Mehmet GÖKTAŞ
Batıya Müslümanca Gitmek, Müslümanca Var Olmak.
Avrupa Birliği ile olan mesafemiz ve münasebetlerimiz bugün bir daha gündeme gelmiş bulunuyor.
Şayet masaya oturulacak olursa konuşulacak epeyce somut meselelerin yanı sıra Türkiye’nin tecrübeleri de olacak.
Neredeyse bir insan ömrünü içine alacak zaman boyunca tartışılan bu konudaki düşüncemizi hemen başta belirtelim: Yeter ki İslami bir kimlik kuşanalım, Müslümanca bir hayat tarzıyla donanalım, ondan sonra dünyanın neresine gidersek gidelim, varacağımız yerler düşünsün, bizim düşünmemize, paniklememize hiç gerek yok.
İster birey olarak düşünelim bunu ister ülke olarak düşünelim, varıp katılacağımız hangi blok olursa olsun fark etmez.
Kendisine güvenen, İslam’la izzet bulmuş Müslümanlar olarak ister Moskova’da yaşayalım, ister Pekin’de, ister Paris’te olalım hiç önemli değil.
Yok eğer böyle bir kimliğe sahip değilsek veya kaybetmişsek evimizden, ülkemizden dışarı çıkmasak bile kaybetmeye, eriyip gitmeye mahkumuz.
Dünkü yazımda resmi ağızdan Türkiye olarak yeniden Avrupa Birliğine yönelme konusunu uçak esprisiyle ele alıp bunun doğru veya yanlışlığından ziyade kalemşorların buna paralel dönüşlerine dikkat çekmeye çalıştım.
Başta da söylediğim gibi önemli olan varacağımız yere hangi kimlikle varacak oluşumuzdur.
Kimliğimizden sonra ikinci bir husus; Türkiye zaten fiilen Batı blokunda ve Batının somutlaşmış gücü olan Nato’da değil mi ki?
Her ne kadar son zamanlarda başta savunma konusu olmak üzere bir çok sahada uyuşmazlık söz konusu olsa da Türkiye tahminlerimizden çok daha fazla Avrupa ile iç içedir. Yani hiç tanımadığımız ve yeni yeni katılacağımız bir dünya değildir Batı. Ve bu anlamda Batı işte şudur diye yazıp çizmek de zaiddir.
Sadece Batıda değil Türkiye’nin Müslümanca bir kimlikle dünyanın önemli güç odaklarında bulunması hem kendisi için hem de bütün bir dünya için hayırdır. Özellikle İslam dünyası için hayırdır.
Bir daha tekrar edelim; önemli olan Batıya Müslümanca gitmek, Batıda Müslümanca var olmaktır.