..
Ne ilginç değil mi;
Arçelik'in "yok" saydığı daha doğrusu "kaale bile almadığı" başörtülü annelerin çoğu "Koç'un Arçelik'i"nden alışveriş ediyor!..
Oysa "Koç'un Arçelik'i" o kadar tahammülsüz ki;
"Reklâm"ı yayınlayan bir gazetemiz, "çıplak kadınları giydirdi" diye afaroz edilmiş ve reklâmı tekrar yayınlatmışlar!..
Peki, bu "cür'et"i nereden buluyorlar?..
Buluyorlar, çünkü "başörtülü anneler"de umursamazlık ve boşvermişlik hakim!..
Demiyorlar ki;
"Arkadaş, Türkiye'deki annelerin çoğu başörtülü!.. Ama sen, 10 annenin arasına bir tane bile başörtülü koymamışsın!.. Sen, beni madem ki yok sayıyorsun, ben de bundan böyle Koç'un Arçelik'inden veya başka kuruluşlarından alışveriş yapmayı kesiyorum... Bundan böyle; sen de benim gözümde yoksun!"
Başörtülü kadınlar, başörtülü anneler, "tüketimden gelen güç"lerini kullanmadıkça, yani boykot" silahına başvurmadıkça, daha çoook "yok" sayılırlar!..
Dahası; sadece "yok" sayılmazlar, her türlü "hak" ve "özgürlükler"i de ellerinden alınır!..
Heeyy "başörtülü" kadınlar;
Uyanın artık, uyanın!..
Uyanın ve acı gerçeği görün artık;
"Bu ülkede başörtülü kadının adı yok!"
Cumhuriyet'in "meyhane"sinin ve "kerhane"sinin bile adı var da, "başörtülü kadın"ın adı yok!..
Adı da yok!.. Değeri de!..
Bilmem, anlatabildim mi?
Başörtüsünü kim türbanlaştırdı?
Sumru Çörtoğlu Hanım, "88 yaşındaki Cumhuriyet"in, "140 yaşındaki Danıştay"ından bugün emekli oluyor...
Gider ayak demiş ki; "Türban, eğitim hakkı değildir!"
Bu sözü okuyunca, Prof. Dr. Ferhat Kentel'in şu tesbitini hatırladım: "Başörtüsü; onu takmayanlar tarafından türbana dönüştürüldü... Başörtüsü, bir yabancılaştırma operasyonuyla türban ilân edildi ve savaş açıldı!.."
Aynen, "İslâm" diyemeyip "irtica" demek gibi!..
Aynen "Müslüman" diyemeyip, "irticacı" demek gibi!..
Demek oluyor ki;
"Başörtüsü" ile savaşacaksan, onu önce "türban"a dönüştüreceksin!..
"İslâm" ile savaşacaksan, onu önce "irtica"ya çevireceksin!..
Sonra da diyeceksin ki;
"Biz, halkımızın kullandığı başörtüsüne karşı değiliz!.. Bizim karşı olduğumuz, siyasal bir sembol haline getirilen türbandır!"
Peki ama; "başörtü"sünü "türban"laştıran, "İslâm"ı "irtica"laştıran, "Müslüman"ları "mürteci"leştiren, sonra da bunlara savaş açan zaten siz değil misiniz?
Kimi kandırıyorsunuz siz?.. Milleti çocuk mu sandınız?..
vakit
Sadece "üzerinde düşünmek" yani "kafa yormak" için soruyorum... "Türkiye Cumhuriyeti"nin tarihi sadece "88 yıl"la mı sınırlıdır?.. Evet, Türkiye Cumhuriyeti "88 yaşında"dır... Peki ama, görevine bugün veda edecek Sumru Çörtoğlu'nun başkanlığını yaptığı Danıştay, nasıl oluyor da "140 yaşında" oluyor?.. Bunun gibi, daha başka "kurum"lar var... Meselâ; Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nın kuruluş tarihi 1081... Türk Zabıta Teşkilâtı'nın kuruluş tarihi 1826... Türk Polis Teşkilâtı'nın kuruluş tarihi 1845... Jandarma Genel Komutanlığı'nın kuruluş tarihi 1839... Yargıtay'ın kuruluş tarihi 1868... Danıştay'ın kuruluş tarihi 1869...
Görüyorsunuz ya;
Bunlar "Genç Cumhuriyet"in "yaşlı" kurumlarıdır... Evet, Cumhuriyet "88 yaşında"dır ama, birçok kurum "yüzlerce yıllık"tır!.. Demek oluyor ki; "Cumhuriyet 88 yaşında" demekle bitmiyor bu işler!..
Şunu söylemeye çalışıyorum, "Türkiye Cumhuriyeti"nin kökeni çok daha gerilerde, çok daha derinlerdedir... Zaten, Cumhuriyet'i ayakta tutan da bu "kök" ve "ruh" değil midir?..
ÇANAKKALE"DEKİ RUH... OTOBÜSTEKİ ŞUH!
Bu "ruh"un ne olduğunu anlayabilmek için; çok gerilere gitmeye, çok derinlere inmeye de gerek yok...
Sadece "Çanakkale"ye bakmak bile yeterli...
Çanakkale'yi "geçilmez" kılan "ruh"un ne olduğunu anlamak için, "Bir gazinin mezar taşı"ndaki şu beyti birlikte okuyalım:
"Ey yolcu, benim ölümüme şaşma,
Ben ölmeseydim, sen yaşayamayacaktın!.."
Gerçekten de;
Onlar ölmeseydi, bizler yaşayamayacaktık!!!
Onlar öldüler ki, bizler yaşıyoruz!..
Evet, yaşıyoruz... Yaşadıkça da; birçok şey görüyor, birçok olaya tanık oluyoruz.
Meselâ;
Bir "halk otobüsü"nün; içine yerleştirilen "oda"larla, bir "seyyar genelev" haline getirildiğine tanık olduk.
Gazeteler, bu "mobil kerhane" olayı üzerine şöyle başlık atmışlardı:
"Bakalım, daha neler göreceğiz?"
Bunları gördükçe, "Çanakkale Şehidi"nin mezar taşına bakıp, sorası geliyor insanın;
Onlar, "bunlar yaşasın" diye mi öldüler?!?
"Cumhuriyet"in 88. yıldönümü"nde bu olayın düşünülmesinde ve "gelinen nokta"nın sorgulanmasında yarar var!..
Öyle sanıyorum ki,
"Debdebeli kutlamalar" da, "cafcaflı nutuklar" da, bu "toplumsal travma"yı ve insanımızın yaşadığı bu "çöküş"ü örtbas etmeye yetmez!..
İnsanımız çöküyor beyler!..
Göçüyor içten içe!..
"Bunalım" had safhada!..
"Değer"ler, yerlebir!..
İşte geldiğimiz nokta:
Çanakkale"deki "ruh"un yerini otobüsteki "şuh"lar almış!..
Daha, ne diyeyim?..
Olacağı budur!..
Kim, ne derse desin, "fotoğraf" budur!..
CUMHURİYET'İN ÇIKMAZI MI, AÇMAZI MI?
Peki, sorarım size;
Bu fotoğraf; "Cumhuriyet'in çıkmazı" mıdır, yoksa "Cumhuriyet'in açmazı" mı?
Biliyorsunuz, geçenlerde bir gazete, "o tabela indi" manşetiyle, Beykoz Çavuşbaşı'ndaki "Cumhuriyet Çıkmazı" tabelâsının, belediye tarafından apar-topar indirildiğini yazıyordu...
Tabiî, "hava" da basıyorlardı;
"Biz yazdık, belediye indirdi!"
İyi de;
Belediyenin yaptığı bir "işgüzarlık" değil mi?..
Öyle ya;
"Caddenin" veya "sokağın" ismi "Cumhuriyet" ise ve orada bir "çıkmaz sokak" varsa, adına "Cumhuriyet Çıkmazı" demekten daha doğal ne olabilir?.. Bunu, sokağa "isim" verirken, düşünecektin!.. Eğer "Cumhuriyet Çıkmazı" rahatsız edici bir isim ise, sokak veya caddenin adını "Cumhuriyet" koymayacaktın!..
Ne yani;
"Millet Çıkmazı" oluyor da, niye "Cumhuriyet Çıkmazı" olmasın!?!
BU DA CUMHURİYET MEYHANESİ
Hem; "Cumhuriyet Çıkmazı"ndan rahatsız olan birileri, meselâ "Cumhuriyet Meyhanesi"nden niye rahatsız olmuyor!?!
Sorarım size;
"Cumhuriyet Meyhanesi" mi daha rahatsız edicidir yoksa "Cumhuriyet Çıkmazı" mı?..
Olayı biliyorsunuz...
Muhabirimiz Kenan Kıran, bir fotoğraf getirmiş ve koymuştu önüme... "Al ağabey" demişti;
"Bu da Beyoğlu'ndaki Cumhuriyet Meyhanesi!"
Ne ilginçtir ki;
"Cumhuriyet Meyhanesi" tabelasının altında, şu ibare vardı: "Gazi'den beri!"
Düşünebiliyor musunuz;
"88 yıllık Cumhuriyet"in birçok "kurum"ları kapatıldı, birçok "tesis"inin kepengi indirilip kapısına kilit vuruldu ama, "88 yıldır ayakta" olan bir tesis var;
Adı, "Cumhuriyet Meyhanesi!"
Hem de, "Gazi'den beri!"
Ne acı değil mi?..
Bir yanda "Cumhuriyet" adını taşıyan bir "meyhane", bir yanda "Cumhuriyet kadınları"nın pazarlandığı seyyar bir "kerhane!"
Diyorum ya;
"Ruh" ölünce, "şuh"lar girer devreye!..
Şimdi, ben çok merak ediyorum;
"Cumhuriyet Çıkmazı"na kafayı takanların, "Cumhuriyet" adını taşıyan "meyhane"ye ve "Cumhuriyet kadınları"nın pazarlandığı seyyar "kerhane"ye diyecekleri bir söz yok mudur?..
ARÇELİK'İN 10 KADINI!
"Vatan'ı 35 kuruşa satanlar" bu dediklerim üzerinde kafalarını yoradursun, ben, şu "Anneler Günü"ndeki tahammülsüzlüklere değinmek istiyorum.
Önce, Radikal'de yazan Nur Çintay'ın yazısından kısa bir bölüm:
"Yoğun hassasiyet, Anneler Günü ilanlarında da kendini belli ediyor: Birleşmiş Markalar Derneği 'Unutulmaz Anneler' ile 'Anneler Unutulmaz' sloganları arasında Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'ı ağırlamış.
Arçelik, 'Benim milyonlarca annem var' sloganıyla, kahramanı Çelik'i, bu milyonları temsil ettiğini düşündüğü 10 tane annenin ortasına oturtmuş.
Annelere bakıyoruz şöyle bir: Modern, çağdaş, fevkalade 'laik' anneler! Yaşam tarzlarına müdahale edileceğine dair korkuları olabilecek anneler!
İkisi kolsuz, diğer sekizi kısa kollu giyinmiş.
En uzun kol boyu, dirsekten üç parmak yukarıda diğerlerinin hepsi yaz vitrinleri doğrultusunda omuzdan üç parmak sarkmakta.
Görebildiğim etekboyu ortalaması diz üstü."
"Fotoğraf"ı ortaya koyan Nur Çintay, "bunları niye yazdığını" da şöyle açıklamış:
"Türkiye'deki bütün annelerin gününü kutladığımızı iddia ediyoruz, milyonlarca anne diyoruz... Bu milyonların arasından 'öylesine' seçilen 10 annenin içinde bir tane olsun başı örtülü, hadi türbanı geçtik, çene altı, Kraliçe II. Elizabeth'in Windsor'daki Kraliyet At Gösterisi'ni izlerken ki hali gibi gıdı fiyonklu, sıkmabaşlı, yemenili, köy usulü kulak ardı edilmiş tülbenti (..) Milyonlar içinden 'rasgele' seçtiğimiz 10 annenin arasına bir tane bile böylesi girmez mi diyorsunuz? Türkiye öyle bir yer değil mi diyorsunuz?"
BAŞÖRTÜLÜ KADININ ADI YOK!
Yazıdan da anlaşılacağı üzere, Arçelik'in "Milyonlarca anne"si arasında bir tek "başörtülü, sıkmabaşlı, yemenili ve yaşmaklı anne" yok!..
Ne ilginç değil mi;
Arçelik'in "yok" saydığı daha doğrusu "kaale bile almadığı" başörtülü annelerin çoğu "Koç'un Arçelik'i"nden alışveriş ediyor!..
Oysa "Koç'un Arçelik'i" o kadar tahammülsüz ki;
"Reklâm"ı yayınlayan bir gazetemiz, "çıplak kadınları giydirdi" diye afaroz edilmiş ve reklâmı tekrar yayınlatmışlar!..
Peki, bu "cür'et"i nereden buluyorlar?..
Buluyorlar, çünkü "başörtülü anneler"de umursamazlık ve boşvermişlik hakim!..
Demiyorlar ki;
"Arkadaş, Türkiye'deki annelerin çoğu başörtülü!.. Ama sen, 10 annenin arasına bir tane bile başörtülü koymamışsın!.. Sen, beni madem ki yok sayıyorsun, ben de bundan böyle Koç'un Arçelik'inden veya başka kuruluşlarından alışveriş yapmayı kesiyorum... Bundan böyle; sen de benim gözümde yoksun!"
Başörtülü kadınlar, başörtülü anneler, "tüketimden gelen güç"lerini kullanmadıkça, yani boykot" silahına başvurmadıkça, daha çoook "yok" sayılırlar!..
Dahası; sadece "yok" sayılmazlar, her türlü "hak" ve "özgürlükler"i de ellerinden alınır!..
Heeyy "başörtülü" kadınlar;
Uyanın artık, uyanın!..
Uyanın ve acı gerçeği görün artık;
"Bu ülkede başörtülü kadının adı yok!"
Cumhuriyet'in "meyhane"sinin ve "kerhane"sinin bile adı var da, "başörtülü kadın"ın adı yok!..
Adı da yok!.. Değeri de!..
Bilmem, anlatabildim mi?
Başörtüsünü kim türbanlaştırdı?
Sumru Çörtoğlu Hanım, "88 yaşındaki Cumhuriyet"in, "140 yaşındaki Danıştay"ından bugün emekli oluyor...
Gider ayak demiş ki; "Türban, eğitim hakkı değildir!"
Bu sözü okuyunca, Prof. Dr. Ferhat Kentel'in şu tesbitini hatırladım: "Başörtüsü; onu takmayanlar tarafından türbana dönüştürüldü... Başörtüsü, bir yabancılaştırma operasyonuyla türban ilân edildi ve savaş açıldı!.."
Aynen, "İslâm" diyemeyip "irtica" demek gibi!..
Aynen "Müslüman" diyemeyip, "irticacı" demek gibi!..
Demek oluyor ki;
"Başörtüsü" ile savaşacaksan, onu önce "türban"a dönüştüreceksin!..
"İslâm" ile savaşacaksan, onu önce "irtica"ya çevireceksin!..
Sonra da diyeceksin ki;
"Biz, halkımızın kullandığı başörtüsüne karşı değiliz!.. Bizim karşı olduğumuz, siyasal bir sembol haline getirilen türbandır!"
Peki ama; "başörtü"sünü "türban"laştıran, "İslâm"ı "irtica"laştıran, "Müslüman"ları "mürteci"leştiren, sonra da bunlara savaş açan zaten siz değil misiniz?
Kimi kandırıyorsunuz siz?.. Milleti çocuk mu sandınız?..
vakit
Bu yazı toplam 774 defa okunmuştur